“İnnadima bu dünyayı o kadar sevmişti ki, oğullarını ve kızlarını verdi ona. Tohumlarını, kanını armağan etti. Ama kötülük her zaman insanoğlunun içinde barınacak bir yer buldu. Efendi buralardan gidince, kem gözler onun oğullarına ve kızlarına çevrildi. Hırslarına, hilekarlıklarına, gaddarlıklarına teslim oldular ve Efendi’nin düzenine karşı ayaklandılar.” Seni Tılsımlar Korur’dan…
Burak Eldem, yeni kitabı “Seni Tılsımlar Korur” da, kitabın ana temasını belirlerken kurguladığı efsanede böyle demektedir. Ama bu kurgulama efsane, insanlık tarihine şöyle bir göz gezdirildiğinde, tarihin insanlığa bıraktığı bir takım işaretlerden çok da uzağa düşüyor değildir, hatta sadece tarihsel bilgilere değil günümüzde cereyan eden olaylara da göz gezdirdiğimizde bize ne kadar tanıdık geldiğini görmekteyiz; kitaba daha dikkatli baktığımızda kitapta ki bazı bölümlerin çok şaşırtıcı bilgiler içermesi de hayret edilecek ölçülerdedir. Özellikle son günlerde dünyayı sarsan Endonezya’da meydana gelen deprem ve ardından gerçekleşen felaketlerden ve ayrıca ortaya çıkan virüs tehlikesinden, Burak Eldem’in kitabında bahsettiğini görmekteyiz. Bu yüzden kitabın ayrıntılı incelemesini yapmayı gerekli gördük ve bu incelemeyi yaparken de güncel olaylarla karşılaştırarak gideceğiz.
Tarihteki ilk uygarlık olan Sümer de tanrı kral Anu ile başlayan serüven Burak Eldem’in konuya el atmasıyla bizi oldukça heyecan verici mecralara taşımaktadır; özellikle insanın kimlik arayışı içinde olduğu ve kendini sorguladığı şu günlerde…
Bilindiği üzere artık tarihçiler ve bilim çevreleri tarafından, bu düşünceyi değiştirecek yeni bir bilgi çıkana dek, uygarlığın ilk başladığı yerin M.Ö. 3100 civarında Mezapotamya ve Sümerlerinde ilk uygarlık olduğu kabul edilmektedir.
Burak Eldem uygarlığın dünya sahnesinde görüldüğü Sümer uygarlığının üzerine kondurduğu, şaşırtıcı, gerçekliğe inanılmaz vurgu yapabilen ama bir o kadar da sürükleyici ve fantezide sınır tanımayan bir hikayeyi, şu an ki dünya düzeninde dönen perde arkası oyunlara ve güç odaklarına bağlamayı büyük bir ustalıkla başarmıştır.
Peki, bu hikayenin bu denli başarılı olmasının sebebi acaba nedir..? Kitabın tarihsel gerçeklere atıfta bulunması mı, Burak Eldem’in verilen ipuçlarını doğru birleştirebilmesi mi, şu anda ki yeni dünya düzeni arayışına objektif bakabilen her gözün görebileceği gerçeği görebilmesi mi yoksa sadece hayal gücü mü?
Bir yazar nasıl bir hayal gücüne sahiptir ki, kitabın piyasaya çıkışının ardından çok kısa bir süre sonra gerçekleşecek ve henüz hiç kimsenin tahmin bile edemediği olaylar hakkında bu denli sağlam bilgileri bir hikaye çerçevesinde bize sunabilmektedir..? Bu gerçekten sadece hayal gücünün eseri midir, burda ciddi anlamda durup düşünmek için bir süre mola vermek durumundayız…
Molamız bitti, devam edelim…
Burak Eldem nasıl oluyor da, uzak Asya da gerçekleşecek bazı olaylardan kitabında böyle çarpıcı bir biçimde söz edebilmektedir..?
2004 yılının son günlerinde bütün dünyayı şok eden büyük bir doğal felaket gerçekleşti. Endonezya’da, Sumatra Adası açığında 26 Aralık 2004’te meydana gelen 9 büyüklüğündeki deprem ve tsunaminin ardından bölge ülkelerinde 234 bin insan hayatını kaybetti.
Deprem ve tsunami felaketinin ardından, Blackman komutası altında, üç deniz kuvvetleri birimi Tayland, Sri Lanka ve Endonezya’ya gönderildi. ABD askeri uçakları, bölgede halen ‘gözlem’yapıyor. Blackman, Irak’a Özgürlük Operasyonu sırasında deniz kuvvetlerinin Bağdat’a girmesinden sorumlu olmuş ve işgalde Koalisyon Kuvvetleri Kara Birimi Komutanlığını üstlenmişti. ( Basından )
Endonezya ordu ve hükümet yetkilileri, bütün yabancı askeri birliklerin en geç 31 Mart akşamına dek ülkeden ayrılmalarını istedi. ABD yönetimi, resmi olarak ve biraz da “asabi” bir ses tonuyla, “Yardıma giden birliklerden niye böyle bir şey talep edildiğini” Endonezya hükümetine sordu. ( Basından )
Endonezya neden bu kadar rahatsız olmuş, böyle sert ve kesin bir istekte bulunmuştu acaba..? Yoksa onlar da Burak Eldem gibi bazı olacaklardan rahatsızlık mı duymaktaydılar?
“…, ilkin şu Endonezya ve Filipinler’deki savaş çıktı, hemen ardından da hızla yayılıp dünyayı tehdit etmeye başlayan Sumatra virüsü.” Seni Tılsımlar Korur’dan…
İnsan için öldürücü H5N1 virüsünün Tayland’da iki bölgede daha ortaya çıkmasının ardından, ülke alarm durumunda bulunuyor. Son iki bölge ile, ülkede kuş gribi görülen eyaletlerin sayısı sekize çıktı. ( Basından )
Dünya Sağlık Örgütü’nün grip uzmanı Klaus Stohr ise, Tayland ve Vietnam’da 32 kişinin ve Asya’nın dört bir yanında milyonlarca tavuğun ölümüne yolaçan H5N1 kuş gribi virüsünün uluslararası bir salgına yol açmasının yüksek olasılık olduğunu belirtti. ( Basından )
Güney Doğu Asya’da ki Tsunami sonrasında Kuş Gribi Pandemisi riskinin artacağı konusunda kaygılar ortaya çıkmaya başlamıştır. ( Basından )
“Sumatra virüsü. Son birkaç aydır yüzlerce insanı sessizce yutan, dehşet verici virüs. Gazetelerden, televizyon haberlerinden bildiğim kadarıyla, saptandıktan sonra birkaç hafta içinde alıp götürüyor insanları.” Seni Tılsımlar Korur’dan…
Olayların kronolojisinde oldukça ilginç benzerlikler gözlenmekte, değil mi? Bir de ABD ve George W. Bush cephesine bir göz atalım isterseniz…
George W. Bush ikinci dönem konuşmasında: “Zayıf olduğumuz yanları gördük ve bunun en derin kaynaklarını. Dünyanın tamamı, nefreti besleyip cinayeti hoş gören ideolojilere eğilimli bir zulmün ve öfkenin içinde yavaş yavaş kaynarken, şiddet toparlanıp yıkıcı gücünü katlayarak artıracak ve en iyi savunulan sınırları bile aşıp, ölümcül tehditleri büyütecek. Tarihte, nefret ve öfkenin egemenliğini kırıp, zalimlerin emellerini açığa çıkaracak ve iyi niyetlilerle hoşgörülüleri ödüllendirecek bir tek güç vardır, bu da insan özgürlüğünün gücüdür. Olayların gelişimi ve sağduyu, bizi bir tek sonuca yönlendiriyor: Ülkemizdeki özgürlüğün korunması, başka ülkelerdeki özgürlüğün başarısına bağlıdır. Dünyada barış için tek umut, özgürlüğün bütün dünyaya yaygınlaştırılmasıdır.” demektedir.
Peki ya Burak Eldem kitabında ne demektedir:
“On yedinci yüzyıla gelindiğinde, artık tek ve büyük dünya devleti idealine Kilise olmadan yürümeye karar vermişti Muhafızlar. Bu kopuşla birlikte, Reformculara ve Aydınlanmacılara destek verildi, zenginliğin yeni üretim teknolojileriyle, yeni ve gelecek vaat eden bir kesimin öncülüğünde üretilmesinin yolu açıldı.” Seni Tılsımlar Korur’dan…
“Onların varlığı, Muhafızlar’ın da varlık nedenidir ve ilk katılanlara daha işin başında bu gizli tarih anlatılır: İnsanların zincirlerinden kurtulup, saygınlıklarını ve özgürlüklerini kazanmalarının, yeryüzünün efendileri olmalarının tarihi.” Seni Tılsımlar Korur’dan…
Project for the New American Century kısa adıyla PNAC ya da türkçe deyimiyle Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi adı altında yürütülen proje, ABD’yi dünyanın tek lideri yapmak için oluşturulmuş bir projedir ve 2. kez ABD başkanlık koltuğuna oturan George W. Bush’un bu projeye uygun hareket ettiği ve bu projenin yaratıcıları tarafından desteklendiği bilinmektedir. Project for the New American Century tarafından yayınlanan “Rebuilding America’s Defenses” (Amerika’nın Savunmasını Yeniden İnşa Etmek) raporunda Özellikle Dönüşüm süreci, devrimci değişiklikler getirse bile, yeni bir Pearl Harbour gibi, felakete yol açan ve kolaylaştırıcı bir olay yaşanmaması halinde, bu uzun bir süreç olacaktır.” denilmesi kafalarda soru işaretleri oluşturduğundan, ABD’nin 11 Eylül 2001 yılında ikizkuleler saldırısı olarak bilinen terör saldırısına maruz kalmasının ardından, bu saldırı mercek altına yatırılmış ve görünen manzara iç bulandırıcı nitelik taşıdığından kafalarda ki soru işaretlerini iyice artırmıştır. ABD 2. bir Pearl Harbour vakası ile karşı karşıyaydı ve bu yönde ortaya atılan teorilerin toplandığı odak noktası, bu saldırı, ABD tarafından dünyanın tek lideri olmak için gerekli alt yapıyı oluşturabilmek, kendine geçerli bir mazeret yaratabilmek ve süreci hızlandırabilmek için kendi kendine karşı bilinçli olarak gerçekleştirdiği bir eylemdi.
“Çünkü hırslılar, çünkü açgözlüler… zamana yayılması gereken bir ıslah sürecini beklemek istemiyorlar. İktidarı istiyor onlar, gücü istiyorlar… ve ölümsüz olmayı. Her şeyi mahvedecekler, her şeyi…” Seni Tılsımlar Korur’dan…
Dünya üzerine dönen bu karanlık ve insanlık dışı oyunların dünyaya ve insanlığa ne kadar zarar getirebileceğini keskin bir uzak görüşlülükle görüyor Burak Eldem ve soruyor:
“Hangi büyük değişim zavallı adam, nasıl düşler peşindesin, hangi sapık hayalleri görüyorsun? Al bak değişimine: Endonezya’da her gün yüzlerce insan ölüyor. İcat ettiğiniz yeni virüs kabus gibi yayılıyor dünyada. İklimin canına okudunuz. Bu mu değişim?” Seni Tılsımlar Korur’dan…
Ve daha bir çok gizli kapaklı planlar yapılmakta ve inanılmaz oyunlar dönmektedir perde arkalarında…
ABD neden DNA araştırmalarına bu kadar büyük oranda bütçesinden pay ayırmaktadır, her şey sadece hastalıklarla mücadele etmek ve insanlığın daha sağlıklı yaşaması için midir? Yoksa başka bir takım beklentileri mi bulunmaktadır?
1999 yılında Oktar Babuna adlı bir doktorun yakalandığı kan kanseri hastalığı için ülkemizde binlerce insan kan vermiş ve uygunluk araştırmasının yapılabilmesi için toplanan kan ilik örnekleri yurtdışına gönderilmiş ve bu esnada zamanın Sağlık Bakanının gen haritamızı çıkarmak istiyorlar ifadesi yüzünden bayağı bir sansasyon çıkmış, bu kan verme kampanyası durdurulmuş, Oktar Babuna’da bu esnada aniden iyileşmiş ama incelenmek üzere ABD ye giden kanlar geri gelmemişti. Dönemin Sağlık Bakanı Osman Durmuş daha sonra Sağlık Bakanlığı’nın bu konuyla ilgili çıkardığı genEtik adlı kitapta “Ulusal ilik serüvenimizde Sağlık Bakanlığı olarak başında herkesin yadırgadığı, sonunda herkesin desteklediği yaklaşımımızı, bir politikacı uyanıklığı olarak değil, bir bilim adamı şüpheciliğiyle değerlendirmek daha doğru olacaktır.” şeklinde ifadede bulunmuştur.
“Yüzündeki ciddiyette en küçük bir eksilme yok, hala kaşları çatık. Birkaç saniye gözünü kırpmadan yüzüme bakıp, devam ediyor:
Kan mı aldılar? Ne maksatla?” Seni Tılsımlar Korur’dan…
Amerika’nın aradığı neydi, elde edeceği bazı verilerden üstün bir ırk mı yaratmaya çalışıyordu yoksa üstün bir ırkın izlerini mi sürmeye çalışıyordu?
“Gözcüler için, Tanrı’nın bizden daha üst düzey oğulları yakıştırması yaptın. Ama cinsel olarak bizim kadınlarımızla uyumlu oldukları için, onlarla yattılar. Eğer bu ilişkilerden çocuklar doğduysa, bilgi getirmenin dışında, genetik bir şeyler de vermiş olmaları gerekir insanlara.” Seni Tılsımlar Korur’dan…
Amerika gerçekten özel bir genetik bilgi arıyorsa bununla ne yapmayı planlıyordu acaba? Amerika’nın ulaşmaya çalıştığı hedef, gerçekten içinde inanılmaz ihtiraslar mı barındırıyordu?
“Tıpkı kutsal kitaplarda anlatıldığı gibi, yüzlerce yıl, belki daha da uzun yaşayacak, hatta belki ölümsüzlüğü yakalayacak bir insan soyunu yaratmanın anahtarı elimize geçiyor artık.” Seni Tılsımlar Korur’dan…
Kitapta daha da ilginç unsurlar da var elbette… Rüyalar; iç dünyamıza açılan penceremiz hatta belki de daha uzaklara… Çok daha uzaklara, hatırlayamadığımız ama beynimizin bir yerinde hep var olan gizemli bazı bilgilere…
İnsanın kim olduğunu keşfetmesi bakımından çok önemli işaretler atıyor yollara Burak Eldem, rahatlıkla takip edebilelim diye.
“Nehir yatağında tıslayarak beni kovalayan yılanlar… Nehir, tapınak dehlizlerinin kod adı. Yılan da, demek ki bildiğimiz yılan falan değil, bir grup rahip. Yılan rahipler… Onlardan kurtulmaya çalışan ve soluk soluğa kaçan biri… Kafatasımın içinde yine küçük bir patlama oluyor sanki. Tanrım, ben kimin kabuslarını görüyorum?” Seni Tılsımlar Korur’dan…
Peki ya bunca olumsuzluğa rağmen insanı yaşama bağlamakta hala çok etkin güce sahip olan aşk yok muydu? Karanlığı dağıtan, umut veren gerçek bir sevgi… Olmaz mı… Aşksız ve sevgisiz bir yaşam, zamanın hangi diliminde görülmüş ki şimdi de olsun. Hatta bu aşk zamanın ve mekanın ötesinde, yüzyıllar boyunca ateşi hiç sönmeyen bir aşk…
“En sık gördüğüm düşlerden birinde, büyük, geniş sade ama çok güzel döşenmiş bir odadayım, diyor. Garip, otantik süs eşyalarının olduğu, büyüm mumlarla aydınlatılmış bir oda. İçimde garip bir korkuyla, ilerideki yatakta uyumakta olan adamın yanına gidiyorum. Üzerindeki örtü sıyrılmış, belden yukarısı çıplak, derin bir uykuda bu adam. Aşağı yukarı 40 yaşlarında falan.” Seni Tılsımlar Korur’dan…
En zor anlarında karanlık kabuslarından veya içine düştüğü derin ve karanlık çukurlardan ya da girdiği çıkmazlardan nasıl çıkabilir ki acaba insan? Bunun için kendisine en zor anında yardım elini uzatmayı başarabilen bir koruyucuya mı ihtiyaç duyar acaba ya da tılsımların koruyucu etkisine mi yoksa? Bir faydası olur mu acaba tılsımların…? Denemeden kimbilebilir ki, denemeye değmez mi?
“İs-setep sa khefet çeti eka.
Ne dediğimi anlıyorsun değil mi?
Birden tüylerim ürperiyor; içimde bir şeyler kıpırdanmaya başlıyor sanki.
Evet, diyebiliyorum ancak, fısıldar gibi.
Sen konuştukça, tılsımlar seni korur dedin, değil mi?” Seni Tılsımlar Korur’dan…