İstanbul Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Uzmanı Erkan Sarıyıldız, “Kendime Doğuşumun Güncesi” adıyla ilk kitabını yayınladı. Başarılı iş hayatının içerisinde koştururken iç sesine kulak veren ve yaşamın amacını sorgulamaya başlayan Sarıyıldız, sürekli okuyup araştırmaya ve yeni teknikleri öğrenmeye vakit ayırıyor. Ardından kendini bulma yolculuğunda yepyeni bir yaşama gözlerini açıyor. Bu zaman zarfındaki deneyimlerini yazıya döken ve ardından ilk romanını yayınlayan Sarıyıldız, hikayede çoğumuza tanıdık gelecek baş karakterinin iç yolculuğuna çıkartıyor okuyucuyu. Evli, çocuklu ve iş hayatında başarılı bir finansçı olan Vural’ın hikayesi bir kendini bulma yolculuğu. Ve bu yolculuk aslında hepimizin içimize yönelik gerçekleştirdiği bir sınav niteliğinde. Kurgusu, karakterleri ile hayli gerçekçi bu öykünün ortaya çıkışını ve ilk kitabının hikayesini konuştuk Erkan Sarıyıldız ile.

 Öncelikle biraz sizi tanıyabilir miyiz?

1970 yılında Adana’da doğdum. Kendimi bildim bileli doktor olmak istiyordum. Eğitimimi tıp alanında tamamlayıp İç Hastalıkları Uzmanı oldum. Mesleğim gereği tamamen bilimsel ve kanıta dayalı bir zihin yapısındayken ve maddesel dünyanın kurallarının geçerli olduğu bir yaşam içindeyken, içimden bir yerden sürekli “Her şey bu kadar değil, yaşamın gerçek anlamı bu değil” diyen ses geliyordu. Önce duymazdan geldim. Ses o kadar kuvvetlenmişti ki duyulmaması imkansız bir hale geldiğinde kaynağını aramaya başladım. Bu arayışa başladığımda önümde kurallarını bilmediğim koskoca bir dünya açılmıştı ve yüzlerce yol çıkmıştı karşıma. Açlığımı gidermek için sürekli okuyor, okuduklarımı uygulamaya çalışıyordum. Önce klasik öğretiler ve dinlerden geçti yolum. Daha sonra da enerji dünyasıyla tanıştım. Sadece beden olmadığımızı, enerji bedenlerimizin olduğunu deneyimledim. Reiki ile çıktığım yolculukta sonunda Deeksha denilen transformatif enerjiyle tanıştım. Hem spiritüel koçumla çalışıyor hem de enerjinin ruhsal temizlik süreçlerini deneyimliyordum. Artık hiçbir şey eskisi gibi değildi. Gittikçe bir yaratıma gebe olduğumu fark ediyordum. Sonra bilgi birikimimi ve geçirdiğim yolları başka kişilere aktarmak amacıyla www.erkansariyildiz.com adlı sitemi kurdum. Her gün yazılar yazıyor ve “Erkan Sarıyıldız İle Hayata Dair Sohbetler” adı altında haftalık toplantılar gerçekleştiriyordum.

Kitabın çıkış noktası ve sizi bu konuda yazmaya iten neydi?

Sitemde yazdığım yazılarıma, grup toplantılarındaki paylaşımlarımıza rağmen ulaşabildiğim kitle kısıtlıydı. O yüzden oluşmuş birikimimi bir kitap halinde sunmak istedim. Söyleyeceğim çok şey, ulaşmak istediğim çok insan vardı. Kitabın çıkması ardından bu keyfi yaşıyorum.

Hikayedeki gerçeklik okuru da etkiliyor. Bu gerçek sizin hikayeniz mi?

Bu soruyla çok karşılaşıyorum. Tabii kitapta deneyimlerimin izleri var. Fakat benim hayatımın hikayesi değil, kurgu bir karakter üzerinden deneyimlerimi aktarmak istedim.

Kitabın baş karakteri Vural, finansçı eşi ve çocuğuyla birlikte pek çok kişiye makul gelebilecek bir yaşantısı var. Ancak kendi seçimi olmadığını farkettiği noktada kendini sorgulamaya başlıyor. Hayatta gerçekten ne istediğinin peşine düşüyor. Bu aslında şanslı olan pek çoğumuzun sorguladığı bir soru… Bu tür bir hikayede siz pek çok önemli unsuru bir araya getiriyorsunuz. Kurgu aşamasında neler düşündünüz?

Öncelikle son senelerde çok sık karşımıza çıkan öğretmen edalı kitapların artık itici geldiğini görüyordum. Bu yüzden hem okuması rahat, hem de akıcılığı olan bir kurgu hayal ettim. Zaten yazım aşamasının en sancılı bölümü, söyleyeceklerimi aktaracağım uygun bir düzen yaratmaktı. İşte buldum dediğim andan itibaren gerisi kolayca yazıya döküldü.

İnsanın kendi farkındalığına rüyaları ve kendisine gelen meçhul mailler aracılığıyla ulaşması çok keyifli olmuş. 7 ayrı katta  hikayenin baş kahramanının farkındalık yolculuğu yaşamasına şahit oluyoruz. İlk katta önemli bir mesaj veriyorsunuz. Kıyafetlere meraklı insanların aslında bunlar aracılığıyla kendini farklı gösterme duygusu işleniyor… Maskelerini çıkarttıklarında ise içi bomboş kalmış insanlar kalıyor geriye. İnsanın kendini bulma yolculuğunda maddi gereksinimleri atması ne derece önemli?

Burada şu yanlış anlaşılmaya mahal vermek istemem. “Spiritüel insan maddesel dünyanın nimetlerinden uzaklaşmalı.” Tabii ki dünyasal yaşamın gerekleri yapılacak, işe gidilecek, ihtiyaçlar karşılanacak, yani dünya deneyimi sürecek. Burada kullandığım kıyafet bir metafor. Üstümüze giydiğimiz, çoğunlukla da giydirilen kalıplar ve rollerden bahsediyorum. Ben aydınlanmanın zor olanını öneriyorum yani yaşamın içinde olanını. Bir mağarada, tüm yaşamsal gerekliliklerden uzak kendi başına aydınlanma, işin kolay olanı.

Kendinin farkında olmayan insanların hayat amacının yaşamak değil sadece sahip olmak olduğunu söylüyorsunuz. Bu çok doğru ve günümüz hastalığı da bu zaten. Bundan kurtulmanın yolları neler size göre?

İnsanoğlunun sahip olma güdüsünün temelinde kendini bir şeylerle tamamlama, içindeki boşluğu yani hepimizin yüzleşeceği varoluşsal sıkıntısını ortadan kaldırma isteği yatıyor. Siz ne zaman kendinizdeki gerçek özün farkına varırsanız, içinizdeki tanrısallığı keşfederseniz, kendinizin tamlanması için uğraşırsanız doldurulması veya tamamlanması gereken bir eksik yanınız kalmadığından zaten sahip olma güdünüzden sıyrılıyorsunuz. Yani işin özü kendini çalışmaktan geçiyor.

Kitapta baş karakter yedi ayrı katta kendi geçmişinin derinliklerine inerek kendiyle buluşuyor. Ve her bir katta 21 gün süreyle kendi gerçekliğini deneyimliyor. Aslında hayatlarımızda 21 günlük periyodlar çok önemli. Biraz daha açar mısınız bu konuyu?

Biliyorsunuz insan sadece maddesel beden değil. Enerji bedenimizle bir bütün olarak yaşıyoruz. Enerji planda olan değişimlerin madde bedeninizde gerçekleşmesi için belli bir süre gerekiyor. İşte 21 günün sırrı bu. Siz bir değişimi düşünsel planda gerçekleştirseniz de bunun size malolması için geçen süre. Eğer gerçekleşecek olan çok köklü değişimlerse bazen 21’in katları kadar zaman gerekebiliyor.

Değişimle ilgili de çok güzel saptamalarınız var. Mesela insanların değiştiğinde dış görüntüleri değişmiyor. Dolayısıyla hayatınızdaki diğer insanlar sizi hep ilk tanıdıkları resim ile tanıyorlar. Bu resim size değil onların kafalarında yarattığı size ait bir izdüşümdür diyorsunuz… Bu konudaki diğer görüşleriniz neler?

Ne yazık ki insanların çoğunluğu karşısına çıkan kişileri yargılama ve etiketleme hastalığından muzdaripler. Bence dünyadaki en yaygın hastalık bu. Birisini tanıyorum dediğinizde aslında, sizin o insandan aldığınız verilere göre zihninizde bir resim oluşturmanızdan bahsediyorsunuz.. Kişiyi kendi yargı ve etiketleme filtrenizden geçirip çizilmiş tamamen size ait bir resim bu. Karşınızdaki kişi değişse de siz zihninizde o resmin sınırlamaları içinden bakarsanız bu değişimi anlayamazsınız. Seneler önce gördüğünüz bir insana, yeni karşılaşmanızda eski resmin şablonundan bakmak en büyük hatadır. Kendinizi o kişinin gerçeğini deneyimlemekten alıkoyarsınız.

Bundan başka bir kitap çalışmanız olacak mı?

Bir kere yazı yazmaya başladınız mı kalem durmuyor. Sürekli yeni projeler dolaşıyor zihnimde. Yeni bitirdiğim bir kitabımın düzeltmelerini yapıyorum. Hali hazırda zihnimde ana hatlarını oluşturduğum iki kitap yazılmayı bekliyor. Yani anlayacağınız daha uzun süre beraberliğimiz sürecek. Tabii ki kitap yazmakla bitmiyor. Çok sancılı bir süreç olan, yayınevi, editör, basıma uygun bulunup bulunmama engellerini aşabilirse karşınıza çıkacaklar.

Sizce bu kitabı kimler okumalı?

Çok güzel bir soru. Kitap çok satılsın diye söylemiyorum ama herkes okumalı. Bugüne kadar sürdürdüğümüz yaşamın, aynada gördüğümüz kendimizin gerçeğine ulaşmak isteyen herkes için bir rehber olmasını dilerim.

Son olarak eklemek istediğiniz bir şeyler var mı?

İnsanın yapacağı en zor yolculuk kendine olan yolculuğu. Şunu unutmayalım bu yolculuk ne kadar çetin de olsa ardından ulaşacağınız yer muhteşem. Bu yer her şeye değer.

Ekin Türkantos