Doğacak yıldızı bekleyen üç arkadaştılar. İçlerinden biri, birilerinden duymuştu bunu ve diğerlerine anlatmıştı. Çok heyecanlandılar.
Doğacak yıldızı bekleyen üç arkadaştılar. İçlerinden biri, birilerinden duymuştu bunu ve diğerlerine anlatmıştı. Çok heyecanlandılar. Uzundur kendilerini böyle heyecanlandıracak bir şey olmadığı içindi belki de hayatlarında. Herşey oldukça tekdüze ve heyecansız adeta mecburi bir tarzda akıp gidiyordu çünkü. Bunu ilk duyan başka şeylerde duymuştu. Eğer bu yıldızı gördüğünde ona gözünü ayrrmadan 5 dakika bakabilirsen – ki bunu başarabilen fazla kişi yokmuş, çünkü yıldız çok parlak olduğu için 5 dakika boyunca bakmayı başarabilen çoğu kişinin artık gözlerinin görmediği söyleniyormuş- o an ilk ne dilerse o gerçek olurmuş. Bu o kadar inanılmayacak kadar güzeldi ki, hepsi inanmayı tercih etti. En azından bu yıldızı beklemek için bir amaçları vardı. Sözleştiler ve beklemeye başladılar. Bir plan yaptılar aralarında. Yıldızı beklerken sırayla uyumaya karar verdiler. Birisi uyurken diğer ikisi onu gözleyecekti. İki kişinin gördüğü bir kişinin gördüğünden daha inandırıcı olurdu. Eğer sadece biri gördüm derse diğer ikisi ona inanmayabilirdi. Aslında bu yıldızı göreceklerine dair hiçbirinin içinde inanç olmadığı için de böyle bir karara varmış olabilirlerdi. Şüpheden dolayı birden iki doğmuş olabilirdi. Bu sadece bir varsayımdı ama bu bekleyişin onlar için uzun bir bekleyiş olacağı kesindi. Belki de böyle bir yıldız yoktu yahut vardı da onların görebilmeleri imkansızdı ya da görenin dilediği ilk şeyin gerçek olduğu da belki sadece bir söylentiydi. Hatta ve hatta görmeyi başarabilenlerin gözlerinin artık görmediği de tamamen bir uydurmaydı. Bunların hepsi olabilirdi ama bu varsayımlar ya da şüpheler onları bekleme fikrinden vazgeçirecebilecek kadar güçlü olamadı inançlarının karşısında.

Oturup, gözlerini gökyüzüne dikip, bir süre sessizce beklediler. Görünen bir şey olmadı. Ama daha yeni başlamıştı bu bekleyiş ve hemen vazgeçmek gibi bir düşünce akıllarında henüz yeşermemişti bile. Arada sohbet ettiler. Hayallerinden bahsettiler. Bu beklemede çok ilginç konulardan konuştular. Birbirlerinin hiç bilmedikleri hayallerini öğrendiler. Şaşırdılar. Yanyana yaşayıp da bunları nasıl da bilmezler diye hayret ettiler. Sonra artık ilk şaşırdıkları şeylere şaşırmaz oldular. İlk uyuyan yıldızı ilk duyan oldu. O kadar uykusu gelmişti ki artık dayanamadı. Gözleri, karanlıkta yıldızlar üzerlerine düşerken kapandı. Derin uykulara daldı, ilginç rüyalar gördü. Uyandığında bunları diğerlerine anlattı. Rüyaların yorumlarını yaptılar; dilleri döndüğünce. İyi dilekler dilediler, gülüştüler. Bu sırayla böyle gitti. Bazen hiç rüya görmedikleri de oldu. O zaman anlatacak bir şeyleri olmadığı için sustular. Karınları acıktığında yemek yediler. Yedikleri yemekler üzerine konuştular daha sonra ve uzunca. Yemeklerden konuşmak onları çok eğlendirdi. Bundan sonra bunu hep yapalım dediler. Ama bir süre sonra bu sohbetten de sıkılır oldular. Ve yemeklerini yedikten sonra hiç konuşmadılar. Herbiri kendi düşünceleriyle başbaşa, sessizlik içinde oturdular. Oturdukları için tuvaletleri daha sıkça gelir oldu. Tuvalette daha çok zaman geçirmeye başladılar. Bir süre sonra birisi diğerlerinden ve bu uzun bekleyişten sıkıldğını farketti. Bunu diğerlerine söyleyemedi. Ama diğerleri bunu sezinlediler. Kaçamak bakışlarından, daha çok susmasından, arada iç çekmesinden.. Ama kondurmak istemediler. Bir süre sonra sıkılan, artık bu sırrının kendisini boğacağını farketti. Dayanamadı ve paylaştı diğerleriyle. Bunu söyleyeceğini biliyorlardı ve bekliyorlardı. Hazırlıklıydılar ama gene de üzüldüler. Sessizce vedalaştılar. Kalan ikisi beklemeye devam etti. Umutlarını arada kaybeder gibi oluyorlardı ama sonra birbirlerini yüreklendirip yeniden yıldızı görebilecekleri umuduna sarılıyorlardı. İki kişi kalınca daha çok birbirleriyle duygularını paylaşır oldular. Daha çok birbirlerini dinlediler. Birbirlerinin gözlerine daha çok baktılar. Daha çok sessizliği paylaştılar ve bundan daha çok zevk aldılar ama bu da uzun sürmedi. İkilik bir süre sonra cazip gelmemeye başladı. Sıkıldı birisi daha. Yıldızı beklemekten daha önemli yapacak işleri olduğunu farketti. Ama bunu diğerine söyleyemedi. İki kişi içinde bir sırrı saklamak daha zordu. Daha çabuk açığa çıktı bu kez. Söylemeden anladı diğeri. Bunu sordu önce, diğeri inkar etti. Ama ısrar etti anlayan. En sonunda pes etmek zorunda kaldı. Bu sefer ki ayrılış ilk vazgeçenin ayrılışından daha hüzünlü oldu nedense. İlk kez ağlaştılar. Öpüştüler. Sarıldılar. Ve uğurladı sıkılanı, yıldızı ilk duyan. Tek başına kalmıştı. Ama vazgeçmeyecekti. Eğer böyle bir yıldızı duymuşsa ve bu söyleniyorsa mutlaka doğruluk payı vardır dedi. Beklemeye devam etti. Sabırla, günlerce, gecelerce.. Hiç vazgeçmedi. Vazgeçen ikisi hiç geri gelmedi, merak dahi etmediler, ne yıldızı, ne de onu görmeyi bekleyen diğerini. İçi sızladı zaman zaman, bu aklına gelince. Ama üstesinden geldi bu duygunun. Derin nefesler aldı, beklemeye devam etti. Bir gün o yıldızı göreceğinden emindi, hatta onu gördüğünde kör olacağını bile bilse, vazgeçmeyecekti. Onu gördüğünde ne dileyeceğini bile bilmiyordu. Ama o yıldızı duyduğu anda ki heyecanını hiç unutmamıştı, inanmıştı ve beklemeye devam edecekti.

Aylin Yabanoğlu

21.10.1966 yılında Trabzon da dünyaya geldim. Çocukluğumda sanata çok fazla meyli ve yeteneği olan biriyken okumaya olan düşkünlüğüm ve gelişmiş bir adalet anlayışına sahip olmam sonucu Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesine girdim. Yüksek öğrenimimi 1989 yılında tamamladım. Meslek olarak avukatlığı seçmem sonucu oldukça maceralı bir avukatlık hayatım oldu. Ara verdiğim dönemlerde kendi çapımda şiirlerim, denemelerim, kısa öykülerim ve bazen de resim çalışmalarım oldu. Bu süreçte de manevi dünyayı ve kendimi tanıma arzum yüzünden çıktığım yolculukta astroloji, psikoloji, felsefe derken en sonunda spiritüalizme kadar varan noktada her anım oldukça renkli olaylara sahne oldu.