Üşürler diye dile getirmeye kıyamadığım kelimelerim var benim; sıcak kalsınlar yeter ki, hep kalbimde saklarım… Gürdal ÇAKIR

Yalnızlık duygusunun hepimizde hakim olduğu zamanlar vardır ; öyle ara ara kendini  delice hissettiren,göz yaşartan ya da beynimizi kemiren… Aslında biliriz yalnız değilizdir, sevenlerimiz hep bizimle…Ama yine de insan ruhunda vardır her daim  anlatamadığı bir şeyler, paylaşmak isteyip de paylaşamadığı bir yalnızlık duygusu…İşte öyle bir zamanımda vuruldum bu kitabın adına… “Sen benim döneceğim yalnızlığımsın…” diyor Gürdal Çakır ve de öyle güzel anlatıyor ki duygularını… Hepsi birer içsel deneme yazısı, hepsinin hikâyesi ayrı… Bu hikâyeleri oluşturan duyguların esas muhatabı ise ya da yazarın gizemli ilham perileri diyeyim ben ona; çoğunlukla farklı kişiler, varlıklar, değerler… Ben, yarım kalan, sonu hüsran, kavuşamadığım aşklarımı düşündüm okurken, öyle hissettim Gürdal Çakır ‘ın duygularını… Belki yanıldım ama okurken çok keyif aldım,kendi içime daldım.Önemli olan da, okuduğunuz kitabın herkese yani size hitap edebilmesi değil midir ? Herkes diyorum çünkü yalnızlığımız, sevgilerimiz, isyanlarımız, kızgınlıklarımız,umutlarımız; hepsi bize dair,bizi biz yapan ilişkilerimize, beni ben yapan duygularıma… Yani; sana,bana,ona… Size de dokunacaktır elbet; farklı yerlerden farklı hikayelerinize, geçmişinize,belki de yaşadığınız an’a … Bunu okumadan anlamak mümkün değil. Peki, Gürdal Çakır kimdir? O ne düşünüyor kitabı hakkında, ben ne kadar anlayabilmişim yazdıklarını J  Hepsi bu röportajda… Okuyun siz karar verin!

senbenim“Sen benim döneceğim yalnızlığımsın”…  kitabınızın adı.  Ben henüz kitabınızı okumadan öncelikle adından çok etkilendiğimi itiraf etmeliyim. Bence çok doğru düşünülmüş, içeriğine de uygun düşen bir kitap adı olmuş. Peki, kitabın adından yola çıkarsak ;  yalnızlık ve aşk iç içe yaşanan duygular mıdır sizce ?

Gürdal Çakır: Bence iç içeden ziyade bağımsız şekilde yaşanan duygulardır; yani yalnızlık aşktan doğar, aşkta yalnızlıktan doğar.Öncelikle, aşk yalnızlıktan doğar. Çünkü insanlar belli bir süre içerisinde, hayatlarındaki yaşamış oldukları yalnızlığın sonrasında aşka ihtiyaç duyarlar.Aşkın aslı, ilk başta yalnızlık harici bir bütünleşme olarak algılansa bile sonrasında aşkın tamamen yalnızlığın ta kendisi olduğunun farkına varılır.O yüzden ikisi de birbirinden doğar,bence iç içe geçmekten ziyade çok bağımsız, farklı-farklı, biri kuzeyde biri güneyde yaşayan iki farklı duygudur.Ama bir araya geldiğinde de böyle birbirlerine çok benzeyen ,uzun yıllardır farklı yerlerde yaşayıp da,  birbirine kavuşamamış iki kardeşi bile farklı hissettirecek nitelikte duygular olduğunu düşünüyorum.

Siz; yalnızlığa-aşka-hayata dair deneme yazılarınızı bu kitabınızda birleştirdiniz. Ancak, kitabınızın geneline baktığımızda daha çok tek tip bir aşka yani yarım kalmış bir aşkınıza-tek bir kadına hitap ettiğinizi sezinledim. Öyle mi acaba?

Gürdal Çakır:  Hayır , aslında insanlar harici diğer bir takım nesnelere bile yazılan ; bir buluta,güneşe,hatta bir bardak çaya ya da sigaraya yazılan yazılar da var ama  insanlar kitabı okuduklarında tabi daha çok bir sevgiliyi algılıyorlar,belki de işin güzel olan tarafı budur.Ama insanlara yazılan yazılar içinde de,özellikle tek bir kişiye yazılan değil, farklı insanlara da yazılmış yazılar var.Bir kişiye tabiî ki birden fazla yazı yazılmıştır ama yazıların hepsi sadece tek bir kişiye değil yani,farklı farklı insanlar da var .

(Aşk söz konusu olunca kitapta bile sezinlediklerimde yanıldım :))

Erkekler duygularını pek dile getirmeyi, belli etmeyi sevmezler. Tabi bu durum daha çok Türk erkekleri için geçerli. Bunu yapsalar bile, bu romantik taraflarının herkes tarafından bilinmesini dahi istemezler. Ama siz maşallah döktürmüşsünüz…

Gürdal Çakır:  Ben genç sayılan bir yaşta olmama rağmen hani çoğu insanında söylediği bir şey vardır ya , “çok şey yaşadım ben diye” işte ben gerçekten çok şey yaşadım. Çok şey yaşadığım için artık bu saatten sonra gerekli-gereksiz, vakitsizlik gibi kayıplara gerek olmadığını düşünüyorum, yani öyle bir vakit kaybım yok. O yüzden de ne hissediyorsam ya da ne düşünüyorsam bunların hepsini bir çırpıda karşımdakine söyleyebilmeyi tercih ediyorum.Yani hiçbir şekilde bir şeyleri zamana bırakmak ya da  içimden on tane cümle geçiyorsa dokuz tanesini söyleyip bir tanesini kendime saklamak gibi bir amacım yok.Ben on tane şey düşünüyorsam onunu da söylerim.Bu yüzden de kimseden ne gocunurum ne  utanırım ne de sıkılırım,söylerim yani.

Yaşadığınız tecrübelere baktığınızda duygularınızda bu kadar açık sözlü olmanın, saklanmamanın faydasını gördünüz mü gerçekten?

Gürdal Çakır: Çok gördüm,ilk başta görmeseniz bile sonrasında görüyorsunuz.Niye sonradan görüyorsunuz ? Çünkü her şeyden önce bu kadar açık sözlü olmak sizi farklı kılıyor. Ben bunu farklı olmak için yapmıyorum, o apayrı bir konu ama bu durum otomatikman sizi farklı kılıyor. Niye farklı kılıyor? Çünkü zaten içinde bulunduğumuz zamanda herkes oynuyor. Ve herkesin oynadığı çok sonra ortaya çıktığı için günün birinde oynamadığınız insan size geliyor ve diyor ki “evet,sen farklıymışsın , çünkü sen en başından beri hiç oynamadın” .Çünkü oynayan insanları görüyor ve onları gördükten sonra oynamayan bir tane insan olduğu için hayatında, bu sefer sizin yeriniz çok ayrı olabiliyor.

Peki, bunun geç algılanması kötü, rahatsız edici değil mi sizce?

Gürdal Çakır: Onlar için kötü, benim için bir sıkıntı yok. Çünkü, ben hep şöyle derim ; “ben mutluluğa ortak olan değil mutluluk yaratanım”.O yüzden sıkıntı yok. Ben bugün seni mutlu ediyorken yarın gidip bir başkasını mutlu edebilirim. Çünkü işin cevheri bende. Yani, karşıdakinin kaybettiğinde yanması gereken bir durum bu , ben yanmam.İnsanlar sadece yüklenmiş olduğum misyonu gerçekleştirmem için önüme çıkan kaderlerdir yani fırsatlardır,şanslardır,yüce kişilikler,varlıklardır. Ben onlara görevimi tamamladıktan sonra vicdanım rahattır.

Yani siz hiç kaybetmezsiniz öyle mi ?

Gürdal Çakır: Hayır, hiçbir şekilde kaybetmem.

“Ya tamamlanamayan bir yanımsın, ya da yanımdan geçen bir an…” kitabınızdan seçtiğim bir sözünüz. İnsan yarım kalan aşkların ardından mı aşka da daha çok hapsoluyor, ona yazılar yazıyor? Aşkı aşk yapan bu mudur sizce; ulaşılmazlık, kavuşamamak?

Gürdal Çakır: Ben ona inanmıyorum.Ama ilk başlarda bende öyle zannediyordum.Önceleri ne kadar az görürsem,ne kadar çok özlersem, bir şeyleri ne kadar az tüketirsem,yavaş tüketirsem o zaman daha kıymetli olacağını düşünüyordum; artık yaşanan tecrübeden midir,geçen yıllardan mıdır,ya da ne bileyim gördüklerimden midir nedendir bilmiyorum.Ama şimdi tam tersini düşünüyorum.Hiçbir şeyin ertelenmemesi gerektiğini ,ne kadar çok şeyi ne kadar çabuk paylaşırsan o kadar çabuk alışıp o kadar çabuk tutku oluşabileceğini,bağlanılabileceğini düşünüyorum.Önceden ulaşılmazlığın daha bağlayıcı olduğunu düşünüyordum,şimdi tam tersi içinden geleni hemen yaşamanın daha çok bağladığını düşünüyorum.Yani  ulaşılabilir olmanın daha çok bağladığını düşünüyorum.Ulaşılmazsa daha güzel aşk olur,yarım kaldıysa daha büyük aşktır gibi bir şey yok.Yarım kaldıysa kıymeti yoktur,kalmaması lazım.Eğer gerçekten aşıksan hiçbir şey yarım kalmaz.

Ne kadar yanılmışım ben. Kitabı okurken hep yarım kalmış bir aşk hikayesinin yazıları bunlar diye düşündüm. Okuyucu nasıl anlamak isterse öyle anlar ya yazıları sanırım ondan.Oysa siz; bende ilişkiler yarım kalmaz,ben kaybetmem diyorsunuz. 🙂 Oysa ben size acımıştım bile…

Gürdal Çakır: Ne kadar alakasız oldu değil mi? Ama onları yazdığım psikolojiyi tek tek ele almak lazım, şimdiki psikolojiyi tek tek ele almak lazım. Bana acımış olduğun yazı belki yedi yıl önce yazılmış bir yazıydı. Onların arasında yedi yıl önce yazılmış, o zamanın psikolojisiyle yazılmış  yazılar var.Aradan yedi yıl geçmiş ben bu hale gelmişim,düşünceler değişebiliyor tabiî ki.Ama aşkı yaşayış şeklim hep aynıdır, o yıllarla değişmez.Kurduğun cümleler değişiyor,önceden seni seviyorum’u çok açık söyleyebiliyorken , şimdi seni seviyorum cümlesini daha az kullanıyorsun ama sevdiğini hareketlerle daha fazla beli etmeye,anlatmaya başlıyorsun.Sanki biraz susuyor insan büyüdükçe,sessizleşiyor,hareketler konuşuyor,yaş küçükken ise daha çok konuşuyorsun.

Peki, kitabınızdaki geçmiş dönemlere ait yazılarınıza baktığınızda onlarda bir saplantılık durumu var mı sizce?

Gürdal Çakır: Hayır, şimdi daha çok saplantılıyım.

Saplantı, aşk ve sevgiyi birbirinden nasıl ayırırsınız?

Gürdal Çakır: Saplantı zaten alışkanlıkla gerçekleşen bir şey. İnsan bence yaş ilerledikçe, yıllar geçtikçe alışkanlıklarından daha zor vazgeçiyor, küçükken ise daha çabuk vazgeçebiliyor. Sevgi bir ömür süren bir şey, aşk ise genelde insanların yalnız kaldığı zamanlarda gerçekleşen ve sonradan biten bir şey. Çünkü, aşk oradan oraya zıplayan bir tavşan gibi geliyor bana. Aşk, daha bedensel bir şey bence.

Siz aslında müzikle iç içe olan bir insansınız. İstanbul FM’de genel yayın yönetmeni, müzik direktörüsünüz. Aynı zamanda radyo programınız da var. Peki, esas mesleğiniz bu iken kitap yazma fikri nasıl ortaya çıktı?

Gürdal Çakır: Bunlar yokken kitap vardı çünkü.

Nasıl yani ? (Şaşırmaya devam )

Gürdal Çakır: Ben 99 yılında yazmaya başladım. Kitap yazmıyordum ama o zamanlar yazı yazmaya başladım, günlük tutuyordum. Bir erkeğin günlük tutması garipsenir ama ben 20 yaşına kadar günlük tuttum.18-19 yaşlarındayken bir kız arkadaşım vardı.Ona yazı yazmak istiyordum ama yazamıyordum,daha doğrusu hiç denememiştim.Ama direttim,yazıcam dedim ve  onun sayesinde yazmaya başladım.Yazdıkça yazdıklarımı beğenmeye başladım ve devam ettim yazmaya.Gece gündüz odamdan bile çıkmıyordum o sıralar.Yani müzikten,radyo hayatımdan önce yazma vardı.Ama hiç kitap yazmayı düşünmemiştim.99’dan bu yana yazdıklarım birikmişti,bazılarını internette web sitemde paylaşıyordum, sağda solda derken epsilon yayınevi birkaç sene önce benimle görüştü,bir şeyler yapalım dedik  ama o zamanlar olmadı,kısmet değildi.Sonra geçen sene kısmet oldu,bir daha yapalım mı diye kalkıştık , buluştuk,topladık yazıları,içlerinden eledik ve kitabı çıkardık. O elediklerimizden de bir kitap daha çıkar ayrıca.

Tabi başta bunu bilmeyen insanlar şöyle de düşünebilir: “Bak, adam radyocu ama o da kitap çıkarmış,herkeste çıkarıyor zaten”. Peki,siz hiç böyle eleştiriler aldınız mı ?

Gürdal Çakır: Eleştirseler ne olur ki ? Kitap çıktı bir kere,istedikleri gibi düşünebilirler ama olayın aslı bu ; ben zaten 99 yılından beri yazıyorum,yazdıklarımı da yarın öbür gün çoluğuma çocuğuma en azından bir hatıra olsun diye eline tutuşturabileceğim bir kitabı çıkarma imkanım da varsa ki, bu herkesin isteyeceği bir şeydir,benim imkanım vardı ve çıkardım çok şükür.

gurdal-cakirKitabınızı destekleyen önemli  isimler de var ; Cengiz Semercioğlu,Ayşe Özyılmazel,Mesut Yar,Metin Uca,Mevlüt Tezel ve Sinan Akçıl’ın da kitapla ilgili görüşlerine kitabın arka kısmında yer verilmiş.Peki tanınan ve medya çevresi geniş olan biri olmasaydınız yine de bu kitabı çıkarmaya cesaret eder miydiniz ?

Gürdal Çakır: Ben isteseydim bu kitabı yıllar öncesinden  çıkartırdım ama benim öyle bir amacım yoktu, benim kanıma girildi. Yayınevinin ve arkadaşlarımın ısrarı ve katkısıyla oldu. Kitap yazma çalışmalarına başladıktan sonra en son nasıl bir pazarlama stratejisi yapalım dediğimiz anda, öyle isimlerin de fikirlerini arkaya koymaya karar verdik. Yani onlara güvenip de kitap çıkarmadık, kitap zaten çıkıyordu. Ama insanlar nasıl kitap hakkında fikir sahibi olabilirler diye düşündük, tabi bende sözleri yazarlık anlamında geçerli olan, kalemi kuvvetli, belli bir iddiası, Türkçesi olan insanların fikirlerini önemsedim ve onlar da sağ olsunlar beni kırmadılar ve görüşlerini yazdılar.

Sosyal ağdan da takip ettiğim kadarıyla paylaşımlarınızda hayata dair duygu-düşüncelerinizi yansıtan sözlere oldukça yer veriyorsunuz. Peki radyo programcısı Gürdal Çakır programına da bunu yansıtıyor mu ?

Gürdal Çakır: Ben her şeyi ayrı tutuyorum. Kitabımdan mesela radyo programında bir kere bile değinmedim. Değinmiş olsam belki de yüz binler satmıştı.Her şeyden  önce  bir radyonun yayın yönetmeniyim ben, o yüzden onu kendi kişisel çıkarlarım için hiçbir zaman kullanmam.Benim günlük radyodaki programımda sadece müzik konuşur,ben çok az ve öz konuşurum zaten.Programımda o tür sözlerin yer aldığı bir içerik yok.Sadece konuk ağırladığım programım olan “yıldız yağmuru” sohbet havasında geçer.Ama kitap için radyoyu hiç kullanmadım.

Peki, yazarlık anlamında içinde müziğinde yer alacağı yani müziğe dair bir şeyler üretmeyi düşündünüz mü hiç?

Gürdal Çakır:  Tabiki, benim yaptığım besteler var. Birkaç beste de verdim henüz daha yayınlanmadı, bekliyoruz.

(Israr etsem de kimlere verildiğine dair isim alamadım, sürpriz olacak)

Kitabınızın içeriğine yakıştırdığınız bir şarkı var mıdır acaba ? İlginç bir soru gibi gelebilir ama ben buldum J Önce sizin düşüncenizi alayım.

Gürdal Çakır: Kumdan Kaleler – “Sana Dair” diyorum. 90’lı yıllarda Tuna Kiremitçi’ nin önderliğinde kurulmuş bir grup ve Tuna Kiremitçi sözleriyle/sesiyle ortaya çıkmış bir şarkı. Bu aynı zamanda hayatımın geçmişten bugüne yaşadıklarımın ve yaşayacaklarımın büyük bölümünü anlatan sözleri içeren bir şarkı…

Kesinlikle güzel bir yakıştırma, en azından kitap için öyle : )

Göksel-“yalnız kuş” şarkısı diyorum ben; tabi bu benim kendi kişisel görüşüm-yakıştırmam ki , lütfen yanlış anlaşılmasın. Hem mademki kitabınız eski yazılarınızı da içinde barındırıyor, o zaman bu yakıştırma kesinlikle size değil kitaba dair 😉

Ve size son sözüm; Yalnızlık olmasın hayatınızda ama illa olacağı varsa da içinde her zaman aşkı ve müziği barındırsın diyorum. Çünkü, gerek yazı yazan gerekse şarkı sözü yazan üretken yaratıcı insanlara üzgünüm ama bu duygular yakışıyor.

Çok teşekkür ederim.

(Not: Gürdal Çakır, önümüzdeki yıllarda bir roman müjdesi de verebilir bizlere, duyarsanız, görürseniz şaşırmayın derim 😉 )

“BİZ YİNE UMUDUN ŞARKISINI YAZIYORUZ. AYNI SÖZLER, AYNI MELODİ; KİMSE YALNIZLIĞI HAK ETMEDİ…”  GÜRDAL ÇAKIR.

Simla Taş