Hayatı boyunca yaşamın nasıl bir şey olduğunu anlamaya çalışan büyük Rus yazarı Tolstoy eserlerinde insanlığın çeşitli meselelerine değinmiş, insana dair çağının çok üstünde çözümlemeler yapmıştı..
Gerçeğin coşkulu ve acı veren anlayışı içinde ruhbilimsel açıdan en zengin temaları işlediler, çağdaşı Dostoyevski’yle birlikte..
Tolstoy’un, Dostoyevski’nin yaşama-insana dair çözümlemelerini bu çağda okuduğumuzda, insana dair temel gerçekliklerin nasıl daim olduğunu görerek şaşırmamak mümkün değil..
Hala aynı içgüdüler, hala aynı toplumsal kurallar belirliyor yaşamımızı,..
Var olma sevinci, yok olma kaygısı..
Yalnız kalma endişesi, kendimizi gösterme hevesi..
Öfkenin lezzeti, bilmenin onuru..
Öldürmenin yıkıcılığı, fedakarlığın kıvancı..
Bir türlü söz geçiremediğimiz isteklerimiz, doymak bilmeyen açlığımız..
Sınırlanamayan bencilliğimiz, akıldan yoksun acımasızlığımız..
İzlek hep aynı..
İçinde bulundukları hayattan memnun olmayan, ama onun içinde de kendine menziller arayan , varoluş problemli insanlar, insancıklar..
Ve onları okudukça anlıyoruz ki, aslında hep aynı hikayeleri farklı dillerle anlatıp duruyoruz..
İnsan ruhunun kıraç düzlüklerini, başı bulutlu dağlarını, korkutucu uçurumlarını, fırtınalı vadilerini, güneşli denizlerini, karanlık göllerini, verimli ovalarını gösteren, bunların oluşum sebeplerini tüm açıklığıyla anlatan bir haritamız hala yok elimizde..
1800’lü yıllarda yaşayan İvan İlyiç’ler, Karamazov Kardeşler ve benzerleri 2000’li yıllarda hala kanlı canlı, biz hala çözemedik ruh haritalarımızı..
Hadi biraz İvan İlyiç’e bakalım şimdi, var mı bir tanışıklığımız?
“Romanın baş kahramanı İvan karısından soğuyalı çok olmuştur..
Çocukları onun için bilinmezlerle doludur..
Etrafında pek de gerçek arkadaşları olmadığı gibi, arkadaşlarının ondan daha iyi mevkilere gelmeleri ya da işlerinde yükselmeleri kendisi için korku kaynağıdır..
İvan İlyiç statüyle fena halde kafayı bozmuş bir adamdır..
Petersburg’da günün zevklerine uygun dayayıp döşenmiş büyük bir dairede oturur, sık sık ruhsuz akşam yemeği toplantıları düzenler, bu toplantılarda sıcaklık ve samimiyetten eser yoktur.
Kendisi yüksek mahkemede yargıçtır.
İşini sevmesinin başlıca nedeni, işi sayesinde kendisine duyulan saygıdır.
İvan İlyiç bazı geceler geç saatlerde “şehirde çokça adı geçen” kitaplardan birini okur, nasıl davranması gerektiğini de gazetelerden öğrenir..
Tolstoy, yargıcın yaşamını şöyle özetler:
İvan İlyiç’in işinden haz almasının nedeni işiyle gurur duyması, toplumdan hoşnut olmasının nedeni ise gururunun okşanmasıydı..
Onun “samimi” bir şekilde haz aldığı tek şey “Vint (Ruslara ait bir kağıt oyunu)” oynamaktı.
İvan kırkbeş yaşına geldiğinde bedeninde bir ağrı hissetmeye başlar.
Daha sonra bu ağrı bütün vücuduna hükmeder..
Doktorlar ona tam olarak ne olduğu konusunda kesin bir şey söyleyemezler.
Karaciğerinde bir sorun olduğundan ya da tuz seviyesindeki uyumsuzluklardan söz ederler.
Ama bütün bu sözler belirsiz ifadelerle doludur, reçetesine yazdıkları ise pahalı ama hiçbir işe yaramayan ilaçlardır.
İvan çalışamayacak kadar yorgundur, bağırsakları yanıyormuş gibi hisseder kendini.
Yemeden içmeden kesilir ve her şeyden önemlisi çok sevdiği “Vint” oyununu bile oynamak istemez artık.
Kendisi de etrafındaki insanlar da bu sürecin yakın zamanda ölümle sonuçlanacağını anlamışlardır.
Bu durum İvan’ın adliyedeki arkadaşları için hiç de can sıkıcı bir durum değildir..
Fiodor Vasilyeviç, İvan’ın ölmesi durumunda Ştabel’in ya da Vinnikov’un görevini devralacağını öngörür.
Böylece maaşı 800 ruble artacak, üstelik kendsine masraflar için ayrıca bir ödenek ayrılacaktır.
İvan’ın bir başka arkadaşı meslektaşı Piotr İvanoviç, İvan’ın ölmesi durumunda, Kaluga’dan eniştesini çağırıp İvan’ın yerine işe başlatabileceğini hesap eder..
Bu durumda karısı pek memnun olacak, ev hayatı daha hoş bir hal alacaktır..
Ailesine gelince..
İvan’ın öleceği haberi onlar için de büyük bir felakete yol açmaz..
Karısı karalar bağlamaz; ancak evin gelirinin azalacağını düşünerek bayağı sıkıntılı hisseder kendini..
Partilerde boy göstermeyi pek seven kızı ise babasının cenazesinin kendi evlilik planlarına gölge düşüreceğini düşünerek endişe duyar..
İvan’ın tarafındaysa her şey çok farklıdır..
Birkaç haftalık ömrü kalan İvan yaşamının harcanmış olduğunu fark eder..
Onun yaşamı dıştan bakıldığında saygı uyandırır belki ama gerçekte bir değer taşımaz..
Yetiştirilişini, aldığı eğitimi ve kariyerini bir kez daha gözden geçirdiğinde yaptığı her şeyin başkalarının gözünde önemli olabilmek için yapılmış şeyler olduğunu görür..
Kendi ilgi alanları ve duyarlılıkları, kendisini bir nebze bile umursamayan insanlar uğruna feda edilmiştir..
Bir gece acılar içinde kıvranırken içine bir his doğar..
Belki de nadir olarak yaşadığı ve belli belirsiz fark ettiği o içgüdüler, insanların yüksek statü anlayışlarına duyduğu o tepki, bütün o bastırdığı derinlerde kalmış duygular..asıl önemli olan onlardı diye düşünür..
Belki geriye kalanların hiçbiri gerçek değildi..
Resmi görevleri, yaşama biçimi, toplumdaki insanların kendisine ve mesleğine biçtiği değer..
Bunların hepsi gerçek olandan son derece uzaktı belki..
Kısacık ömrünü bitirip tüketmiş olma hissi yetmezmiş gibi İvan, bir de etrafındaki insanların kendisiyle ilgili önemsedikleri ve sevdikleri tek şeyin statüsü olduğunu fark eder..
Etrafındakiler onun gerçek benliğini, o kırılgan benliği hiç önemsemiyorlardı..
Bir yargıç, varlıklı bir baba ve ailenin reisi olduğu için sevilip sayılıyordu..
İşte şimdi bütün bu özellikler silinip gitmeye yüz tutmuşken İvan acı ve korku içindeydi..
Hiç kimsenin kendisini seveceğine güvenemezdi artık..
İvan İlyiç’i en çok çileden çıkaran şey hiç kimsenin ona hasretini çektiği şefkati göstermiyor oluşuydu..
Uzun süre acı çektikten sonra bir an geliyor (bunu itiraf etmek acı verici olsa da) yalnızca ve yalnızca küçük bir çocuk gibi merhamet görmek ve sevilmek istiyordu..
Sırtının sıvazlanmasını, öpülmeyi, okşanmayı ; hasta çocukların gördüğü o özenli muameleyi görmek istiyordu..
Biliyordu ki kendisi bu yaşında önemli bir memurdu; ama olsun, onun istediği tam da buydu işte!
İvan son nefesini verdikten hemen sonra, sözde arkadaşları olan insanlar başsağlığı dileklerini sunmak üzere evini ziyaret ettiler.
Ancak asıl üzüldükleri şey İvan’ın ölümüyle “Vint” oyunu programlarının sekteye uğramış olmasıydı..
Cenazesi başında İvan’ın balmumu gibi eriyip gitmiş içi boş suratına bakan Piotr İvanoviç bir gün ölümün kendisini de bulacağını düşünmeye başladı.
“Eyvah, aynı şey her an beni de bulabilir!” diye düşündü Piotr İvanoviç..
Ölüm paniği o an onu can evinden vurmuştu..”
Alıntıyı burada kesiyorum..
Ruhun şad olsun Tolstoy!