Uzun zamandır iple çektiğim bir söyleşiye doğru yol alıyordum. İşin ilginç yanı tanışıklığımız olmasına rağmen nereden başlayıp nasıl anlatacağımı bilmiyordum. Neyse ki konuşkan bir kızdı. Hatta zaman zaman başlayıp bir türlü bitmeyen cümlelerinden dolayı takılmalarımıza meze olmuşluğu da vardı. Aslen balerindi, sonra medyaya bulaşmıştı, biraz radyoculuk yapmıştı, şimdi şarap eğitimi verip bir yandan da perküsyon çalıyordu. Ama asıl konumuz ilk romanı “9”du… Şimdi koltuğunuza yaslanın ve genç bir insanın içini gıdıklayan yazma merakının cesur adımlara dönüşmesine bir de siz tanık olun.
“9” senin ilk romanın. Herşey nasıl gelişti?
Bir şeyler yazmak, bu dünyadan kaçmanın ve kısa yoldan kendine yakalanmanın en erdemli yolu aslında. İşte benim de bu nedeni fark etmem, bale yaparken sakatlandığım bir döneme denk geldi. Artık dans edemediğim için sanki ruhumun ifade kanallarından biri kapanmış gibiydi ve alternatif bir yol bulmam gerekiyordu. “9”un da temelleri ilk olarak o zamanlar atıldı, yani yaklaşık dokuz sene önce… Derken baleyi bırakmak durumunda kaldım. Devlet balesinin durumu ve içinde bulunduğum koşullar aslında bu kararı benim yerime çoktan vermişlerdi. Sonra balenin dışında kalmış ve benim aslında pek de tanışık olmadığım dünyayla tanışmam gerekti. Yani sanatın subjektif dünyasından, hayatın çoklu karmaşasına alışmaktı bunun diğer adı. Bu dönemi yazarak daha rahat atlattım aslında.Aynı bir seyahati kaleme alan biri gibi, tanık olduklarımı satırlara biriktiriyordum. Sonra da yazdıklarım yavaş yavaş birbiri üzerine oturmaya başladı. Daha doğrusu roman kendini oluşturdu, ben sadece onu kaleme aldım.
O zaman tamamen yaşadıklarını mı yazdın?
Roman birebir hayatımın yansıması değil tabi ki. Ama etkilendiğim veya esinlendiğim bir çok olayı birbiriyle kurguladım. Dolayısıyla gerçek ve hayalin bir füzyonu oldu. Bunu kaleme almak ise hiç planlı bir şey değildi. Cemal Süreya’nın bir şiirindeki cümle gibi; “Söz, atılmazsa zehirdir.” Belki de yazmasaydım, zehirlenecektim.
Yazmayı dans etmek ile karşılaştırmak gerekirse, hangisi sana daha yakın?
Bale herşeyden once ilk gözağrım. Ve “En iyi ne yaparsın” sorusuna hiç düşünmeden vereceğim tek cevap. Bunun üzerine çıkabilen bir şey olmadı ve daha da zoru, bunu bilerek hep bir şeylere yeniden başlamak, bazen de başlamak zorunda kalmaktı. Aslına baktığımızda tüm sanat dalları, insanın kendini ifade ederken seçtiği yollar… Herkes elinde avucundakiyle, yeteneği neye izin veriyorsa o yolu seçiyor. Yani Taksim’e Gümüşsuyu’ndan, Şişli’den veya Fındıklı’dan gidebilirsiniz. Neresi size daha yakınsa oradan gitmeyi tercih edersiniz. Ama ben belki de bale gibi benim için daha kısa olan bir yolu seçmeyerek biraz dolaşmayı ve hava almayı seçtim. (gülümsüyor)
(Gülerek) Yani sadece hava almak için mi yazdın?
Evet bu arada bir çok şey gördüm ama aramızda kalsın… (kahkahalar atıyor)
Öyleyse bu yolculuğun kahramanlarına dönelim, mesela ana karakter Efsun’a…. Onunla kendin arasında benzerlikler görüyor musun?
Aslında benim kalemimden bana benzeyen bir karakter çıkmaması kaçınılmaz. Daha doğrusu kendimi apayrı biri yaratmak için zorlamak istemedim. Eğer şimdiden bunu yaparsam ilerde yapacak şey kalmaz. Bunların hepsinin bir basamak olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden Efsun ile aramızda benzerlikler olması da bana batan bir durum değil. Hatta tam tersi Efsun, benim sahip olmadığım özellikleri de içeriyor. Mesela olaylar karşısındaki sakinliğine bayılıyorum. Belki de bu yüzden büyük bir hayranlıkla yazdım onu…
Hayranlık demişken özellikle romanını okuduğum sırada, okuyucunun karakterler arasında duygusal bir bağ kurmasının ne denli önemli olduğunu bir kez daha farkettim. Yani okuyucu kahramanları seviyorsa, romanı ona daha sarılarak okuyor…
İşte aynı şey yazmak için de geçerli. Ama şöyle bir handikapı da var; bazen karakterler yazarın kontrolünden çıkabiliyor. Gerçi ben bunu seviyorum. Çünkü sonunu getirene kadar ne yazacağımı ben de bilmiyorum ve aslında beni de bu gizem sürüklüyor. Bir karakteri kapıyı açıp içeri sokacakken, onu bir anda zili bile çaldırmadan geri döndürebilmek güzel. Hatta sırf bu tip fevri hamlelerim yüzünden içinden çıkamayarak aylarca toparlamaya çalıştığım durumlar bile oldu.
Peki kitabın ana mesajı nedir? Yani tam olarak ne söylemek istiyorsun?
Gördüğümüz birçok şey var. Ancak bu kitap görünenin arkasındaki görünmeyeni sorguluyor. Bunu bize kanıtlamak için rastladığımız tesadüflerin ise hiç de tesadüf olmadığını gösteriyor.
Öyleyse bu tesadüflerin hayatımızdaki rolünü anlatmak için mi yazdın? Yoksa yazarken bu mesaj tesadüfen mi oluştu?
Bu mesajı da roman yazdı aslında. Veya direkt kendimle çelişerek şunu söyleyebilirim; bu mesajı vermek adına tüm tesadüfler bir araya geldi. Oysa ki tesadüflerin bir araya gelmesi de hiç tesadüf değildi.
O zaman biz tesadüflere boş yere mi inanıyoruz?
Aslında çoğumuz ona dikte edileni yaşıyor. Belki birazcık daha gözümüzü açtığımızda olaylar, insanlar ve hayatlar arasındaki bağların hep bir amaca hizmet ettiğini görebiliriz. Hepimizin içinde bulunduğu duruma gelene kadar bir hikayesi var. Acaba hiç düşündük mü, hikayemiz böyle değil de başka türlü olsaydı şu anda neredeydik? Ve eğer buradaysak yeterince farkında mıyız nerede olduğumuzun ya da olmadığımızın… Yani sonuç olarak farkındalık katsayısını biraz artırmak istiyorum anlattıklarımla. Eğer bu farkındalığın meali “tesadüf diye bir şey yoktur” ise ona da varım. Çünkü farkında olmadığımız çok şey var.
Mesela ne bunlar?
Öncelikle kendimiz ve isteklerimiz. Mesela meslek sahibi olanların sadece %10’u işini gerçekten severek yapıyor. Buna rağmen hiçbir şeyi değiştirmiyoruz. Problem aslında arzu ettiğimiz şekilde yaşamamız için gerekli olan şartları bir araya getirmek için yeterince cesur olmamak. Ama herşeyin başında da bunu farketmek gerekiyor. Yani “Ben bu hayattan ne istiyorum?”
Sen ne istiyorsun?
Kabul ediyorum ki benimkisi oldukça karışık. Zaten bunu bugüne kadar yaptığım ve birbiriyle genelde alakasız olan birçok iş dalında da anlayabiliriz. Ama hepsinin temelinde yatan ortak duygu; huzur…
Gene romana dönecek olursak ilginç isimler göze çarpıyor. Bunu sormak zorundaydım çünkü birçoğu günlük hayatta belki de hiç karşılaşamayacağımız isimler.. Berkun, Oğan, Şiar, Efsun, Hayrun…
Onlarla bir gün bir yerlerde bir vesileyle tanıştım aslında. Ben de o vasıtayla öğrendim isimlerinin anlamlarını, yoksa özellikle arayıp bulmuş değilim. Bir şekilde tınısını, anlamını veya hissini sevdiğim için de romanda yer vermek istedim. Aslında okuyucunun aklında sıfırdan bir karakter yaratmak adına, onların ilk kez duyma ihtimallerinin yüksek olacağı ender isimlerden yardım almak belki de onları seçmiş olmamın ikinci nedeniydi.
Ayrıca okuyucuyu sürpriz bir son bekliyor? Bunu nasıl kurguladın?
Roman yaklaşık bir yıla yakın süre tamamlanamadı. Akımda o kadar çok son vardık ki, sırf onları gerçekleştirebilmek için onlarca roman yazmam gerekirdi. Derken tek bir karakterin romana girmesiyle herşey çözüldü. Final açıkçası bana bile sürpriz oldu.
Peki kitap yazma sürecinde en zorlandığın şey ne oldu?
Kesinlikle yazdığımı değiştirmemeye çalışmaktı zor olan. Mesela yazdıktan sonra kendime müddet tanıyordum ki yazdığım şeye iyice yabancılaşayım ve daha iyi değerlendireyim diye… Ancak aradan geçen süre sonunda benimduygu ve düşüncelerim de değişiyordu. Yeniden okuduğumda ise genellikle değiştiriyordum. Zaten romanı bir kere yazdım, bin kere değiştirdim. (gülüyor)
Satışlar nasıl gidiyor, genel olarak tepkilerden memnun musun?
Açıkçası ne bir tahminim ne de bir öngörüm olmamasına rağmen son derece iyi gidiyor. 1 ay içinde Pandora’da çok satanlar listesine girmeyi başardı. Ama burada satış doğru bir kriter değil. Çünkü kitap yazmak bir kuyuya taş atmak gibi. İnsanlar ne düşündüler, beğendiler mi, haz ettiler mi? İşin bu kısmı çoğunlukla gölgede kalıyor. Bu yüzden bana bin kişi satın almış yerine bir kişi beğenmiş söylemi daha anlamlı geliyor.
Bale dışında medya reklamcılığı, radyo programcılığı, şarap eğitmenliği gibi bir çok farklı işle uğraşmışsın. Bunu nasıl değerlendiriyorsun? Bu bir beslenme mi yoksa doyumsuzluk mu?
{mosimage}Galiba her ikisi de… Yapmak zorunda olduğum şey ile esas yapmak istediğim şey arasında hep bir uçurum oldu. Aslında bu beni hem demotive etti hem de yüreklendirdi. Elbette ki genç olmamın gözükara girişimlerde bulunmamdaki payı yüksek. Sadece ne kadar çok şey öğrenebilirsem o kadar çoğalacağını düşünüyorum. Aslında iş adı altında bile kendimi bulduğum her ortam, ruhumu beslemekten başka bir şey değildi. Ve bu yüzden de yaptığım tüm işler birbirini tetikledi.
Başka projeler var mi? İkinci bir kitap ne zaman?
Şu an ilginç bir dönem çünkü hemen bir kitap daha yazmak istiyorum. Ama aklımda uçuşan düşüncelerin sakin bir şekilde konmasını beklemek daha doğru. Onları henüz havadayken yakalamaya çalışmak özgürlüklerine haksızlık etmek olur. Dolayısıyla güzelce uçuşmalarının keyfini çıkardıktan sonra bir iki seneye kadar ikincisi çıkar sanıyorum.
Teşekkür ediyorum vakit ayırdığın için, çok keyifli bir söyleşiydi…
Esas ben teşekkür ederim.