On beş yıl önce ilk kitabı Kış İkindisinin Evinde’yi okuduğum andan beri Kürşat Başar’cıyım ben. On beş yıldır; her sadık okur gibi onu takipteyim. Tüm kitaplarını okudum. Konuştuğumuz Gibi Uzaklara’yı başka ülkelerde yanımda taşıdım; içimi kavuran ama aynı zamanda varlığı bana huzur veren bu kitabı başucuma koydum. Kürşat Başar’ın neredeyse tüm gazete ve dergi yazılarını okudum, onunla ilgili, onu anlatan her şeyi… Hal böyle olunca derKİ’nin Başar röportajı da bana düştü.
Olay yerine, elbette erken gittim. Buzlu bir su içerken son on beş yılda nereden geldiğimi, nereye gittiğimi düşündüm. Neyse ki fazla derinlere inmeden geldi Başar. Üç saat boyunca bol çaylı, kahveli bir sohbet gerçekleştirdik, size de bir saatlik bir kısmı düştü.
Spiritüalizm sorularını ağabeyim, edebiyat sorularını ben hazırladım. Kürşat Başar da röportaj boyu spiritüalizmin çağrıştırdıklarından benim kadar uzak olduğunu söyleyince konu dönüp dolaşıp edebiyata, son kitabı Başucumda Müzik’e geldi.
Hal böyleyken aşağıda okuyacaklarınız sözcüklere dair bir dünya olacak…
Buyurun:
Ece Arar- derki.com internette yayınlanan bir dergi. Bu yüzden internetle başlayalım. İnterneti kullanıyor musunuz, nasıl kullanıyorsunuz?
Kürşat Başar- İnterneti çıktığı saniyeden beri kullanıyorum. İlk çıktığında internet için “devletin yeni bir gözetleme şekli” dendi. Tabi aslında internet gerçek bir medya devrimidir, sadece teknoloji devrimi sayılamaz. Hayalini kurduğumuz bir şeydi internet, dünyanın bir ucundan kitap alabilmek… Tabi biz şu anda internetin bir geçiş dönemindeyiz. Birkaç kuşak böyle sürecek bu, bizden sonrakiler daha yayarlı bir biçimde kullanabilecekler. Şu anda internet aynı zamanda bir çöplük gibi, ayıklanacak çok şey var…
E.A- İnternet medyacılığı ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Gazeteler, dergiler hakkında?
K.B- Yazı okumak hala kolay değil. Zannedersem ekranlarla ilgili teknolojik bir gelişmeden sonra daha kullanılır olacak. İnternette pek fazla şey okumuyorum ben.
E.A- Ne yapıyorsunuz peki?
K.B- Yabancı medyayı takip etmeye çalışıyorum. Kitap alıyorum; cd alıyorum. Kendi alanıma giren edebiyat sitelerine göz atıyorum. Günlük yazılarım için araştırma yapıyorum.
E.A- Güven Turan sizinle ilk kitabınız Kış İkindisinin Evinde’den sonra bir röportaj yapmış. “Belki tümüyle gerçek, belki tümüyle yalan. Bunu bilmek artık imkansız.” demişsiniz. İlk kitabınızdaki bu yorumu son kitabınız Başucumda Müzik için de yapıyorsunuz. Bu sizin yazım tarzınızı tanımlayan bir ifade mi?
K.B- Tabi. Zaten bu son romanı da böyle yapmamın sebebi bu. Yazı kuramım hiç değişmedi. Ben ne yazdığımın farkında oldum her zaman uzun yıllar üzerinde çalışmıştım, gayet bilinçli bir tercihti. Oysa o dönem bazıları “İçinden gelmiş, yazmış” dediler. Öyle değildi, ne yaptığımı gayet iyi biliyordum.
E.A- Zeyyat Selimoğlu da, “Birikim, bir katarsis havasında kağıda dökülmüş etkisi uyandırıyor” diyor.
K.B- Aynı yazıdadır tahmin ediyorum; Zeyyat Bey aynı zamanda “Bu bir ilk kitap değildir” diyor. Örneğin “Cam Kırıkları” hikayesinin bende 7-8 versiyonu daha var. Ve o zamandan beri diyorum ki; bir elim hayalde, bir elim gerçekte. Bu ikisinin arasındaki alan da zaman belki de. Bunu daha evvel de anlattım ama anlamadı insanlar. Başucumda Müzik’te ise gerçek referanslar da olduğu için daha iyi anlatabileceğimi düşündüm. Belirli insanların hikayesinden esinlenilmiş olmasının benim kitabıma hiçbir faydası yok aslında. Gerçek olan her şey, aynı zamanda gerçek değil. Tanıdığını sandığın birini tanımıyorsun aslında. Zaten edebiyat da budur; bir resmin arkasına geçmektir. Ben bütün kitaplarımda bunu yaptım.
E.A- Son kitap eleştirildi. Dönemin tarihi yok, o dönemdeki Venedik anlatılmamış dediler.
K.B- Bir defa, tarihten alınma roman denince, bazı eski yazarlarımızın yazdığı bir tür anlaşılıyor. Bu aslında roman olarak kabul edilemez, bu kadar uydurma bir şey de olamaz. Gazetelerden kupür kesip, o kupürleri kullanarak bir roman yazmak, sonra da birtakım adamlara gidip, onlara “Bu tarih romanı” dedirtmekle olmaz. Bu tip yazıları yazan arkadaşların önce edebiyatın ne olduğunu anlamaları lazım ki edebiyat eleştirmeni olsunlar. Edebiyat eleştirmeni önce kitabın içinde durmalı, sonra ona dışarıdan bakmalı. İçine giremediğin bir kitap için yazı yazamazsın, yazarsan da saçma sapan bir şey olur. Benim üzerime yazıyorlar zaten, kitaplarım üzerine yazmıyorlar. Benim açımdan acıklı bir şey bu. Ben öldükten sonra yazarlar ama… benim kitaplarımın kendi içinde bir bütünlüğü, gerçekliği var. Kemal Tahir’in dediği bir şey var, “evet bunlar gerçek ama romanın gerçeği” diyor. Benim inandığım şey de budur.
Eğer bana biri, “Bu kitap içerisinde bir tutarsızlık var” derse, ben o kişiye teşekkür ederim. Ama benim kitaplarımdan hiçbirine hiç kimse böyle bir şey söyleyemedi ve söyleyebileceğini de zannetmiyorum.
Bu kitap, hiç tarih vermeden on yılı gün gün anlatıyor aslında. Bunu gören okuyucular oldu… Tarihi de iyi bilen bir kişi okursa, hangi mevsimde nereye gittiklerini, tam o mevsimde de Türkiye’de neler olduğunu, tam o sırada hangi şarkıların liste başı olduğunu, o tarihteki toplumsal olayları görebilir.
E.A- Bir proje vardı; kitapta söz edilen parçalar bir albümde toplanacaktı. O konuda bir gelişme var mı?
K.B- Kitaptakilerin dışında o döneme ait başka parçalar da eklenebilir. Hala anlaşmaları yapılıyor parçaların…
E.A- Benim için Başucumda Müzik bir tarih romanı değildi. Edebiyat ve müziğin iç içe geçtiği bir romandı.
K.B- Sen bir edebiyatçı olduğun için öyle görüyorsun. Bana göre; bir kitap herkes tarafından okunabilir, özel bir ilgi alanına ait değilse, teknik bir kitap değilse tabi. Aynı zamanda bir kitapta, bazı okuyucuların anlamadığı, başka okuyucuların da anladığı bir arka plan olması gerekir. Kitapların kapılarını açıp, başka bir yere gidebilmen lazım, bana göre iyi kitap budur. Bu da tabi ince bir iş. Bunu yapmak için çok çalışmak gerekiyor. Sözcüklerle birebir yapılan bir iş bu, ben otuz yıldır söz işçiliği yapıyorum. Bir sürü edebiyat kuramı olabilir, beni hiç ilgilendirmiyor bunlar. Ben kendi işime bakıyorum.
E.A- Çocukluğun yitirilmesini kabul edemiyor karakterleriniz. Bu yalnızca onlara mahsus bir durum mu, sizin için de aynı şey geçerli mi?
K.B- Bana da ait bir duygu bu. Çok yazarda da vardır. Gerçi bendeki nostaljik bir boyutta değil. Onunla birlikte yaşamak hoşuma gider. Nazım Hikmet’in bir şiiri vardır; Saman Sarısı… 18 yaşındaki haliyle karşılaşır Nazım Hikmet. Çok sevdiğim bir imajdır o benim.
E.A- Bir kadının iç sesiyle yazabilmenize çok şaşırıyorlar…
K.B- Evet, bana en sık sorulan soru budur.
E.A- “Çocukluğumdan beri kadınlarla bir arada olduğumdan” diyorsunuz. Nasıl yani; teyzelerinizle falan mı büyüdünüz?
E.A- (Kahkaha atıyor) Ne diyeyim, yanlış anlaşılmışım. Kadınlarla ilişkim var demek istiyorum. Erkeklerle oturup detaylı, duygusal, derin bir şey konuşmuyorum ki… Kiminle konuşuyorum? Kadınlarla. Bir erkeğin duygularını yalnızca kendimden bilirim. Kadınınkiniyse hayatımın her aşamasında görmüşüm, yaşamışım. Öfkesini, kıskançlığını, aşkını, çıldırmasını birebir yaşamışım. Bana özel bir şey de değil yani.
E.A- Derginin konseptine uygun sorularım var. Son yıllarda doğu kültürlerine, felsefelerine yeniden bir yöneliş var. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Sizin kendinizi daha sağlıklı, daha huzurlu hissedebilmek için yaptığınız şeyler var mı?
K.B- Esasında son yıllarda bir geri dönüş yaşanıyor. Doğu felsefeleri 60’lı yıllarda batıya yansıdı. Gelişmiş toplumların, bireyleşmenin getirdiği, “Ben ne olacağım, ne yapacağım?” sorusuna yanıt aramak bu aslında. Çok eski bir soru tabi ki. Ama bireyselliğin arttığı, insanların aidiyet duygularını kaybettiği ve kendilerini yalnız hissettiği aşamalarda daha çok ortaya çıkar. Şimdi de tekrar geri gelmesinin böyle bir nedeni var. Yani bir bireyselleşme akımı var dünyada, onunla ilgili bir şey bu. Sadece doğu felsefeleri demek zor; işin daha çok pratik kısmı, spor kısmı geliyor zaten.
Bizde sema vardır, zenciler gospel söyler, Afrikalılar tamtam çalar. Herkesin kendi ritüelleri var. Bunların hepsi insanları rahatlatmaya yöneliktir. Doğu kökenli olanlar batılılara, bizlere tabi ki ilginç geliyor. Benim ise çok alakam yok. Ben rahatlamak için müzik çalarım, müzik dinlerim.
E.A- Peki yoga, tai-chi, aikido size ne ifade ediyor?
K.B- İsimlerini duydum.
E.A- Reenkarnasyona inanır mısınız?
K.B-Reenkarnasyonla ilgili şunu düşünüyorum; şurada sana verilmiş hayatla ne yaptın da, bir daha gelmek istiyorsun? Herkes bu soruyu kendisine sormalı bence.
E.A- Aslında bütün olay insanın kendini kontrol edebilmesi. Çoğu insan bunu başaramıyor. Bu disiplinler öncelikle fiziksel kontrolle zihin kontrolüne yöneliyorlar. Siz kendinizi nasıl kontrol ediyorsunuz?
K.B- Evet, işin bu yanını atlamayalım. Tabi ki bütün ritüellerin, özellikle din kökenli olanların temelinde self-disiplin yatar. İnsanın kendi benliğin, öfkesini, kinini, kıskançlığını ve hatta şehvetini denetim altında tutabilmesi. Bunun için birtakım teknikler uygulanabilir, gruplara katılınır ama bunu kendi kendine de başarabilir insan. Benim kendi disiplinim var ama nasıl oluştuğunu bilmiyorum.
E.A- Benim sorularım bu kadar. Sohbet için teşekkürler
K.B- Ben teşekkür ederim.