Dalgın dalgın yürüyordu. İçini nedensiz korkular kaplamıştı; sanki çok kötü bir şey olacakmış gibi.

Sık sık olurdu bu. bu duygudan kurtulmak için uzun yürüyüşlere çıkardı ve yürüyüşün sonunda kendini daha iyi hisseder vaziyette eve dönerdi. Korktuğu da olmazdı elbette. Bugün de öyle günlerden biriydi. Yürürken yanından geçen insanların farkına varmaz bir şekilde hızlı hızlı yürüyordu. Yanından geçenler de onun farkına varmıyor olabilirlerdi. İnsanlarla göz teması kurmayınca kimse birbirini farketmiyor diye düşündü. Ne önemliydi bu. Göz teması olmayınca, o an kişi sadece kendi varlığını hissediyordu, tüm dalga boylarına kendini kapatıyordu. Tıpkı radyo ya da televizyon düğmesini kapatınca hiçbir şey duyulmaması ve görülmemesi gibiydi bu durum. Sadece kendisiyle başbaşa, sadece kendisinin farkında bir şekilde yürüyüşüne devam ediyordu. Yerdeki taşlar yer yer yerlerinden oynamıştı. Bazen de bir su birikintisiyle karşılaşıyordu. Birikinti azsa suyun üzerine basarak geçiyor, eğer çoksa ve atlayabileceği bir mesafesi varsa üzerinden atlıyor, yok eğer fazlaysa çaresiz etrafından dolanıyordu. Bir oyun gibiydi bu kendisi için. Engelleri sayıyor ve onları nasıl aştığını düşünüyor, yeni engeller çıkması olasılığına karşı hesaplar yapıyordu. Tam yeni bir hesap çıkarmak üzereydi ki, birisi koluna çarparak yanından geçti. Gerçek dünyaya döndü o an. Biri televizyonun düğmesine basmıştı; görüntüler canlandı birden etrafında. Arkasına dönüp koluna çarpan kişiyi aradı. Hızla yürürken gördü onu. Olduğu yerde bir süre durdu ve giden kişinin arkasından biraz da kızgın şekilde uzun uzun baktı. Bir özür bile dilememişti. Öylesine çarpıp gidivermişti. Tıpkı hayatına girip, kendisine çarpıp giden olaylar gibi olduğunu düşündü. Nasıl da bu kadar acımasız ve küstah olabiliyorlardı. Sonra aklına birden bir düşünce geliverdi; acaba ben mi sebep oldum bu çarpmaya diye. Belki de kendisi düşünceler içindeyken sebep olmuştu bu çarpmaya. Acaba özür dilemesi gereken kişi kendisi miydi. Acaba hayatında ona çarpan olaylar yüzünden de kendisinin mi özür dilemesi gerekiyordu. Kendisi mi onların gelip kendisine çarpmasına sebep olmuştu. Olaylardan mı özür dileyecekti. Bu düşünce kendisini güldürmüştü o an. İyi de olaylardan nasıl özür dileyecekti. Kelebeğin kanat çırpışının dünyanın bir başka yerinde yarattığı fırtınadan meydana gelen hasarı eğer özür dilmeyle halledebiliyorsa hemen dilemeye hazırdı. Elinden başka bir şey de gelmezdi. Yalnız kendine çarpan olaylardan dolayı ya da kanadını çırpışından dolayı derbeder olan herkesi bulması çok zordu. Toplu bir özür dilese olmuyor muydu. Bu düşünceye daha da çok güldü. Öylece sokağın ortasında durmuş kahkahalarla gülüyordu. Etrafından insanlar geçiyordu; kendisine kimi garip garip bakıyor, kimi gülümsüyor, kimi de acıyan gözlerle başlarını sallayıp duruyordu. Hatta bazısı geçtikten sonra arkasına dönüp tekrar tekrar bakıyordu. Birden, başınıza gelen bütün olaylardan özür diliyorum diye bağırmaya başladı. Başıma gelen olaylardan dolayı, başınıza gelen herşeyden özür diliyorum diye haykırdı tekrar. İçinden dalga dalga gelen gülme isteğini bastıramıyordu. Gülmekten karnına kramplar giriyordu. İkibüklüm olmuştu. Özür diliyorum diye arada bağırıyordu. Bu onu daha da güldürüyordu. En sonunda artık gülmesi de, özür dileme isteği de geçmişti. Evrene tekrar bir enerji dalgasının yayıldığını biliyordu bu olanlardan dolayı. Yüzüne anlamsız bir ifade yerleştirdi, ellerini ceplerine soktu, hafifçe gülümsedi ve yürümeye devam etti.

Bazı yürüyüşlerin geri dönüşleri yoktur.

Aylin Yabanoğlu

21.10.1966 yılında Trabzon da dünyaya geldim. Çocukluğumda sanata çok fazla meyli ve yeteneği olan biriyken okumaya olan düşkünlüğüm ve gelişmiş bir adalet anlayışına sahip olmam sonucu Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesine girdim. Yüksek öğrenimimi 1989 yılında tamamladım. Meslek olarak avukatlığı seçmem sonucu oldukça maceralı bir avukatlık hayatım oldu. Ara verdiğim dönemlerde kendi çapımda şiirlerim, denemelerim, kısa öykülerim ve bazen de resim çalışmalarım oldu. Bu süreçte de manevi dünyayı ve kendimi tanıma arzum yüzünden çıktığım yolculukta astroloji, psikoloji, felsefe derken en sonunda spiritüalizme kadar varan noktada her anım oldukça renkli olaylara sahne oldu.