Hasan Sonsuz Çeliktaş:

Sevgili Reşat, Bedri Ruhselman’ın yaklaşık 54 yıldır kasada bekleyen kitabı yayınlandı, hem de spiritüel camiada sevinçle karşılanarak, biz de bu konuda okurlarımızı bilgilendirmek adına konunun içindeki bir isimle söyleşi yaparak bu kitap neden bu kadar önemli bunu irdelemek istedik. Bu noktada sorularıma geçmeden önce seni kısaca bir tanımak isteriz. Özellikle de Ruh ve Madde Yayınları ile Bedri Ruhselman ile olan ilişkini anlatabilir misin?

Reşat Güner:

Sevgili Hasan, öncelikle bu söyleşi için çok teşekkürler… derKi aracılığıyla pek çok insanın bilgilenmesine vesile yaratıyorsun; bu çalışmalarından dolayı seni yürekten tebrik etmek isterim.

Ruhsal konularla 1986 yılında ilgilenmeye başladım. O yıllarda Türkiye’de ruhsal konularla ilgili olarak Ruh ve Madde Yayınları dışında pek bir yayın bulmak mümkün değildi. Ruh ve Madde Dergisi 1960 yılından beri yayınlanıyor; ve bu isimde bir de yayınevi var. Adı geçen dergi ve yayınevi 1950 yılında Bedri Ruhselman tarafından kurulmuş olan Metapsişik Tetkikler ve İlmi Araştırmalar Derneği’nin yayın organıdır.

1986 yılında İzmir’de bu yayınları satan tek bir kitabevi vardı: Kemeraltı Salepçioğlu Çarşısı’ndaki Esen Kitabevi. Ben de bir şekilde o kitapçıyı keşfettim ve orada bulunan tüm kitap ve dergileri alarak kısa bir süre içinde okudum.

İlk okuduğum kitaplardan birisi Bedri Ruhselman ve Spiritüalizm hakkındaydı. Kendisinin yaşamından ve yazılarından çok etkilendim. Daha sonra bir şekilde İstanbul’daki Metapsişik Derneği ile irtibat kurdum. O zamanlar orada verilen konferansların kasetlerini posta yoluyla gönderiyorlar, böylece İstanbul dışında oturanlara oradaki konferans kayıtlarını ulaştırıyorlardı. Derneğe gittiğimde İzmir’de de bir kaset grubu olduğunu söylediler ve beni o grupta bulunan arkadaşlarla temasa geçirdiler. Daha sonra biz de kendi aramızda bir grup kurup çalışmalar yapmaya başladık. Devamında 1990 yılında “İzmir Ruhsal Araştırmalar Derneği” adıyla bir dernek kurduk. 1991 yılında halka açık konferanslar vermeye başladık.

O zamanlar Metapsişik Derneği’nin başkanı Ergün Arıkdal’dı. Ergün Bey Türkiye’de ruhsal bilgilerin geliştirilmesi ve yayılması için çok büyük gayretler göstermiş ve bu alana hizmet etmiş öncü insanlardan birisiydi. 1997 yılında vefat edinceye kadar kendisiyle çok defalar görüşme ve bilgilerinden yararlanma şansımız oldu.

Ergün Bey Metapsişik Derneği’nin çalışmalarını daha geniş kitlelere yaymak amacıyla 1992 yılında “Meta FM” adlı bir radyo istasyonu ve 1994 yılında da “İnsanlığı Birleştiren Bilgiyi Yayma Vakfı”nı (BİLYAY) kurdu.

Benim de BİLYAY Vakfı’nın kurucu üyeleri arasında bulunma şansım oldu. Ayrıca Metapsişik Derneği’nin de üyesiyim. Şu anda hem Metapsişik Derneği, hem BİLYAY Vakfı ve bu kuruluşların yayın organı olan Ruh ve Madde Yayınları halen faal olarak çalışan ve bilgi yayınını sürdüren kuruluşlardır.

Biz de İzmir’de arkadaşlarımızla birlikte 1996 yılında Ege Meta Yayınları’nı kurduk; ve 2008 yılına kadar 75 kadar kitap yayınladık. Şu anda İzmir Ruhsal Araştırmalar Derneği olarak ruhsal konularla ilgili araştırma ve bilgilendirme etkinliklerimizi sürdürüyoruz.

Bedri Bey ile ilgili ilginç bir karşılaşmam daha var. Ben 1977 ile 1987 yılları arasında İzmir Devlet Konservatuvarı’nda okudum. Oradaki hocam Şahap Ruhselman, Bedri Bey’in yeğeniydi. Okul yıllarında Şahap Bey ile bu konularda çok fazla sohbetimiz olmadı. Ama okuldan mezun olduktan sonra Şahap Bey’in evini ziyaret ettim. Bedri Bey’in vefatından sonra tüm kitapları ve şahsi eşyaları bizim hocanın evinde kalmıştı; dolayısıyla Bedri Bey’in kitaplığındaki kitapları görme ve dokunma şansım oldu. Kitapların çoğu Fransızcaydı. Kendi devrinde Spiritüalizmin temelini teşkil eden önemli kitapların hepsini okumuş ve her sayfasına notlar almıştı.

Daha sonra Bedri Ruhselman’ın yazdığı tüm kitapları ve yazıları okuma şansım oldu ve ruhsal bilgilerin temellerini oradan öğrenmiş olduk.

Hasan Sonsuz Çeliktaş:

Bedri Ruhselman, Türkiye’de spiritüalizmin kurucusu olarak biliniyor. Büyük de saygı duyuluyor, ama bizlerden çok önce yaşadığı için hakkındaki bilgimiz bununla sınırlı. Duyduğum kadarıyla da çok ilginç bir yaşam hikayesi var. Kısaca neden çok önemli bir isimdir Bedri Ruhselman?

Reşat Güner:

Bedri Ruhselman’ın yaşam öyküsü gerçekten ilginç. Bir taraftan tıp fakültesinde okurken diğer taraftan çok iyi bir kemancı. Prag’da keman eğitimi aldıktan sonra tekrar Türkiye’ye dönmüş ve tıp fakültesini tamamlayarak Dahiliye Uzmanı olmuş. Yaşam öyküsüyle ilgili çeşitli kaynaklardan bilgi edinmek mümkün; o nedenle bu konuyla ilgili detaylara girmeme gerek yok. Ama çalışmalarıyla ilgili birkaç söz söylemek isterim.

Bedri Bey kendi zaman dilimi içinde gerçekten çok önemli çalışmalar yapmış. Az önce de ifade ettiğim gibi, öncelikle o zamanın spiritüalizm (ruhçuluk) ile ilgili önemli eserlerini incelemiş ama sadece bununla sınırlı kalmamış. Bu bilgilerin üzerine kendi çalışmalarını ekleyerek “Neo-Spiritüalizm” (Yeni Ruhçuluk) adını verdiği yeni bir ekol geliştirmiş. O zamanlarda ülkemizde ruhsal konularla ilgili merak düzeyinde çalışmalar yapan bazı kişiler var ama, Ruhselman bunun çok ötesine geçerek aldığı bilgileri derleyip sentezleyerek kendi zamanı için dünya çapında yeni sayılabilecek bir bilgi sistemi oluşturmuş.

Bu bilgi sistemini oluştururken dünyasal kanallardan öğrendiklerinin yanı sıra çeşitli medyumlar aracılığıyla ruhsal varlıklardan aldığı bilgiler onun sisteminin asıl dayanağı olmuş.

Ruhselman’ın çalıştığı medyumlar da pek sıradan insanlar değiller. Örneğin ilk önemli bilgileri 1936 yılında ünlü müzikolog ve düşünür Hüseyin Saadettin Arel’in medyumluğu aracılığıyla elde etmiş. Arel’in aracılığıyla kendisini “Üstat” ismiyle tanıtan bir varlıktan çok önemli tebliğler almış. Sonrasında Recai Ökten, Macit Aray gibi o devrin entelektüel isimleriyle çalışmalarını sürdürmüş ve tüm bu bilgiler onun adım adım ilerlemesine yardımcı olmuş.

Elde ettiği bilgileri Ruh ve Kainat (1946), Ruhlar Arasında (1950), Allah (1951), Medyomluk (1951) ve Mukadderat ve İcabat (1953) isimli kitapları yayınlayarak paylaşmış. Bu kitaplar kendi zamanında dünyada yapılan ruhsal çalışmaların ilerisinde bilgiler içeren çok önemli eserlerdir. Bunların yanı sıra 1952 yılında “Ruh ve Kainat” adlı bir dergi yayınlamış. Yayın hayatına 18 ay devam eden bu dergide yine ruhsal konularla ilgili paylaşımlarını sürdürmüş.

Bütün bu çalışmaları sadece insanların anlayışlarını genişletmek ve onların yollarını aydınlatmak amacıyla hiçbir çıkar gözetmeksizin yürütmüş. Tüm bu özverili çalışmaları ve arkasında bıraktığı bilgiler, sade ve mütevazi kişiliğiyle vicdanen inandığı ve doğru bildiği yolda tüm yaşamını vazifesi uğrunda sürdürmüş olan Bedri Ruhselman’ı önemli bir isim yapan özelliklerdir.

Hasan Sonsuz Çeliktaş:

Gelelim “İlahi Nizam ve Kainat” kitabına. Bu kitabın hikayesini bize özetleyebilir misin? Neden onlarca sene bekledi bir kasada da şu anda yayınlanıyor?

Reşat Güner:

Öncelikle şunu söylemek isterim ki, bu kitabın yayınlanması hem ülkemiz hem de insanlık adına çok önemli bir olaydır. Kitabın öyküsü şöyle: Bedri Bey’in çalışmalarını medyumlar aracılığıyla çeşitli ruhsal planlardan aldığı bilgilere dayalı olarak gerçekleştirdiğini ifade etmiştim. Bu Kitap da Bedri Ruhselman’ın bir ruhsal plandan aldığı bilgilere dayalı olarak yazılmıştır.

1958 yılında Bedri Bey Metapsişik Derneği’nden fiili olarak ayrılmış ve çalışmalarını evinde sürdürmeye başlamış. İşte bu sırada arkadaşları o zamanlar üniversite öğrencisi olan bir genci yetenekli olduğu için bir şekilde Bedri Ruhselman ile tanıştırmışlar. Bedri Bey onunla çalışmaya başladığında kendisini “Önder” adıyla tanıtan bir ruhsal plan ile temasa geçerek oradan çok önemli bilgiler almaya başlamış. Daha sonra bu ruhsal plan Bedri Ruhselman’ı bu bilgileri derleyerek kitap haline getirmesi için görevlendirmiş. O da çok yoğun bir çalışmayla bu bilgileri derleyerek yakın zaman önce yayınlanan “İlahi Nizam ve Kainat” isimli kitabı oluşturmuş. O zaman yine kitabı nakleden plan tarafından kitabın yayınıyla ilgili bazı talimatlar da verilmiş. Kitap üç nüsha halinde daktilo edilerek üç kişiye emanet edilmiş ve noter aracılığıyla onlara yayın hakkını vermiş. Bu üç kişiden birisi, Hüsrev Bilgioğlu 1984 yılında vefat etmiş. İkincisi Metin Sakik ise geçtiğimiz Aralık ayında vefat edince son kalan emanetçi kitabı açtı ve kitabın yayın haklarını Bedri Ruhselman tarafından kurulmuş olan Metapsişik Tetkikler ve İlmi Araştırmalar Derneği’ne verdi. Bu dernek tarafından sadece bu kitabı yayınlamak üzere kurulan “MTİAD1950” adlı iktisadi işletme bu kitabın yayın işini üstlendi ve yayınladı.

Kitabın bu kadar sene beklemesinin bizim bildiğimiz sebebi emanetçiler hayattayken kendilerine verilmiş olan işaretlerin gerçekleşmemiş olması. Çünkü baştan “şu tarihte yayınlanacak” diye bir şey söylenmemiş. Ama son kertede emanetçilerin yalnızca birisi hayatta kalınca zaten yayınlanmak zorundaydı. Bu konuda çok çeşitli spekülasyonlar yapıldı. Ama benim fikrim her şeyin olması gereken zamanda olduğu yönündedir.

Ayrıca kitabın orijinaline sadık olup olmadığı konusu da çeşitli ortamlarda tartışılıyor. Şunu söyleyebilirim ki, kitap noktası virgülüne, imla hatalarıyla birlikte aynen yayınlanmıştır. Zaten bununla ilgili MTİA Derneğinin yaptığı açıklamada kitabın daktiloyla yazılmış orijinal nüshasının da zamanı geldiğinde internete koyulacağı söylendi. Bu konuda daha fazla söylenecek bir şey de yok.

Şu anda (Mayıs 2013) kitabın günümüz Türkçesine uyarlanmış bir baskısı yapılmak üzere. (Bu yazı yayınlandığında büyük ihtimalle Türkçe versiyon da yayınlanmış olacak.) Ayrıca bildiğim kadarıyla İngilizce çevirisi de sürüyor. Daha sonra başka dillere de çevrilerek yayınlanacak. Yukarıda bahsettiğim organizasyon herhangi bir kar amacı olmaksızın bu hizmetleri yürütmektedir.

Hasan Sonsuz Çeliktaş:

Ben kitabı aldım ve işin açığı hiçbir şey anlamadım. Dili çok ağır bir kere tabii ki 50 sene önce yazıldığı için. Ne yalan söyleyeyim Ruh ve Madde’nin genelde yayınlarının dili ağırdır ve mesela bana hitap etmemiştir hiç. Bununla birlikte kitabın en çok satanlar listesine girmiş olması beni çok sevindirdi, her ne kadar çok da önem arz etmese de bu durum henüz anlamadığımız içeriği itibariyle. Ayrıca ben de şöyle bir önyargı var bunu da paylaşmak istiyorum: Şu anda sayısız bilgi var yeryüzünde ve kitabevlerinde ciltlerce birbirinden güzel bilgiler içeren kitaplar mevcut. Hani 50 sene öncesi için belki çok sıradışı olan bilgiler, şu anda gayet mevcut birçok kaynakta da ve bana ilk etapta “Yahu şu anda mevcut olanlardan farklı ne söyleyebilir ki 50 sene önce yazılmış bir kitap” düşüncesini aklıma getirdi. Ayrıca realite sürekli değişken bir şey ve 50 sene her ne kadar evren için komik bir rakam olsa da insanlık realitesi açısından çok şeyleri değiştirdi. Hani kitapta geleceğe dair bazı öngörüler var, bunlar sanki o zamanki realiteden bakışa göre öyleydi de, şimdi biraz geride kalmış gibi geliyor; sen ne dersin?

Reşat Güner:

Bu sorunu mümkün olduğunca toparlayarak cevaplandırmaya çalışayım. Yalnız öncelikle şunu ifade etmek isterim ki, burada paylaşacağım fikirler tamamen kişisel anlayışıma dayanan görüşlerdir, üyesi olduğum hiçbir organizasyonu bağlamaz.

Öncelikle Ruh ve Madde’den başlayayım. Ruh ve Madde Yayınları ülkemizde ruhsal konularla ilgili ilk ve en köklü yayınevidir. Önceki zamanlarda, çağın gereği olarak, haliyle biraz eski sözcüklerin kullanıldığı yayınlar vardı. Bu da pek çok kişide bir önyargıya yol açmış olabilir. Ama son yıllarda Ruh ve Madde yayınlarından çıkan kitapların ve aynı adı taşıyan derginin zamanımız insanlarının rahatça anlayabileceği bir dilde yazıldığını söyleyebilirim. Elbette seçilen bazı konular biraz ağır olabiliyor; o zaman konunun terminolojisine yönelik özel kelimeler kullanılma gereği de doğabiliyor.

İlahi Nizam ve Kainat kitabına gelince… Şu ana dek okuduğum kısımlardan görüp anlayabildiğim kadarıyla şunları ifade edebilirim: Öncelikle Bedri Bey’in kitaplarını ve bu tarzda yazılmış çeşitli ruhsal kaynakları uzun zamandır incelediğim için kitabın dili bana ağır gelmedi. Arada bilmediğim birkaç kelime için Osmanlıca sözlüğe başvurdum. Ama bu, kitapta yazanları henüz tam olarak anlayabildiğim anlamına gelmiyor. Aslında kitabı kelime anlamı olarak anlamak problem teşkil etmiyor. Kitabın içerisinde anlatılan bazı konuları kavramak, daha doğrusu kelimelerin ardında esas anlatılmak istenenleri kavramak her zaman çok kolay olmuyor ve bir hazım sürecine ihtiyaç duyuluyor.

Burada uzunca bir parantez açarak ruhsal kavramların kelimelerle anlatılabilmesi konusuna mekanik açıdan biraz değinmek istiyorum…

Şu an yaşadığımız gerçeklik düzeyinde fikirleri ifade edebilmenin en etkili yolu lisanı kullanmak. Zihnimizdeki fikirleri ve imgeleri en kestirme yoldan konuştuğumuz ya da yazdığımız lisan yoluyla ifade ediyoruz. Veya konuya özgü bazı sembolleri kullanıyoruz. Örneğin bilimsel olarak bazı fikirleri aktarabilmek için çeşitli matematiksel semboller ve rakamlar kullanılıyor. Elle tutulur, gözle görülür fenomenleri aktarmak için kelimeler çoğunlukla işimizi görüyor. Çünkü duyularımızın sınırında olan pek çok şeyi kelimeler yoluyla anlatabiliyoruz. Ya da öyle olduğunu zannediyoruz. Ama aslında kelimeler yoluyla kafamızın içinde olup bitenleri tam olarak nakledebilmemiz mümkün değil. Çünkü lisanın yapısı itibarıyla içsel deneyimlerimizi kelimelerle ifade etmeye başladığımız andan itibaren ister istemez ciddi kayıplar oluyor. Dil ile ifade ederken deneyimin pek çok bölümünü siliyor ve genellemelerle çarpıtıyoruz. Bunun kaçarı yok. Bu tüm lisanların doğasında çeşitli derecelerde var olan bir gerçek. Yani kullandığımız lisanlar deneyimlerimizi tam olarak ifade etmekte yetersiz kalıyor.

Bizim bir şeyleri anlayabilmemiz için bunun zihnimizde bir imgeye dönüşmesi gerekir. Beynimizde herhangi bir imgeye dönüşmeyen bir şeyin bizim için hiçbir anlamı, varlığı ve gerçekliği yoktur. İmgeler ise tamamen duyulara bağlı olarak işleyen süreçlerdir. Burada beş duyudan söz ediyorum. Beynimizde her duyuya ait merkezler var. Bu merkezler duyu organları aracılığıyla uyarıldığında bununla ilgili bir “duyum” meydana gelir. Yani gözümüzle gördüklerimiz beynimizde resimlere, kulaklarımızla duyduklarımız seslere, tenimizle algıladıklarımız hislere vs. dönüşür. Ama bu merkezler yalnızca duyu organları aracılığıyla değil, içsel olarak da uyarılabilirler. Yani şu an gözümüzün önünde olmayan bir şeyi “imgeleyebiliriz.” Ya da zihnimizde bir müzik çalabilir, içsel konuşmalar yapabiliriz. Belli hisleri tenimizle dokunmadan oluşturabiliriz… Ve bunu yaptığımızda beynimizin aynı bölgeleri uyarılır. Yani beyin için bir görüntüyü gerçekten görmekle onu hayal etmek arasında pek bir fark yoktur.

Bütün bunları neden anlatıyorum? Bizim gerçekliğimizde yaşadığımız tüm deneyimler, bilincimizde oluşan her türlü algılama yüzde yüz duyulara bağlıdır. Yani, bir şeyin bizim gerçekliğimizde algılanabilir bir deneyim olması, bilincimiz üzerinde bir etki meydana getirebilmesi için mutlaka sinir sisteminde bir faaliyet meydana gelmesi gerekir. Özetle, beynimizde bir hareket yoksa herhangi bir bilinç faaliyeti de yoktur.

Buradan ruhsal deneyimlere ve ruhsal konuların kavranması meselesine geleceğim…

Tarih boyunca pek çok insanın yaşadığı çok çeşitli ruhsal deneyimler var. Mistik deneyimler, vecd halleri, trans halleri, duyular dışı algılamalar, ölüme yakın deneyimler vs.

Peki bu deneyimlerin yaşandığını nereden biliyoruz? Elbette bu deneyimleri yaşayan kişilerin “anlattıklarına” dayalı olarak. Deneyim yaşayan kişi becerebildiği kadarıyla yaşadığı deneyimi kelimelerle anlatmaya çalışır ve genellikle bu tip deneyimleri kelimelerle anlatmanın zorluğundan söz edilir. Örneğin, “orada öyle ilginç bir duygu yaşadım, öyle bir müzik duydum, öyle renkler gördüm ki, bunları kelimelerle anlatmak mümkün değil.” gibi ifadeler duyarsınız. Dikkat ederseniz bu kelimelerin hepsi “duyulara” dayalı ifadelerdir. Yani deneyimden arta kalan ve aktarılabilecek olan yalnızca deneyimin “beyinde ve sinir sisteminde” bıraktığı izlerdir. Kısacası beyinde ya da sinir sisteminde herhangi bir faaliyet yoksa “deneyim” de yoktur.

Rüyalar için de aynı şey geçerlidir. Rüyalar tamamen içsel olarak yaşadığımız deneyimler ve bunları bazen kelimelerle ifade etmek mümkün olamıyor. Ama yine de bir deneyim yaşadığımızı biliyoruz. Bazen bir şeyleri sezgisel olarak kavrıyoruz, ama bunu bileşenlerine ayırdığımızda, ya bazı görüntüler, ya sesler ya da sözcükler ya da bazı duygular olmak zorundadır.

Hal böyle olunca, bizim gerçekliğimizde herhangi bir şeyin kavranması duyulara ve dolayısıyla beyne bağlı bir süreçtir. Fakat gerçekliğin yani evrenin duyularımızla algılayabildiğimizden çok daha geniş bir bütün olduğunu biliyoruz. Çünkü duyu organlarımız çok sınırlı titreşimleri algılayan ve elektrik sinyallerine dönüştüren araçlar. Ama duyularımızın algılama sınırları dışında titreşimlerin ve etkileşimlerin olduğu artık net olarak bilinen bir gerçek. Örneğin şu an bulunduğumuz mekanda binlerce radyo, televizyon, cep telefonu vs. elektromanyetik dalga dolaşıp duruyor. Bu dalgalar da ışığın bir türü, fakat biz doğal olarak onları “göremiyoruz.” Ama var olduklarını biliyoruz. Bu durumda kesin olan şey şu ki, duyu organlarımız ve beynimiz gerçekliğin çok sınırlı bir bölümünü algılayıp temsil edebiliyor. İyi ki bu böyle, çünkü daha fazlasını zaten kaldıramazdık.

Biz duyular dışı yolla da pek çok titreşimler alıyoruz, ama bunlar beynimizde herhangi bir imgeye, sese ya da hisse dönüşmediği takdirde bizim için “bilinçdışı” olarak kalıyor. İşte duyular dışı algılamalara sahip insanlar aslında beyinleri ve sinir sistemleri buna yatkın olduğu için aldıkları etkileri “algı”ya çevirebilen insanlar. Ruhsal varlıklar olarak hepimizde duyular dışı algılamalar var, ama ancak yetenekli olan bazılarımız bu “bilinçdışı” algıları sinirsel akımlara ya da bilinçli duyusal algılara dönüştürebiliyoruz. Geri kalanı zaten bizim için bilinçdışı düzeyde kalıyor.

Bütün bu uzun irdelemelerden sonra söylemek istediğim şey şu, ruhsal (duyular ve fizik ötesi) bir kaynaktan gelen bilgiler bizim gerçekliğimizde “kelimelere” dönüşünceye kadar bir sürü süzgeçlerden geçmek zorunda. Yani bir medyum ruhsal kaynaktan bir bilgi aldığında bu bilgi onun beyninde kelimelere dönüşünceye kadar bir sürü filtrelerden geçiyor ve ifade edilmek istenen bilginin ancak kelimelerle ifade edilebilecek kadarlık bir kısmı burada kelimelere dökülebiliyor.

Şimdi böyle bir bilgiyi okuyan bir kişiye bakalım. O kişi kelimeleri görüyor ve zihninde bunları seslendiriyor. Bu kelimeler onun zihninde ancak onun kendi yaşadığı deneyimler ve onun zihinsel kapasitesi oranında bir anlayış oluşturabilir. Yani bilgi nereden gelirse gelsin, bununla karşılaşan kişi ancak kendi anlayış kapasitesi oranında ve beyninde bunu modelleyebildiği, temsil edebildiği oranda bu bilgiyi kavrayabilir. Bu durumda da içinde yaşadığımız gerçekliğin zorunlu bir gereği olarak çifte kayıp durumu söz konusu oluyor: 1. Ruhsal kaynaktan gelen bilginin kelimelere dökülmesinde uğradığı kayıp (bu kayıp lisanın sınırlı olmasından dolayı); 2. Bu kelimelerle karşılaşan kişinin bunu kendi beyninde imgelere ve kavramlara dönüştürürken uğradığı kayıp…

Kısacası, ruhsal bir kaynaktan gelen bilgilerin kelimelere büründürülmesi ayrı bir dert, kelimelere büründükten sonra bunu okuyan kişinin verilmek istenen bilginin aslına erişmesi ve onu düzgün şekilde kavraması ayrı bir dert. (Bu arada Kitap içerisinde bu tarz bilgi aktarımlarının ardındaki mekanizmalarla ilgili çok ilginç bilgiler var)

Peki, uzun bir parantezden sonra, bu irdelemeler ışığında, İlahi Nizam ve Kainat kitabı hakkında neler söyleyebiliriz?

Her şeyden önce kitabı ve kitapta aktarılan bilgileri doğru bir biçimde konumlandırmak gerekiyor. Burada da yine kendi sınırlı anlayışıma dayanarak naçizane birkaç yorumda bulunacağım.

Öncelikle bu bilginin çok yüksek bir kaynaktan geldiğine hiç şüphem yok. Zaten Bedri Ruhselman’ın çalışmalarını incelediğimizde, tüm çalışmalarının, büyük bir titizlikle ve doğruluğu test edilerek, ruhsal varlıklardan medyumlar kanalıyla alınan bilgilere dayandığını görüyoruz ve bunlar onun yaşadığı zamanın oldukça ilerisinde bilgiler.

Bu bilgileri alıp onları hazmede ede artık öyle bir düzeye ulaşılmış ki, gerçekten yeryüzünde çok nadiren ulaşılan ve belki de bugüne kadar hiç ulaşılmamış bir kaynakla temasa geçtiği anlaşılıyor. Bildiğim kadarıyla kitaba esas teşkil eden bilgileri alan medyum, o dönemlerde 18-20 yaşlarındaymış yani bu konularla ilgili olmak için çok gençmiş; bundan dolayı da bu bilgiler çok otantik ve orijinal.

Elbette kitabın içindeki bilgilerin bir kısmını çeşitli kaynaklarda bulmak mümkün, ama kitabın zaten olmayan bir bilgiyi vermek gibi bir iddiası yok. Burada kitabın en başında aktarılan bir tebliği fikir vermesi açısından alıntılamak istiyorum:

“Bu kitap etrafımızda gördüğümüz, hissettiğimiz, yarım olarak tabiat diye adlandırdığımız ahengin bir parçasıdır… ” “Bu ne bizim, ne siz insanların, ne de hiçbir kimsenindir. Bu, ilahi nizamın, (tanrısal düzenin) insanlara bir hediyesidir. Yani tabiattan bir parçadır.”

Bu cümleler kitabın ne vermek istediğini çok net bir biçimde tanımlıyor aslında. Yani, “biz olmayan bir şeyi anlatmıyoruz, evrende zaten var olan bir şeyleri anlatıyoruz” diyor.

Kitabın içerisinde anlaşılması gayet basit bazı bilgi ve kavramlardan, üzerinde derin düşünerek sezgisel olarak kavranabilecek oldukça süptil kavramlara dek pek çok bilgi var. Ama bu kitap “benzetmelere” dayalı olarak “ben bunları zaten biliyorum” tarzında genelleyici bir tavır içinde okunursa fazla bir yararı olacağını düşünmüyorum…

Şu ana kadar görebildiğim kadarıyla özellikle ruhsal konularda bilgi sahibi olan kişilerin bu kitabı sanki “hiçbir şey bilmiyormuş” gibi bir tavırla okumaları gerekiyor.

Tabii insan zihni sürekli karşılaştırma ihtiyacı içerisinde kalıyor ve bulduğu benzerlikleri genellemeler içerisine sokarak hareket ediyor. Bu da gerçekten “yeni” olan bir şeyleri görmeyi engelleyebiliyor.

Bugüne kadar çeşitli seviyelerde pek çok ruhsal tebliği ve bu alanda yapılmış araştırmaları incelemiş biri olarak, ilk okumada İlahi Nizam ve Kainat kitabı içerisinde elbette çeşitli bilgilerle benzerlikler gördüm, ama bugüne kadar hiç karşılaşmadığım bazı bilgiler ve modellerle de karşılaştım. Örneğin bilincin yapısı, enkarnasyon (bedenlenme) ve reenkarnasyon (tekrardoğuş) hakkında yıllardır tatminsizlik içinde kıvrandığım pek çok sorunun tatmin edici cevabını ilk kez bu kitapta buldum.

Ayrıca madde, atomaltı parçacıklar ve özellikle “karanlık madde” kavramının kitap içerisinde olması da bana oldukça ilginç göründü. Çünkü karanlık madde kavramı kitabın yazılışından yaklaşık 30 yıl kadar sonra keşfedilmiş bir kavram. Yine “zaman” kavramı hakkında insan anlayışını zorlayan çok ilginç bilgiler var.

Bu kitaba “belli bir zamanda yazılmış, zamanı geçmiş bilgilerden oluşma bir kitap” olarak yaklaşmanın doğru olmadığını düşünüyorum. Bence, kitabın içerisinde tüm insanlık tarihi boyunca birikmiş olan ve “ezeli hakikatler” yani “değişmeyen gerçekler” olarak nitelendirebileceğimiz “öz bilgiler” var. Bu bilgiler, çok çeşitli realitelere ait pek çok bilgiyi yerli yerine oturtup birleştirebilmemize ve entegre edebilmemize yardım edecek nitelikte.

Kitaptaki bilgiler yalnızca evrenin ve gerçekliğin yapısıyla sınırlı değil, aynı zamanda yaşama yönelik de pek çok bilgi yer alıyor. Örneğin “,sevgi” kavramı kitapta çok kapsamlı olarak verilmiş.

Tabii pek hoş olmasa da, yaklaşan “devre sonu” ile ilgili net bazı betimlemeler de yer alıyor.

Yani bizi “gerçekler”le yüzleştiriyor ve durumumuza ayna tutuyor…

İşte bu sebeplerden dolayı kitabın 54 yıl önce yazılmış olmasının hiçbir önemi yok. Hatta birçok kısmı ancak daha ileride kavrayabileceğimiz bilgiler içeriyor. Bu tabii ki insanlık olarak başka keşifler yapmayacağımız ya da yeni bilgilerle karşılaşmayacağımız anlamına gelmiyor. Ancak bu kitaptaki bilgilerin bize pek çok kapıyı açabilmemiz için anahtar olabilecek nitelikte olduğunu söyleyebilirim.

Kitap hakkında daha fazla yorum yapmak istemiyorum. Sadece, okurken orada yazan kelimelerin ardında gerçekten verilmek istenen anlamları ve tesiri yakalamaya çalışmak ve kitabı sanki hiçbir şey bilmiyormuş gibi açık bir zihinle okumak gerektiğini vurgulamak istiyorum.

Elbette her tür bilgi tartışmaya ve eleştiriye açıktır ve her zaman için tartışılabilir; ama en önemli nokta “açık bir zihin”le gerçekten ifade edilmek isteneni anlamaya çalışmaktır.

Çünkü herhangi bir bilgiden yararlanmak onu anlamaya ve yaşama uygulamaya bağlıdır.

Kitabın içinde yazan bilgilere ihtiyaç duymayan ve onları halihazırda uyguladığını düşünen birisi varsa, ne kadar güzel, o zaman o kişi zaten Dünya Okulu’nu bitirmiş demektir…

Ama bu zan içinde olanların bir kez daha kendi içlerine dönüp kendilerini ve sahip oldukları bilgileri bir kontrolden geçirmelerini öneririm.

Uzun sözün kısası, bence bu öyle bir kitap ki, her insan onda kendi hakikatine ait bir parça bulabilir ve herkes kendi anlayışına göre nasibini alıp sonsuz yolculuğunu sürdürmeye devam edebilir.

İnsanlığa her devirde bilgi aktarılmış ve her zaman olduğu gibi şimdi de her şey bizim bilinç düzeyimize ve anlayışımıza kalmış durumda…

Hasan Sonsuz Çeliktaş:

Çok teşekkür ederim derKi okurları adına bu çok güzel bilgileri için sevgili Reşat.

Reşat Güner:

Ben de çok teşekkür ederim.

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...