Çocuk soruyor-aile cevaplıyor, öğrenci soruyor-öğretmen cevaplıyor, hasta soruyor-doktor cevaplıyor, halk sorguluyor-yönetenler cevaplıyor, birey soruyor-toplum her daim bir cevap buluyor… Sürekli zincirleme soru ve cevaplarla geçiyor ömrümüz. Ama bu cevapların doğruluğu kime göre neye göre?
İnsan sormayı seviyor ama ya cevap bulmayı ya da cevabı anlamayı? Gerçekten de aradığı cevabı buluyor mu? Tuhaflık acaba burada mı başlıyor ya da sorgulamadan ezberlenen cevaplarla yola çıkmak mı esas tuhaflık?
Etfalya Köseoğlu “Aşırı Tuhaf” adlı kitabında kendi soruyor, kendi cevaplıyor ve aşırı tuhaflığın yolculuğu böylece başlıyor. 150 soru ve 149 samimi cevap (bir sorunun cevabı okuyucuya bırakılıyor). Kitabı okuduğunuzda sadece yazarın cevaplarını öğrenmiyorsunuz, o soruları siz de soruyor, sorguluyor ve kendi cevaplarınızı üretmeye başlıyorsunuz. Bazı cevaplarda “o da benim gibi düşünüyor” diyorsunuz, yalnız olmadığınızı anlıyor seviniyorsunuz, bazı cevaplara katılmayabilirsiniz de ama illa ki kendinize yöneliyor ve kendi cevaplarınızla tanışıyorsunuz. Yani okurken zihin durmadan çalışıyor-üretiyor ve en önemlisi de kendinize yakınlaşıyorsunuz. Ne kadar tuhaf değil mi? Ve bir o kadar masumca!
Siz 150 soruyla yola çıkarak bizi de o yola dahil ediyorsunuz. Belki yollarımız ayrılacak, bazı yollarda birleşecek ancak o yola illa ki kendi aklımızla özgürce çıkacağız. Çünkü, sorularınız herkese dokunan herkese ilham veren sorular. Yanıtlarımız ise seçtiğimiz yollar. Bu aşırı tuhaf yolculuğu konuşacağız 🙂 Ancak önce kısaca sizi tanıyabilir miyiz? Etfalya Köseoğlu kimdir diye sorsam?
Ben eğitim hayatı boyunca mevcut sisteme pek uyum sağlayamadığımdan birkaç okul değiştirmiş ama sonunda kararını yazarlıktan yana kullanmış meraklının tekiyim. Profesyonel mesleğim reklamcılık ama esas işim daima yazarlık.
Neden kişisel gelişim kitabı? Bu arada kitabınızdaki sorularınıza verdiğiniz cevaplar bu konuda oldukça kendinizi geliştirmeye adamış olduğunuzu gösteriyor. Ne zaman başladınız bu soruları sormaya ve yazmaya?
Benim bu yaptığım şeye herhangi bir janra bulmakta biz biraz zorlandık o yüzden kategorisini yayıncım kişisel gelişim olarak belirledi. Esasen tüm bu soru/sorgulama işlemleri daha ziyade felsefenin konusudur. Ben de zaten yaşamın içindeki bu uğraş ile çok yakından ilgiliyim. Belki de insan en çok zaman harcadığı şeye dönüşüyor lafı doğrudur ha? Felsefe okuya okuya o değerli iki soruya “ben kimim ve kendimi nasıl bilebilirim?” çok zaman vakfettim. Bu meraktır beni bugün olduğum düşünüş şekline ulaştıran. Bu türden varoluşa biz şimdiki zamanda kişisel gelişim der haline geldik, bu konu ise oldukça irdelediğim başka bir konu. Nedir kişisel gelişim? Biz karşımızdaki insanın tüm hikayesini, uğraştığı sıkıntıları, o güne kadar kendi sandığı kimlik bilincini bilmeden fayda sağlayabilir miyiz? Bence sağlayamayız. Sadece onun merakını cezbedebiliriz. Budur bana göre yapabileceğimiz tek şey. O yüzden ben kendimi başkaları namına kişisel gelişim mentoru falan gibi görmüyorum. Sadece bu kitapları bir rafa koymamız gerektiği için aldık o bölüme koyduk. Soruyu kendime yöneltir de nasıl göründüğünden bağımsız olarak nedir bu yaptığım şey diye sorarsam; ben nasıl evrileceğimi ve evrildikten sonra da hayatı nasıl kavrayabileceğimi merak ediyorum. “Neyim ve kurcaladıkça ne olabilirim” benim için tarifsiz bir uğraş.
Kitabınızın adı “Aşırı Tuhaf”, dikkat çekici bir başlık. Tuhaf olmak ne demek?
Kitabın isminin tuhaf olmasının sebebi kelimeyi çok sevmemden. 🙂 Tuhaf kelime kökü olarak aslında hediye demek. Ama biz bu kelimeyi mevcut olanlar içinde bir kategoriye koyamadığımız alışagelmişin dışında olan şeyleri tanımlamak için kullanır olmuşuz. Benim tuhaf kelimesini kullanışım kökeni gibi yani “hediye” anlamında. Ben öyle inanıyorum ki, kişide/fikirde/eşyada tespit ettiğimiz her kategorisizlik onun kendilik-özgünlük bilincinin olduğu anlamı taşır. Özgünleşmiş her şey onu yapan ya da öyle olanın düşünüş şeklinin başka olduğunun temel göstergesidir. Bu özgünlük onu sürüden otomasyondan ayırdığı için spekülatif olacak kadar cesur bir var olma bilinci gerektirir. Bence kişi olarak evrende böyle bir yer kaplamak ya da bir şey üretip böyle anılmak değerlidir.
Kitabınızda siz de kendinizi tuhaf olarak betimlemişsiniz. O zaman diyebiliriz ki halen tuhaf olduğunuzu düşünüyorsunuz ve aslında hepimiz tuhafız. Doğru mu?
Ah! Bu soruyu açıklamak biraz komplike olacak ama en sahici cevabı vermeyi bir deneyeyim; kitabın içinde kendi tuhaflığımı açıklarken o ana kadar sadece sonuç olarak yaşadığım (etrafın betimlemesi olarak) tuhaflık kavramının anlattığım olaydan sonra sebebine vakıf olmanın keşfi, yani kendine doğru bir fark ediş. Bir ayma hali. Evet hepimiz tuhafız zaman zaman, hepimize böyle yakıştırmalar yapılıyor etrafımız tarafından ama bu bir sonuç. Esas mevzu esas içeriye ışık dolduran kısım biz neyi nasıl yaptığımız için tuhaf bulunuyoruz? Bu tuhaflığın kaynağı ne? Onu fark etmek çok rahatlatıcı. Bence kendini anlamak/yakalamakla ilgili önemli bir dönüm noktası.
Burada farkındalık kavramı ön plana çıkıyor. Kendini farkındalığına adamış bir tuhaflık ve kendinin farkında olamayan tuhaflık 🙂 Her birimiz, birbirimiz için tuhafız aslında. Ve ne güzel sizin gibi tuhaf olma durumu, herkes bu kadar cesur olabilse diyerek tuhaflığı noktalıyorum.
Peki kitabınıza yazdığınız günden bu güne cevabının değiştiğini fark ettiğiniz sorularınız oldu mu?
Teşekkür ederim. O soruların cevabı neredeyse her an başkalaşıyor, bir şeyler ekleniyor, başka şeyler çıkıyor. Ama tıpkı yaşayan bir organizma gibi daima değişiyor. Çünkü ben değişiyorum. Ve genel kanının aksine bu değişme işini dengesizlik/tutarsızlık ya da daha ileri gideyim, güvenilmezlik olarak görmüyorum. Değişmeyi canlılığın en önemli belirtisi olarak görüyorum. Çünkü benim için her insanın var olması kendini anlama düzeyi ile özdeş.
Cevabından bir türlü tatmin olamadığınız, sizi hayatta en zorlayan soru nedir?
Ben ve diğeri, ben ve hayatım, ben ve birçok şey türünde bölünmeler zihnimiz tarafından sürdürüldükçe başka insanlara, bir parçası olduğumuz halde dışımızda zannettiğimiz bu olaylara karşı zihin yapımızı toplu olarak nasıl dönüştürebiliriz? Bu sorunun kapsayıcı bir cevabının olmadığını biliyorum. Zihnimizin varsa bir yaratıcısı, onun tarafından böyle kurgulanmadığını da biliyorum. Uzlaşma kültürünün hala toplumun büyük çoğunluğu için “yenilgi” olarak kabul edildiğini de biliyorum. O yüzden düşündükçe o ilk sorudan uzaklaşıp esas soruma geri dönüyorum; “Tüm bu doğuştan bir bilgi olarak bildiği şeylere insanlığın bilinçdışı nasıl ve ne zaman inanacak?” 🙂 Çünkü hepimiz esasen yapılmaması gerekeni, düşünülmesi gerekeni biliyoruz. Ama saha da yani hayatın içinde uygulayamıyoruz. Burada sanırım yaratımsal başka bir durumumuz, insanlığın tamamı olarak bir bilinçdışı sıkıntımız var. Olması gerektiğini bildiğimiz şeye bilinçdışımızı niye inandıramıyoruz? İşte asıl ve en temel soru bu benim için.
Kitabınızda her soruya cevaptan sonra bir kitap, şarkı ya da film önerisi var. Her biri soruyla ve cevabıyla bağlantılı mı?
Evet, onlar kitap-film ve şarkı önerileri; benim bahsini açtığım konunun bazen daha detaylı anlatımlarını bazen tam anlamıyla zıttını bazen de resmen aynını anlatan bakış açılarının toplamı.
Çok iyi bir arşive sahipsiniz o zaman. Çok mu okuyup izlersiniz? Kendinizi entelektüel buluyor musunuz?
Maalesef bulmuyorum. 🙂 Çünkü bu öğrenme işi öyle bir şey ki; öğrendikçe değil ukala dümbeleği olmayı nasıl bilmediğini / nasıl bilemeyeceğini iyice anladığın çok kartezyen bir durum. Bir de entelektüel bilgi, sizi eğer istiyorsanız başkaları nezdinde saygın ya da otorite yapabilir ama bilgiyi sadece akli olarak (entellect) bırakır da onu kalbe indirmezseniz tıpkı mum gibi kendi gövdenizi aydınlatamazsınız. Yani bu farkı şöyle anlatayım entelektüel bilgiye belge dersek, kalbe inmiş olan bilgiye belgesel diyebiliriz. 🙂 Ben belgesel fikrini daha çok seviyorum.
Ben de aslında size tam bunu soracaktım; sorgulamak daha çok akıl işi, kalp ne zaman devreye giriyor diye soracaktım ki, siz kalbe değindiniz. O zaman sorgulamalarınız akıl ile kalbin birlikte yol alması mı? Böyle diyebilir miyiz?
Bu sorunun genel geçer bir biçimde cevabını vermek çok kaba olacağından benim için tamamen öznel olarak bir cevap vereceğim. İnsan organizmasını diğer canlılardan ayıran temel durum onun bir bilincinin olması. Ama bilincin ne olduğunu, tam olarak nerede ve ne için olduğunu hiçbirimiz bilmiyoruz, o yüzden tanımı değişken. Ben bu soruyu cevaplamak için, onu akıl ile kalp arasında duran ve insanlar arasında tek ve gerçek olan farkı yöneten jüri olarak kabul ediyorum dersem; bence bu sorgulama işi, akılda sorgulanıp ardından bilinçte kavranan ve en nihayetinde kalpte muhafaza edilmek üzere saklanan bir düzenektir. Herkes bu düzeneği kullanmak zorunda olmadığından kimisi sadece aklında kimisi kalbinde arayabilir aradığı şeyi. Ben bu işlemden geçirmediğim şeyleri ağızıma sakız etmeyi sürdürülebilir bulmadığımdan sistemi böyle çalıştırıyorum. Yani tahterevalli gibi düşünebiliriz.
İnsan hep mi bir sorun olduğunu düşündüğü zaman sorgular, kendini anlamaya çalışır? Çok mutlu hissettiğiniz zaman da sorgular mısınız mesela?
Büyük çoğunlukla “evet” ama bu çok anlaşılır ya da benim anladığım bir “evet”. İnsanlar genelde mutsuzken sorguluyor. Ama bu genel durumun dışında ayrı bir grup insan türünün daha olduğunu düşünüyorum. Onları piyasada “yaratıcı” insanlar olarak tanımlarız. İşte onlar ilginç bir tür. Çünkü onlar hayatı genel tutumun aksine “yaşamaktan” daha ziyade “anlamaya” keşfetmeye gelmişler gibi bir içgüdüsel tutum içindeler. Ve hayat aslında onların bu tavrı yüzünden anladığımız anlamda ileri doğru gidiyor. Onlar olanla yetinemediğinden (yani her zaman mutlu olmadıklarından falan değil) gidip bir şeyleri kurcalıyorlar. Bu kurcalama da el mecbur bir sorgulama işine dönüşüyor. Umarım onların arasındayımdır:)
İnsanın bu kadar çok cevap arayışında bazen akışa bırakmak da bir yöntem olabiliyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Ben bu sorulara verdiğim cevapları bir sanrı olarak düşünüyorum. Bir çeşit yanılgı yani. Bir varsayım. Ve bu varsayımlar elbette ki benim kapasitem kadarlar. O kapasite de ancak akışın içinde olursan gelişiyor. Algılarını aktif tutar da iyi bir gözlemci olmayı başarırsan cevap niteliğinde birçok şey karşına çıkıyor. Lisan öğrenmek gibi yani. Herhangi bir lisana hâkim olanlar, kelime dağarcıkları en geniş olup onları cümle içinde kullanabilenlerdir ya, işte onun gibi bir şey sorduğun soruya cevap aramak. Dili bilmezsen cevabı da deşifre edemiyorsun. Ben hayatın bizimle konuştuğu dili öğrenmeye çalışıyorum. Hepsi bu:)
Sizin gibi sorgulamayı seven biri için pandemi sürecinde bir kitaplık daha sorular çıkmıştır diye düşünüyorum 🙂 “Aşırı Kişisel” ve “Aşırı Tuhaf” tan sonra devamı gelir mi bu serinin? Ve üçüncü bir aşırı ne olur acaba?
Aşırı serisinin son kitabı “Aşırı Duygusal” olacak. O da hazır en uygun zamanda yayınlayacağız. ‘Aşırı Duygusal’da, insan ve onun çok hassas olan temel yapısını anlatmaya çalıştım.
Kitabınızın ön sözünde birçok filozofa ve düşünüre teşekkür etmişsiniz. Felsefeyle aşırı ilgili olduğunuza göre uyguladığınız bir hayat felsefesiniz var mı?
Ben felsefe metinlerini kesinlik içerdiklerini varsaydığım bir ön kabul ile değil, bakış açıları olarak okuyorum. Bu anlamda çok kemikleşmiş bir dünya görüşüne sahip değilim. Bu tutumu da gelişimin, açık zihinli olmanın gerekliliği olarak düşündüğüm için bile isteye takınıyorum. Benim ulaşmaya çalıştığım bir hakikat olgusu yok, o yüzden tutturduğum bir yaşam felsefem de yok:) Her şey, hepsi ya da hiçbiri olabilir. Ama şahsi olarak bütüncül bir varoluş edinmek istediğim için iradeli olmayı önemsiyorum. Kafamdaki “irade” kavramı ise kendimle zarif bir öğretmen öğrenci ilişkisi içinde olma hali.
Vermiş olduğunuz samimi içten cevaplara çok teşekkür ederim. Yolculuğunda kendini anlamaya çalışan tüm okurlarımıza da tavsiyemdir: “Aşırı Tuhaf”.
Etfalya Köseoğlu mu aşırı tuhaf? Soruları mı? Cevapları mı? Sorulara vermiş olduğu cevaplardan ne kadar donanımlı bir kadın olduğunu fark etmeniz mi? Soru ve cevaplara dayalı bir kitap çıkarması mı? Kitabın adı mı? Yoksa şu an bu satırları yazan ben mi? Okuyan sen mi? Söyleyin aşırı tuhaf kim? Hepimiz bir bütünün parçası değil miyiz? Siz de sorgulayanlardansanız ve az-çok tuhafsanız ya da böyle hissettiğiniz bir an bile yakalayabildiyseniz ne mutlu… Siz de bizdensiniz. Biz kim miyiz?
“Sorgulanmamış yaşam, yaşamaya değmez” diyenlerdeniz. Filozof Sokrates ustaya saygıyla…