Birçoğumuzun önceleri internetteki ve çeşitli dergilerdeki yazılarıyla tanıdığımız derKi’nin Genel Yayın Yönetmeni Hasan “Sonsuz” Çeliktaş’la, güneşli bir İstanbul öğleden sonrasında Dolmabahçe Sarayı’nın yanındaki çay bahçesinde buluştum ve sizler için onunla sohbet ettim. (Bu sohbetlerim bundan böyle her ay,  her ay değişik bir derKi yazarıyla devam edecek, hatırınızda olsun eğer yazarlarımızı da merak ediyorsanız hani.) 🙂
 

 

Neslihan: Hasan ben seni yazılarınla tanıdım ilk. Gerek sonsuzlukötesi ve gerekse diğer e-gruplarla paylaşmış olduğun, kendine has çok keyifli bir dille yazmış olduğun, her okuyanın beğendiği  yazılarından. Peki sen bu yazı gücünü nasıl keşfettin?

 

Hasan: Esasında ben kendimdeki bu güçlerin (güç olarak nitelendirirsek) hiçbirini keşfetmedim, farkında da değildim. Ben lisede en iyi kompozisyon yazan değildim,  üniversitede iken araştırma görevlisi olacak biri de değildim yine kendime göre, fakat sonra bir şekilde yazmaya başladım ve devam etti, sonra üniversitede kaldım araştırma görevlisi olarak. Gerçi şimdi ayrıldım üniversiteden. Ben neyi yapamam dediysem hayatımda gerçekleşti. Yani bunlar kendiliğinden ortaya çıktı.

 

 

 

N: Yazarlık hayatın nasıl başladı peki?

 

H: Yazarlık  e-mail gruplarında arkadaşlarla başladığımız yazışmalarla başladı. İlk yazımı 1997 yılında bir an aşka gelip gözyaşları ile yazmıştım ve Hıncal Uluç köşesinde yayınlandı ve ilk yazımın yayınlanması  bana inanılmaz bir moral ve cesaret verdi.

 

 

N: Konusu ne idi yazının?

 

H: 70 yaşındaki bir adam, daha doğrusu benim 70 yaşındaki halimdi. Eğer o anki hayat senaryomda yaşarsam nelerle karşılaşabileceğimi hayal ettim, yazdım. Yazarken şunu düşündüm “Ben böyle devam edersem kaderim böyle olacak ve ben kaderimin böyle olmasını istemiyorum. Ben bunu yazarak kaderimi değiştiriyorum.” Yazarken öyle bir enerji geliyor ki üzerine, hem kendini düzenliyor, hem değişimi yaratıyorsun. Bu yazıdan sonra gaza gelip hemen ardı ardına yazı yazmadım. O zamanlar internet o kadar yaygın değildi. Sonradan yaygınlaşınca internette devam ettim, ayrıca fakültemde kendime ait bir dergim vardı mizah ağırlıklı orada da yazıyordum. E-mail gruplarında yazdıkça çok güzel tepkiler gelmeye başladı ve gelen bu olumlu tepkilerle ben enerji ile doluyor ve yazarak boşaltıyordum. Mail gruplarındaki bu yazılarımı bir süre sonra sonsuzlukotesi.com da yayınlamaya başladım.

 

 

N: Sonsuzlukötesi senin kurduğun bir grup muydu?

 

H: Sonsuzlukötesi mail yazışma grubumuz idi, yazılar çoğalınca bir web sitesi (www.sonsuzlukotesi.com) yaptık ve yazıları buraya taşıdık. Sonra bir şekilde dergilere sıçradık,  değişik dergilerde de yazılarımın bir kısmı yayınlandı ve şu anda da bu noktadayız.

 

N: Yani derKi’desiniz?

 

H: Evet , derKi’deyiz, ama ben aynı zamanda Cosmopolitan ve Esquire da yazıyorum.

 

N: Sonsuzlukötesi yazışma grubundan çıkan ve derKi ye kadar uzanan sonsuz bir köprü olmuş bu akış, peki hayatında çok fazla sonsuz var. Hatta ismin bile artık Hasan “Sonsuz” Çeliktaş diye anılıyor. Belki başlarda takma-ad olarak seçtiğin bu “Sonsuz” lakabı nerden çıktı?

 

H: Annemle babam benim ismim konusunda çok kavga etmişler. Annem İlker olsun demiş, babam ise Hasan. Sonuçta Hasan konulmuş, annem pek kabul etmek istememiş ve 7-8 sene boyunca beni sadece oğlum diye çağırdı. Şimdi diyorlar ki yahu biz boşuna isim için kavga etmişiz, bak herif gitti adını kendi koydu  “Sonsuz” oldu bile. Şimdi annem bile “Sonsuz” diyor bana. “Sonsuz” benim icq’daki takma-adım idi.

 

N: Nereden geldi Sonsuz ismi aklına?

 

H: “Sonsuz”  ruh adı gibiydi ve beni çok ifade eden bir isim olduğunu düşünüyorum, içsel birşey bu. Hatta o kadar bütünleştiğimi düşünüyorum ki çocuğumun ismini de “Sonsuz” koymayı düşünüyorum.

 

 

N: Sonsuzlukötesi ismi de senin sonsuz nickinle mi çıktı?

 

H: Hayır,“Sonsuzlukötesi sonsuzluk enerjisi” adlı bir yazıdan çok etkilenmiştim. Bir arkadaşımın yazısı idi, sonsuzlukötesi ve enerjilerinden bahsediyordu, bir kanal bilgisi niteliğinde idi. Bu beni çok etkilemişti. Sonsuzluk ve ötesindeki sonsuzluktan bahsediyordu. Ayrıca iyi de bir marka oldu. J

 

N: Peki maceraya devam edelim. Sonsuz oluştu, sonra sonsuzlukötesi mail grubu ve ardından web sitesi, dergiler derken geldik derKi’ye? Neden derKi? Bu isim neyi ifade ediyor?

 

H: Aslında derKi’yi kurarken isim konusunda çok düşündük. Uzun süre “Frekans”, “Sprituel” gibi isimleri düşündük. Sonra anlamsız bir kelimenin daha kalıcı olacağını söyledi bir arkadaş ve anlamsız kelimeler üzerinde çalıştık. “Kendi aramızda uydurduğumuz Heboiki diye bir enerji vardır, acaba o mu olsun” diye gülüp eğlenirken, bir sabahın saat 6’sında derginin sonuna başına Ki’yi ekleyerek derKi çıktı bir an karşıma. Tam da aradığımız bir isim olduğunu düşündüm ve derKi de karar kıldık. İlk sloganımız da “internetin en ki’li dergisi” şeklinde idi ancak bu slogan pek bir  ifade yaratmıyordu insanlarda, yine 2-3 gün evvel sabah 6’da -Ki bana genelde sabah 6 civarı böyle şeyler geliyor-, derKi’ye yeni bir enerjiye gerek olduğunu, kimlik yenilenmesi olması gerektiğini düşündük. “İnternetin en Ki’li dergisi” sloganı çok fazla anlam ifade etmiyordu, bir enerji eksikliği vardı. Çeşitli kişilerden daha net slogan önerileri vardı ve sabah 6’da gelen enerji ile üzerinde biraz düşündükten sonra yeni bir sloganla şimdi yolumuza devam ediyoruz: “Yaşayan İnsanların Buluşma Merkezi”

 

 

N: Güzel bir slogan ancak “yaşayan insan” ne demek onu biraz açabilir misin? Kim yaşayan insandır?

 

H: Aslında bu slogan derKi’yi, amacını, misyonunu çok güzel ifade ediyor. Yaşayan insan demek sabah kalkıp rutin günlük işlerini yapıp, sonra eve gelip, TV seyredip, sonra çorabını bile çıkarmadan seks yapan, sonra geri yatıp ertesi gün aynı rutini yaşayan değil tabii ki. Bu bir nevi zombi hayatı gibi geliyor bana. Ama aynı şekilde ben bunları açtım diye gezen, ruhsal kanal bilgileri alıp, ben çok iyiyim, ben Tanrının bir parçasıyım diye ayakları yere değmeden yaşayan, yaşadığını içselleştirmemiş, sadece bilgide kalmış insanlar yani kopyala-yapıştır insaları da değil bizim sloganımızdaki yaşayan insanlar.

 

 

N: Kopyala-yapıştır (Copy-paste) insanları nasıl tanımlıyorsun?

 

H: Oturup konuştuğunda dünyaları anlatıyor, ama içselleştirmemiş, kendi hayatına geçirmemiş ve dinlerken diyorsun ki ben bunları okumuştum bir yerde,  x kitabın 108. sayfasındaki bilgi değil mi bu? Bakıyorsun hayatına anlattıkları ile hiçbir alakası yok. Ben derKi’yi kurarken işte bu konuya çok önem verdim ve şunu söyledim arkadaşlara: “sakın ha böyle ahkamlar kesmek yok. Neyi yazacaksanız, siz kendi deneyimlerinizi yazacaksınız. Reiki mi yazıyorsun, kendine göre Reikiyi ve deneyimlerini yazacaksın”. Bugün sanal alemde her türlü bilgiye ulaşmak çok kolay Reiki midir konu, binlerce yazı bulursunuz ama derKi de eğer bunu Neslihan yazıyorsa Neslihan’ın gözü ile Reiki olmalıdır ve sadece Neslihan’a ait bilgilerdir. İşte derKi’nin de okunma sebebi ve sırrı buradadır.

Birçok kişi çıkabilir karşımıza diyebilir ki işte ben x bilgisi aldım ve dünyalarım değişti, mucizeler yaşadım, şu oldu, bu oldu. Ama ben buna çok inanmıyorum zira bir insanın değişmesi, hayatının baştan sona değişmesi için çok fazla şey gerekiyor, çok fazla sentez gerekiyor diye düşünüyorum. O yüzden 1-2 kitap okuyup da “ben Tanrıymışım, ben istediğim herşeyi yaratabilirmişim, hayatım şöyle değişecekmiş” gibi bilgiyi içselleştirmemiş, gerçekten deneyimlememiş –miş’li –mış’lı konuşan insanlara, biraz yaşasınlar deneyimleri ondan sonra konuşsunlar diyorum. Bu kadar kolay değil bazı şeyler. Bugün böyle konuşup ertesi günü korkuları ile yüzleşemeyen insanlar, korkuları ile karşılaştığında neler hissediyorlar, daha önce papağan gibi aktardıkları bilgileri kullanabiliyorlar mı?

 

N: Peki derKi’de bu bilgilere sahip, bilen, deneyimlemiş ve  içselleştirmiş kimseler mi yazıyor? Yani korkusu ile yüzyüze geldiğinde ben korkumu seviyorum, onu kucaklıyorum gibi kaçamaklarla değil, yaşayarak, bizzat yüzyüze durup deneyimleyen kimseler mi derKi yazarları?

 

H: Evet, derKi yazarları hayat tecrübelerini paylaşıyorlar bir manada. Ne kadar çok tecrübe geçirse de bir insan “ben oldum” diyemez, “ben oldum” diyen derKi de yer alamaz. Bunu diyen: “ben artık oldum, gelişimimi tamamladım ve kendimi kapattım” diyor demektir. Halbuki olma yolunda yürüyor, hergün kendimizi yaratmaya devam ediyoruz.

 

N: Evet, çok limitli bir düşünce tarzı, evrenin yaratılış amacına da pek uymuyor. Bu sonsuz ve sınırsız evrende herşey dinamikse, an be an yaratım, gelişim devam etmekteyse, ben oldum demek evreninde gelişimini bitirmek olur.

 

H: Ben oldum, aştım, bittim, size gelip ışığımı paylaşayım filan… yok böyle birşey. Hepimiz  görüyoruz korkularımız var, yaşıyoruz. Güçlü ve zayıf noktalarımız var. Benim de bir sürü güçlü ve zayıf noktam var.

 

 

N: Nedir senin güçlü ve zayıf noktaların?

 

H: En  güçlü noktam olarak şunu söyleyebilirim kendime karşı acımasızca dürüstüm.  Zayıf  noktam ise bazı yerlerde dürüst olduğumu zannediyorum ama bazen kaçıyorum, bazı noktalarla yüzleşmekten kaçıyorum. Mesela bende çok yoğun bir savunma hali var, bu benim zayıf noktam. Bu noktaların yanında takıntılarım da var.

Şu hikaye aslında çok güzel özetliyor benim ve derKi’nin felsefesini:

Adamın biri çukura düşmüş, başından bir doktor geçiyormuş. Adam yalvarmış doktora ne olur beni çıkar diye. Doktor bir reçete yazmış atmış çukura. Bir din adamı geçiyormuş. Adam yalvarmış din adamına da ne olur beni buradan çıkart diye. Din adamı açmış ellerini yalvarmaya başlamış Tanrıya Allahım ne olur kurtar bu adamı bu çukurdan diye. Sonra adamın bir arkadaşı bu çukur yanından geçiyormuş, adam seslenmiş arkadaşına ne olur beni kurtar bu çukurdan diye. Arkadaşı çukurun içine atlamış, adam şaşırmış niye atladın çukurun içine şimdi ikimiz de çukurun içindeyiz. Arkadaşı evet ikimiz de çukurun içindeyiz ama ben daha önce bu çukura düştüm ve nasıl çıkılacağını da biliyorum, hadi gel birlikte çıkalım.

İşte derKi’nin de yapmaya çalıştığı bu, benim yazılarımda yapmaya çalıştığım bu. Düştüğüm çukurlarda çukuru tarif edip, nasıl çıkabildiğimi yada çıkamasan bile nasıl çıkamadığımı anlatmak. Çünkü insanlar öğütten öte kendini anlayan, kendi zorluğunu, güçlüğünü, sevinçliğini anlayan insanlar bekliyor. Şunu yap, bunu yap, bunu yanlış yaptın dediğinizde kimse yapmıyor.

 

 

N: İnsanlar, bir lugat gibi şu şöyle olmalıdır, bu böyle olmalıdır diyen özene benzene düzenlenmiş bilgilerle ahkam kesen kişilerden çok, bizzat acısını, tatlısını, sevincini yaşamış, tecrübe etmiş kişilerin paylaşımlarını dinlemeyi tercih ediyor.

 

H: Evet, işte derKi’de de bizim yaptığımız paylaşım bu. İnsanlar okurken “ya harbi bak benim yaşadıklarıma  ne kadar benzer şeyler yaşamış, peki kardeş ne yapılabilir?” dediği anda ona yardımcı olabilecek yazılar okuyorlar. Ha şunu da belirtmem gerekir, hiçbir şey için yani yaşanmış tecrübe dahi olsa çözümde tek bir yol yoktur, yüzlerce yol olabilir. Sonuçta herkes herkesten birşeyler alıyor.

 

N: Şimdi bu anlattıkların aslında derKi’nin misyonunu ve yeni sloganını çok güzel temsil ediyor. Yani yaşayan insanlar birarada kitap bilgilerini değil, yaşadıklarını, tecrübelerini, acılarını, sevinçlerini paylaşıyorlar.

 

H: Şimdi sen annesi ağır hastalık geçiren bir kişiye “üzülme, kendini rahat bırak, git doğada yürüyüş yap” dersen, sana tepki duyar. O noktada onun istediği senin onunla birlikte olduğunu gerçekten hissetmek, yaşamak. Bu sadece derKi için değil hayat için de böyle. Bugün karşında ağlayan, acı çeken kişiye sarılıp, ona yanında olduğunu hissetirebilmektir önemli olan, şöyle yap, böyle yap, ağlama demek değil.

 

 

N: Bu bana çok sevdiğim bir sözü hatırlattı.“karşındakine öğüt vermeden önce onun ayakkabılarını giy ve öyle konuş “ diye.

 

H: Tabii bunu da yapmak çok kolay değil, empati kurabilmek çok kolay birşey değil. Ben çoğu zaman kurarım ama kuramadığım zamanlar da oluyor. Yani karşındaki insanı hissedemediğin zamanlarda oluyor, insan sabit birşey değil ki, sürekli değişken. Mesela  şu anda Beşiktaş İnönü Stadyu’munun tam karşısındayız, bu bile beni etkiliyor. Beşiktaş bir maç kaybettiğinde ben gün boyunca iptal oluyorum, karşımdaki bana ulaşamaz. Ha şimdi bazı tipler var geliyor siz bu kadar okumuş adamsınız bir maç mı sizi böyle etkiliyor diye, evet bu çok farklı birşey yaşamadan bilemezsin.

 

N: Beşiktaş pabucu giymeden anlaşılmıyor galiba. J Aslında şu futbol konusu açılmışken ben de bir parantez açayım. Futbolun insanlar üzerindeki bu inanılmaz etkisi, yenilince 2 gün kendine gelememe hali yada kazanınca aylarca sevinçle dolaşma hali, maçtan önceki heyecan filan. inanılmaz bir duygu fırtınası estiriyor bir top ve peşinde koşan adamlar. Vallahi bazen düşünüyorum Reiki filan yanında çok hafif kalabiliyor, şu duygu selini yaratan şeyi bir formule etsekte ve kullanabilsek (tabii ki olumlu manada) herhalde dünya cennet olurdu. J Ayrıca bence Allah bozuluyor da olabilir bu futbol fanatikliği işine. O kadar güzellikler vermiş çevremizde çiçekler, böcekler, doğa…  ve binbir çeşit duygu hayatımızda, heyecanlar, aşk, hüzün, mutluluk… bunlar her an yanımızda, bizimle iken, bir 90 dakika ile insan tüm bunların pas geçip, topun verdiği bu enteresan anlamakta zorluk çektiğim çekim ile yatıp kalkabiliyor. Merak ediyorum çevremizde her an varolan Tanrının bu lütuflarına acaba bu kadar heyecan ve zaman ayırıyormuyuzdur!! Neyse konu açılmışken ben de içimi dökeyim dedim. J

 

H: Tabii bu futbolda bu böyle, ama aslında bu dünyada yaşıyoruz. Bu dünyadaki zevkleri tatmaya, keyif almaya geldim. Zevkler, keyifler  derken sadece sevinçler, güzellikler değil acılar da bunların içinde; acıdan da keyif almayı bilebilmek gerekir. Yoksa, oh ne güzel geldik Boğaz’ın kenarında oturuyoruz, lay lay lom hayat ne güzel değil. Boğaz’ın kenarında oturamayıp, paran yüzünden Boğaz’a inemediğin vakitler de var, bunları da yaşamak, bunları da kabul etmek. Mesela Beşiktaşlı olmak farklı bir duygu, Beşiktaş’ın Fenerbahçe’yi 4-3 yendiği maçta yaşadığım duygu doruğunu hiçbirşeyde uzun süredir yaşamamışımdır.

 

N: Parantez içinde çiçek ve böcekleri de unutacak kadar fanatik değilim ama belirteyim ben Fenerbahçeliyim ve şu an sen denizin tam kenarında oturuyorsun, hani bir hatırlatayım dedim.  J

 

H: Futbol sadece bir örnek yani diyeceğim herkeste farklı bazı şeyler var. Yani bu benim için bir keyif başkası için olmayabilir. Ruhsal bilgilerde okuyoruz: mesela Marlo Morgan kitabında vardı, herkesin biraraya geleceği oyunlar yaratmak. Ama ben açıkçası ben futbolda kazanma ve kaybetmeye alışmışım, herkesin biraraya geleceği, kimsenin kazanıp, kaybedeceği  bir oyuna alışabilir miyim bilmiyorum. Yani ben bu dünyada yaşayan Hasan Çeliktaş’ım. Yaşadıklarımdan keyif veya acı duyuyorum. Şu an Boğaz kenarındayız bundan keyif alıyorum. Şurda çift kaşarlı tost yemekten keyif alıyorum. Olmayanda da zor da olsa keyif almaya çalışıyorum. Yani hiçbir şeyin standartı yok. Birileri çıkıp şöyle yaparsan mutlu eder, böyle yaparsan mutlu eder deyip durur hep ama onların hayatına baktığımızda ne kadar mutsuz insanlar olduğunu görürüz.

 

 

N: Sonuçta derKi’de bu tarz insanlar yok öyle mi?

 

H: derKi’de asla ahkam kesen yazar yoktur, ahkam kesen yazı gelirse, hiçbirini yayınlamam ben.

 

 

N: Bu durumda derKi yazarları, derKi slogan dili ile “yaşayan insanlar”dan oluşmakta yani derKi’deki her yazar senin bu görüşünü paylaşıyor öyle mi?

 

H: derKi yazarlarının hepsini teker teker tanıyorum. Neler yaşadıklarını biliyorum.  Böyle olmayanlarını dışarıda bıraktım. Bana her ay yeni yazarlık başvurusu ve yeni yayınlanması istenen yazılar geliyor. Hepsine bakıyorum tek tek. Bu bakış açısının dışında olup, ahkam kesmeler, kendi yaşamayıp yaşamış gibi aktaranlar olduğunda red ediyorum. Bazılarında ise anlatım derKi’ye uymuyor o zaman onu başka yerlerde değerlendiriyorum mesela sonsuzlukötesi web sayfasında. Spiritüel ahkamlarla, meleksi tariflerle işimiz yok. Yazarların hepsi bunun farkında ve buna göre yazılarını hazırlıyorlar.

Zaten şunu unutmamak lazım ki yaşanmadan yazılan yazıyı okuyucu hisseder, enerjisi eksiktir bu yazının. Mesela ben yazılarımda yaşamadığım hiçbirşey yazamam. Çünkü o durumda bakıyorum güzel kelimelerle süslenmiş ama iç boş yazılar oluyor. Benim yazılarımdan etkilenen insanlar enerjisinden etkileniyorlardır, çünkü hepsini yaşamışım. yaşamadığım birşeyi yazamam, söyleyemem. Bu nedenle bazen 2-3 ay yazı yazamıyorum. Mesela  bir yazım var “Yaşadım Diyebilmem İçin” , bu yazıyı yazmam 7 ay sürdü. Bir süreç başladı ve yazabilecek enerji ve kıvam 7 ayda oldu, yazdım ve okuyan çok insan çok etkilendi. 7 ay boyunca ben onun enerjisini topladım. Oturup sadece yazı yazayım dediğim vakit o ahkamdan öteye gitmiyor, o yazılarımı hiç beğenmiyorum ve kimseyi de etkileyemiyorum.

 

 

N: derKi’de kaç yazar var?

 

H: 100 civarında yazar mevcut. Bunların 80 kadarı sürekli derKi’ye yazan ve ilk yazılarını veren insanlar. 6 tane yabancı yazarımız var hepsi uluslararası yazarlar.

 

 

 

N: Nasıl katıldı bu yabancı yazarlar derKi’ye sen mi davet ettin?

 

H: Ben davet ettim, kendilerine derKi’yi anlattım İngilizce sayımızı gösterdim.Zaten çoğu Türkiye’yi tanıyan yazarlar. Bir kısmı mevcut yazılarını kullanım hakkı verdi referans göstermek kaydı ile ve ücretsiz. Dan Millman gibi bazı yazarlar ise yeni yazıp gönderdiler. Zaten yazılar mevcut yazı dahi olsa yeni Türkçe’ye çevrildikleri için yeni yazılar sayılırlar.

derKi,  çeviri yazılarının ağırlıklı olduğu bir dergi olmadığından bu yazarların sayısı en fazla 9 olur. Bu arada Türk basınında halen çalışmakta olup, yazı yazan arkadaşlarımız var. Onların daha önce yayınlamış bazı yazıları var onlara da yer veriyoruz derKi’de. Bu yazılar derKi’nin hedef kitlesine yönelik ve gerçekten güzel seçilmiş yazılar. Unutulup gitsinler istemedik, okuyucularımızla paylaşmak istedik.

 

 

N: Bu kadar çok sayıda yazarı nasıl biraraya getirdin? 100 kişiden bahsediyorsun, bu aile nasıl oluştu?

 

H: Bir kısmı daha önce de belirttiğim üzere sonsuzlukötesinden arkadaşlarımızdı, bir kısmı kendi geldi yazmayı arzu ettiğini söyledi, bir kısım yazarı da yazılarını çok beğendiğim, insan olarak çok beğendiğim ve derKi’ye uygun kişileri de ben davet ettim. İnsanlar sizin yaptığınız işi görüp inandıkları vakit, onlara karşı niyetinizi aktarabildiğiniz vakit o zaman zaten kendileri gelmeyi seçiyorlar. Doğal olarak insanlar seçici oluyorlar, bir emek verecekler ve onun üzerine inşa edilecek yerin sağlam ve emekleri ile uyuşan emeklerini ezmeyen ve değiştirmeyen bir yer olmasında seçici davranıyorlar. derKi’de bunu yakayalayabileceklerine inandıkları için katılıyorlar.

 

 

N: Peki “yaşayan insanların buluşma  merkezi sloganı” ile yola çıkıldı ve sonsuz bir yürüyüş başladı, yolculuk nereye?

 

H: Hep şunu söyledim derKi’nin hedefi Türkiye’nin en çok okunan dergisi olmak değil. Şu anda zaten 60 bin civarı okuyucu var ve Türkiye’de okunuyoruz.

 

 

N: Aylık mı?

 

H: Evet aylık. Normal basım bir dergi için bu sayı çok iyi, internet dergisinde bu sayıyı yükseltmek mümkün. İlk sene hedefimiz 50 bindi ve ilk sene hedefimizi 10 bin geçerek 60 bin yaptık. 2. sene hedefimiz 150 bin kişi ama bunun yanında derKi’nin asıl en önemli hedefi uluslararası, dünya çapında bir dergi olmak ve şunu özellikle belirtmek istiyorum ki burada amaç dünya çapında tanınalım, acayip para kıralım değil. Biz senelerce hep yabancı yazarların yazılarını, fikirlerini okuduk ama kendi yazar ve fikirlerimizi yaymakta geri kaldık, bizim yazarlarımızın yabancı yazarlardan eksiği değil hatta fazlası var. Fakat bunları dışarı tanıtacak, taşıyacak bir sistemimiz olmamış adam gibi. İşte derKi’nin bir hedefi bu eksik kalmış misyonu tamamlamak, buradan tüm dünyaya bir köprü olmak. Bir de aynı zamanda ilerleyen vakit içersinde dünyanın çok değişeceğini düşünüyorum ben.

 

 

N: Ne gibi bir değişim bu?

 

H: Bu değişimler için pek çok senaryolar söylenir. Öyle ya da böyle bir şekilde değişimler gerçekleşecek, Marduk yaklaşabilir dünyaya, başka birşey olabilir ama 2012 ve civarında birşeyler olması gerekiyor zaten, çünkü şu anki sistem adaletli değil yani şu an dünya esasında güzellikle dolu ama çok adaletsiz bir dünya. Ya da hiçbirşey olmasa bile , bazı insanların bu dünya değişimi için birşeyler yapması gerekiyor. Bu düşünce sadece bana veya Türkiye’ye ait bir düşünce değil, tüm dünyada çeşitli yerlerde bu şekilde düşünen bir sürü grup var. Bu gruplar biraraya gelip çalışabilir ve bunların biraraya gelmesi ile oluşacak enerji ile bu yaratılabilir. Bizde derKi olarak bu gruplardan  biriyiz diyebiliriz. Sonuçta bu bir iletişim ağıdır, biz kendi üzerimize düşeni yapalım, diğer insanlarla da bilgilerimizi birleştirelim ve bu oluşumu yaratalım. Burada aslında biz Türk insanına çok önemli görevler düşüyor. Türkiye bu açıdan çok önemli bir noktada. Sadece coğrafya olarak 3 tarafı denizlerle çevrili, Asya ile Avrupa’yı birleştiren bir ülke olmaktan çok  tarihi, kültürü ve karmik bir durumu ve özel bir enerjisi var. Bu topraklar üzerinde yaşıyor olmak gerçekten çok zor ama bir yandan da çok geliştirici. Hayata farklı açılardan bakabiliyorsunuz ve bu bakışları paylaşabiliyorsunuz. Baktığınızda bu ülkeye spiritüel bilgiler, kültür yeni gelmiş değil ki. Bu topraklar Mevlanalar, Yunus Emre’leri bağrına basmış topraklar. Ve bizler böyle bir hamurdan yoğrulduk. Ve böyle bir hamurdan yoğrulmuş insanların yazdığı yazıları da tüm dünya ile paylaşmamız gerektiğini düşünüyorum.

 

 

N: derKi bu paylaşımı nasıl yaptı ya da yapacak?

 

H: Bu düşünce ile derKi’nin ilk İngilizce sayısını hazırladık ve sunduk tüm dünyaya ve pek çok yerden teşekkür mailleri geldi. derKi’nin bir misyonu idi bu ve gerçekleştirmek için adım attık. Amacımız daha iyi tanıtımlarla bu misyonu geliştirebilmek ve genişletebilmek. Bu sadece derKi ile kalmamalı, diğer gruplar da bu çalışmaları yapmalı. Ve bu misyon ile amacımız derKi’den uluslararası yazarlar çıkarabilmek, uluslararası tanınan ve okunan bir dergi olmak.

 

 

N: Çok güzel bir misyon ve hedef, gönülden amin diyorum. J Peki derKi hep sanal bir dergi olarak mı kalacak?

 

H: Esasında baskılı olmasını hepimiz çok istiyoruz ama baskılı derginin maliyeti çok fazla, dağıtım problemi var ve limitli kalıyor ve sanal bir dergi kadar rahat olamıyorsunuz. Büyük gruplara satıp, onlardan çıkardığın zaman dergiyi o zaman başka problemler oluyor. Çünkü büyük grupların şu andaki dergicilik anlayışı reklam alalım arasına dergi yapalım mantığı. derKi bu mantığa hiç uygun değil zira derKi’de bazı yazılar var 10 sayfalık bazıları 3 sayfalık. Diğer baskılı dergilerde bu yazılar kısaltılır veya hiç yayınlanamaz bile. Sayfa sayısı belli ve kısıtlı olduğundan içerikte aynı şekilde kısıtlı ve derin olamıyor. Biz derKi de bir külliyet oluşturuyoruz bir yandan. Yani bir konuyu sadece yazılmış olsun diye geçiştirmiyoruz gerekirse uzun uzun yazılıyor ve aynen yer veriyoruz.

 

 

N: Bir kısıtlama yok o zaman yazarlara “senin köşen 10 satırlık yada 2 sayfalık ona göre yaz” gibi değil mi?

 

H: Kesinlikle yok. Mesela yazarlarımızdan Burak Eldem’in Akşam gazetesi için yazdığı yazı. Sığsın diye bir çok yerinden kesmişler. Son derece sofistike ve değerli bir çalışma ve  biz derKi’de tam olarak yayınlayabildik, çünkü internetin avantajı bu. İnternet dergisi olmayıp, basılı yayın olsaydık bunu yapamazdık. Ama bir gün derKi’nin baskılı ciltleri çıkacak. Bunlar aylık dergiden öte 3-4 aylık saklanabilecek, ansiklopedik ciltler şeklinde olacak ve yazıları kesmeden, yerimiz yok bahanelerine girmeden aynen yayınlayabileceğimiz ciltler olacak. Zamanında yapılırdı böyle şeyler, mesela “Bilinmeyen” dergilerini gördüm, çok güzel ciltler yapmışlar ve insanlar ansiklopedik bilgi olarak yararlanıyor ve saklıyorlar bunları. derKi’nin de böyle olması gerektiğini düşünüyorum, çünkü içindeki yazılar aylık alıp atılacak yazılar değil onlar. Ben derKi’yi epik bir hikaye gibi düşünüyorum. Yıllar boyu sürecek, sadece 2-3 sene ile kalmayacak, hatta ben ilk 15 seneyi bir giriş olarak görüyorum ve sonrasında dünya ile entegre, dünyayı etkileyen, belki gelişme kısmı 40 sene sürecek bir süreç, bu bizim yaşam sürecimiz gibi. derKi ile biz bir yaşam süreci başlattık aslında. Birlikte yürüyeceğimiz bir süreç başlattık, bu süreçte yeni katılan arkadaşlar olacak, ayrılanlar olacak, belki şimdi 8 yaşındaki bir yazarımızı 20 yaşında göreceğiz, dünyaca tanınan bir yazar olduğunu göreceğiz.

derKi ilerde başka bir formata dönüşebilir, tıpkı sonsuzlukötesi mesaj grubunun, sonsuzlukötesi.com’a ve oradan derKi’ye dönüşmesi gibi, ama bu yolculuk ve misyonumuz hep devam edecek. Şimdi radyomuz var mesela, şu anda internet üzerinden yayın yapıyor. Bir istasyon kurmanın yüksek bedelini ödeyecek bir durumumuz yok bu nedenle internet üzerinden kendi hazırladığımız programlarla çok güzel ve çok beğenilen yayını devam ediyor. Zaman içinde belki de internetten gerçek bir radyoya dönüşecektir. Onu zaman gösterecek, yeni teknolojiler gösterecek ama yolculuk hep devam edecek.

 

N: Çok güzel hedeflerden, misyonlardan ve gelecek planlardan bahsettik. Şimdi seni alıyorum buradan ve tam bir sene önceki Hasan’ın yanına götürüyorum. derKi’nin yeni başladığı dönem ve o dönemdeki Hasan’ın bir gelecek vizyonu vardı. Sonuçta 1 sene geçti,  geleceğin bir kısmı yaşandı. Şimdiki Hasan ile o dönemdeki Hasanların hayallerini ve gerçekleşenleri karşılaştırabilir misin?

 

H: Tüm yaşadıklarımızın ve gerçekleşenlerin olacağını bekliyordum. Bazı arkadaşlar şaşırmıştı bu kadar kısa zamanda bu başarıyı beklemiyorlardı ama ben bekliyordum. Hedef  ilk sene 50 bin okuyucu 300 bin sayfa gösterimi ama onun ötesinde etrafı ile iletişime geçmiş değer verilen bir dergi olması. Ama başta hedeflere ulaşmanın nasıl bir duygu olduğunu bilmiyordum açıkçası. derKi ye sene sene hedeflerimiz var ve ben biliyorum ki bu hedeflerimize hep ulaşacağız ve ulşatığımızda da o tanımadığımız duyguları yaşayacağız. Bu nedenle bir sene önceki Hasan ile şimdi arasında his olarak karşılaştırma yapmam çok zor.  Zaman içinde hepimiz gelişiyor ve değişiyoruz, özellikle derKi bizi geliştiren bir deneyim oldu. Şimdi yazılan yazılara bakıyorum bu gelişimi orda görmek de mümkün, bir sene önce hadi sen de yaz diye ısrar ettiğim ama ben nasıl yazarım diyen kimseler şimdi muhteşem yazılar hazırlıyor, onlar da gelişti derKi ile birlikte. Ben kendi açımdan kendimi çok geliştirdim. Tüm bunların yanında bu 1 sene çok keyifli bir süreç oldu ve halen de bu keyifli süreci yaşamaya devam ediyoruz. Sonuçta; bir yılın sonunda hedefler açısından beklediğimizin biraz üstünde bir gelişme oldu ve bununla birlikte o güzel duyguları yaşıyorsun.

 

N: Hedefe ulaşmak size bu duyguları yaşattı.

 

H: Evet şöyle örnekleyebilirim. Ankara’dan İstanbul’a gelirken diyorsun ki 1-2 saat sonra Bolu Dağları’nda olacağım, o muhteşem dağ, temiz hava yeşillikte diye. Bolu Dağları’na geldiğinde  işte o zaman o dağın muhteşem manzarası ve temiz havasını yaşıyor ve beraberinde duyguları da yaşıyorsun. Arabada konuşurken bu duyguları ne kadar yaşıyorsun?

 

 

N: Hayatta da bu böyle değil midir zaten?

 

H: Evet, biz  niye burdayız? Hayat neden var? Tanrı neden evreni yarattı? Ben hep şunu söylerim: “yaşamı Tanrının cinsel deneyimi olarak düşünüyorum”.

 

N: Çok enteresan… Tanrı duymasın bence.  

 

H: Şöyle açıklayabilirim: insan cinsel deneyim yaşamadan evvel, cinsellikle ilgili herşeyi bilir, ama bu deneyim yaşandığında, yaşanan duygular bilinenlerden çok daha üstündür. Tanrı, Tanrı olduğunun farkındaydı, ama Tanrı olmanın ne olduğunu bilmiyordu. Tanrı kendini deneyimleyebilmek için yaşamı yarattı. Bence neden varolduğumuz, yaratıldığımızın cevabı burada gizli: Tanrı’nın kendini deneyimlemesi. Bu benim düşüncem. Yani bir örnekle birleştirirsek, bir nev’i Tanrı’nın cinsel deneyimi gibi işte. Bilgi var, deneyim yok ve ardından deneyim geliyor evrenler yaratılarak.

 

N: İnsanın da bu yaratılıştaki hedefi kendini keşfetmek kendi yaratıcılığını bulmak. Sen de bu yaratıcılığını derKi’de diğer tüm arkadaşlarla beraber ortaya koydun, keşif ve gelişim devam ediyor tabii ki.

 

H: Kesinlikle derKi’de daha çok başlardayız daha yapacağımız pek çok şey var. Daha ilk adımlardayız biz. Şu an yazılacak bir kompozisyon olsaydı, ilk cümlesi şu olurdu sadece: “bizim bir dergimiz var”.
Daha zaman içinde ne gelişmeler olacak ve ben yazar arkadaşlara hep bunu söylerim: evet, arada kendimizi tebrik edelim, çok iyi diyelim, ama daha yolun başındayız, yaratacağımız daha çok şey var. Biz olduk, derKi oldu demek çok yanlış. O zaman gelişimimizi kapatırız. Bu benim kendi gelişimimde bir anahtar olmuştur. Bu nedenle geleceğe yönelik de kesin bir şey konuşamam ben genelde, zira gelişim an ve an devam etmekte.

 

 

N: Tüm bu gelişim ve değişim içinde derKi gelişiyor, değişiyor, yazarlar ve sen de aynı değişim ve gelişim içindesin.  Bu kadar dinamik bir ortamda nasıl bir editörlük uyguluyorsun? Nasıl bir editörsün?

 

H: Benim editörlük sistemim, fakültemdeki ekiplerimle çalışma sistemimle aynı. Doğru adamları seç, onlara görevlerini, yapmaları gerekenleri söyle ve bırak kendileri yapsın ama sen bir yandan da onları yönlendir. Kimseye motomot sen şunu yapacaksın, bunu yapacaksın şeklinde olmak değil bu, herkes  sadece yapacağını bilmeli ve burada kendi yaratıcılığını ortaya çıkarabilmelidir. Şu ana kadar gelen yazılardan en fazla 10-15 tane ret ettiğim olmuştur ve yazılara müdahaleyi de sevmem, çünkü yazılar akış halinde yazılmıştır ve yapılacak müdahaleler yazının akışını, enerjisini etkileyebilir. Sonuçta ben editörlükten keyif alıyorum ve yazarlarımın da keyif aldığını düşünüyorum, çünkü kendilerine oynama alanı bırakıyorum.

Neslihan Yavuzer Behmuaras