“Gökyüzünde bir yolcu uçağı gördüğünüzde aklınıza gelen ilk şey nedir? “
Benim “onun nereye gittiği…”

Onunla tanışmam bir tesadüf değildi. Çok da planlı olduğu söylenemez ama… Herkes onu konuşuyordu – ben gözümde çok büyütmüyordum. İtiraf edeyim; bir yandan da onu görmek için içimde acayip bir istek de vardı. Kokusu nasıldı? Değişik bir hissi var mıydı? Herkesin dediği kadar var mıydı ? Hem güzel hem korkutucu muydu? Yoksa korkutucu muydu güzelliği? Bayıltır mıydı zevkten beni?
İlk gördüğümde “O kadar da değil.”dedim. Fiziksel özellikler konuşulanlara paralleldi. Herşey yerli yerinde ve renkliydi. Gözlerimi bana değişik gelen her şeyi incelemeye adadım (ondan ayrılana kadar da böyle sürecekti.) Öyle yorgundum ki, çok ilgilenemedim başta. Diğerleriyle arasında çılgın bir fark bulamadım ilk anda belki de.

48 saat sonra…

Hazırdım buluşmaya. Bakalım neydi numarası? Güzel ve sinsi bir gülüşü, beni kandırmaya hazır bir hali vardı. Genelde çok rahat giyinirmiş. Bazen olabildiğine şık, bazen fukaranın fukarası da olabilirmiş. Pahalı ve büyük arabalar, uzun limuzinler onun favorisiymiş. Taksi hızlı gitmezse, binmezmiş. Yüksekten bakarmış, gölgesini göremezmiş.
… Tanıdık geldi yüzü bana. Ama onu televizyonda gördüğümden değil! Daha başka yani; ama tanıdık işte!

Gördüğü anda beni, hızlıca bir şeyler anlatmaya başlamıştı. Hep acelesi varmış gibiydi. Zamanla yarışıyordu sanki. Karşısındakini de bu yarışın içine alıyordu. Yollarda dolanmak, güzel havanın tadını çıkarmak varken hızlıca koşuşturur hale geliyordum. Onun derdi zamanlaydı, benimki ise; onla, onun yaşadığı zamanla…Tek bir dilden konuşmuyordu; çünkü sadece birisi değildi. O birden çoktu. Her hikayeyi farklı bir dille yaşıyordu.Kafamı her çevirişimde başka bir renk oluyor ve başlıyordu….

Çelişkiler yumağıydı yaşadıklarım, özgürlüğe çağırırken beni, arada durdurup yaşamın katı kurallarına dair kanıtları da gözüme sokmaya çalışıyordu. Yorulduğumu anlayınca beni o kocaman yeşil parka davet etti. Huzur bulayım, yalnız kalayım diye. O yanımda bu sefer sessiz dururken, ben soğuk buzlu çayımla çimlere uzanmıştım. Birkaç satır bir şeyler yazdım. Nasıl bu hale geldik bilmiyorum. Nasıl bu kadar derinden etkilendim böylesine bir karmaşadan ? Onda gördüklerim ilham verdi bana. Sanattan konuştuk saatlerce. Her türlüsünden anlıyordu, benim bilmediklerimi de anlatmaya hazır duruyordu. Gözlerinden ışık saçıyordu o Broadway Show’undan bahsederken.
Büyük bir şirket sahibine veya kartlarını açmış bir poker oyuncusuna benzetiyordum onu, sanki gösterdiği fırsatlara tutunsam, rüyalarıma kavuşacakmışım gibi konuşuyordu. Bir sürü şey vaat ederken yalan söylüyordu hepsinin gerçekleşeceğine dair ama dinlemeye devam ediyordum. “Mayanda azıcık yaratıcılık varsa mutlu olursun benimle ! “ diyordu. O kadar kolay olmadığını biliyorum…

Güleryüzlü olsa da onun da kötü tarafları vardı elbet. Herkesin acı çektirdiği biri vardır geçmişte veya su an. Kaç kişiye acı çektirmiştir o parlak gülümseyişle kim bilir? İçine almıştır akrabası veya sevgilisiymiş gibi… Bunlar aklımdan geçiyordu zalim zerafetini 86.kattan izlerken. Uzaklarına bakakaldım uzunca bir süre… Damarlarına indim, sokaklarına sonra… İçindeki yıkıntıyı görünce ürperdim birden, milyonlarca insan gözyaşını akıtmıştı oraya. Onun da herkes gibi dokununca ağladığı bir yarası vardı.
Onunla olmaya çok alışmıştım, çirkin yüzleri olduğunu bilsem de. Gerçekten kandırılmıştım, kalbinden gelen o müzik her sokakta yakalar olmuştu beni. Yakamdan tutup öpmüştü sokağının ortasında dinlediğim jazz notaları…Veda ederken bu acıtacaktı işte.
Ondan sadece ayrıldım. Onu terk etmedim, işim bitmedi onunla, bir daha görüşeceğim.

Giderken ben, o güzel ve güneşli bir gün yaşıyordu.

New York, sana kendimi hatırlatacağım yeniden…

Yaşadığımız dakikalar için teşekkürler…

Konuk Yazar