“Yalnızlığım, yaşamak zorunda olduğum beraberliğimsin.” demiş ya şair Mehmet Teoman; ne de güzel söylemiş…

Bu harikulade sözlerin müzikle süslenmiş halini birçok kişiden dinledim ama bestecisi Vedat Sakman Ustamdan sevdim ve şimdilerde de HEPSİ grubu arkadaşlarımın yeni albümünden, özellikle de Sevgili Gülçin’in o güçlü yorumundan dinlemeyi çok seviyorum…

 

Haydi, hep birlikte bir kez daha dile getirelim insanı kendi içinde yolculuğa sürükleyen bu özlü sözleri:

“Yeni tanıştık belki de ama kim bilir belki de hep vardın,
Eşlik ediyordun sessiz ve sinsice belki de
Şimdi şimdi anlıyorum kurnazca ayırdın beni belki de
Lime lime savurdun sevdiklerimi belki de

Yalnızlığım, yaşamak zorunda olduğum beraberliğimsin
Yalnızlığım, kanımsın canımsın sen benim çaresizliğimsin
Yalnızlığım, bugünüm yarınım sen benim hüzünlerimsin
Yalnızlığım, tek bilebildiğim sen benim vazgeçilmezimsin

Senin olmamı istedin ama belki de bir aşık gibi
İnatla bunca zaman kendine sakladın belki de
Bir tohum gibi serpildin filizlendin ben oldun belki de
Yatağımı bile paylaşabilmek için benimle”

Ben çok etkileniyorum bu sözleri her dinleyişimde, okuyuşumda.

Nedir bu yalnızlık? Yalın olma hali mi?

Yoksa insanın kimsesi olmaması mı?

İlk seçenekse cevap, insan yalınlığı, yani kendi başına olmayı neden sevmesin?

Kendiyle olmayı, yani kendini sevemeyen biri başkalarını nasıl ve ne kadar sevebilir ki?

Bence cevabın sorun yaratan kısmı ikinci şıkta saklı…

O zaman da nasıl oluyor da etrafta yüzlerce, binlerce kişi varken yalnız hissedebiliyor insan diye sormak geliyor içimden… E kova burcu insanı olunca da soruyorum haliyle ve cevaplar aramaya koyuluyorum yeniden.

Siz de merak ettiyseniz, haydi buyurun birlikte irdeleyelim mevzuyu.

“Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar, yeryüzünde sizin kadar yalnızım.”

Hemen her Türk insanının milli marşımız kadar iyi bildiği bu Klasik Türk Müziğimizin güzide ve nihavent şarkısında ifade edilmek istenen şey teoride kulağa güzel ve mantıklı gelmekle birlikte pratikte mümkün mü acaba?

Yıldızlar gökte yalnız mı ışıldar? Evet, yakınlarında başka yıldızlar yok bizim mesafe anlayışımıza göre ama onların duyguları da yok ki yalnızlık hissedebilsinler… Etrafta yıldızlar kadar insan varken bile yalnız hissedebilmek sadece bizlere mahsus olsa gerek… Peki ya neden? İnsanın ihtiyaç duyduğu ne ki “yalnızım!” diye feryat figan ediyor yüzyıllardır.

Bu aralar benzer duygular içinde olduğumdan düştüm peşine bu kaçınılmaz hissin ve içime doğru yolculuğa koyuldum… Hayatımda eksik olan, boşluğunu hissettiğim neydi mesela?

Aklıma ilk gelen cevap: Annem!

Peki, beş yıl önce cennete uğurladığım canım annem nasıl oluyor da yalnızlığımla ilintili oluyordu?

Annem; arkadaşım, dostum, sevgilim miydi, ki tümünün dolduramadığı hangi boşluğu doldurmuştu?

Bu durumda eksikliğini hissettiğim; “onun varlığı ile içimde yeşerebilen” bir duygu olmalıydı “şefkat”.

Doğru ya, ihtiyaç duyduğum şey hayatım boyunca ondan almaya alışık olduğum şeydi.

Sadece bir duygu!

Kaynağı gidince üretemez olmuştu beynim bu huzur veren duyguyu…

Ve bunu tercüme ederken ulaştığı sonuç = Yalnızım!

Ama onlarca arkadaş, dost, seven var “Ben”i…

Bu kez soru değişti haliyle; “Herkesten şefkat alınabilir mi?

Mesela kazık kadar adam olsanız da annenizin kucağına başınızı koyabilirsiniz ama kız arkadaşınızla bu eylemi gerçekleştirmek (ne kadar öyle olacağını umsanız da…) aynı hissi uyandırmaz, ya da başka biriyle… Ki ben babamın dizine yatmayı da çok severim ama artık ağrıyor dizleri, başım mı ağırlaştı ne…

Hem otuzlu yıllarında bir adam olunca içinizdeki çocuğun beklentileri ile dışınızdaki adamın bildikleri, yaşamaya alıştıkları farklılık gösteriyor. Diyelim bu yalnızlık adını verdiğimiz duygusal açlığı gidermeye niyetlendik. Çözüm “şefkat” alacak birini bulmak değil mi? Yani içimizdeki çocuğa yeri geldiğinde annelik ve babalık da yapabilecek bir “arkadaş” bulmak…

Evet, içimizdeki ufaklıklar için olay sadece bu ama az önce de ifade etmeye çalıştığım gibi buna adım attığımızda devreye büyük yanlarımız giriyor her defasında haklı olarak. Mesela, bedeni kadına “-artık anne olmalısın” diyor, keza erkeğe de, “-baba ol artık”… Ama “–heey güdülerim, lütfen susun iki dakika, ben bu insanla çocuk yapmaya niyetli değilim, sadece birazcık şefkat almak istiyorum.” diyemiyorsunuz ki, güdüler laftan anlar mı…

“-Saldır” komutunu veriyor, “-aşık ol, üre, evlen, çocuk yap… “

Ne demişti şair; “Senin olmamı istedin ama belki de bir aşık gibi; Yatağımı bile paylaşabilmek için benimle.”

Yalnızlığa böylesine söylenirken vardı elbet bir bildiği ki katılmış bana…

Peki, diyelim dinlediniz o susmayan güdüleri ve yalnızlığınızı gidermesini umduğunuz kişiyle “içinizdeki çocuklar iyi arkadaş olamadığı halde” evlendiniz; sonuç?

Bir evde iki kişilik yalnızlık.

-Seni hiç tanıyamıyorum, evlendikten sonra ne kadar değiştin, oysa senden neler beklemiştim…

Ne beklemişti sahi? Arkadaşlık, Dostluk, Sevgi, ŞEFKAT?

Doğar doğmaz anne ve babalarımızdan bedava ve bolca almaya alıştığımız duyguları özlerken, ararken

birbirini bulan insanların, farkında olmadan kurdukları birliktelik, yalnızlıklarına çözüm olamadığında eksiklik kimdedir? İlişkide mi? Evlilikte mi? Yoksa ne yaşadığının ve ihtiyaçlarının farkında olmayan bireylerde mi?

Bence kavramlara fazla yüklenmemek lazım çünkü onları bizler üretiyoruz.

“Evlilik aşkı öldürüyor güzelim” gibi laf salataları bu yüzden kanımca geçersizdir.

Aşk nedir, hangi ihtiyaçtan doğar? (Daha önceki yazılarımdan “Savcı”da enine, boyuna, dikine, düşeyine incelemiştik…)

Yalnızlık nedir, hangi ihtiyaçtan doğar?

Bu sorulara cevaplar bulabilen, yani kişisel ihtiyaçlarının “farkında” kişiler bir araya geldiyse o ilişki yürür gider.

Eskilerde tahammül sınırı çok yüksek olduğundan birçok şeyi sineye çekip bir yastıkta kocamışlar ama şimdilerde insanlar; çıkmak, flört etmek yerine “evlenir” oldular, sanki bir oyunmuşcasına evlenip boşanıyorlar…

Kurumun saygınlığı da azalıyor haliyle. Oysa bence tam da söylendiği gibi “evlilik bir müessese.”

Bu durumda, nasıl ki ticarette kimse batırmak için şirket kurmuyorsa bu kurumun ayakta kalabilmesi için de ortağı çoook iyi seçmek gerekir. Ve tabii kişilerin sermayelerinin farkında olması da…

Nerden nereye geldi konu diyorsunuz şimdi biliyorum ama sırf yalnızlığından kaçmak için evlenenlere dair de böylece bir iki kelam etmiş olduk zannımca. Çok sevdiğim arkadaşım Didem Özgen’in dediği gibi, “-insanlar neye aç olduklarını bilmediği için aşk ya da evlilik arıyor.“ Örnekle, sadece evde şekeri bitmiş birinin markete gidip gördüğünü yüklenip gelmesi gibi bir durum. Neye ihtiyacımız varsa onu aramalı, bulmalı ve almalıyız.

Ve işte yine usta bir şairden yalnızlığa dair;

Yalnızlık, yaşamda bir an,
Hep yeniden başlayan…
Dışından anlaşılmaz.

Ya da kocaman bir yalan,
Kovdukça kovalayan…
Paylaşılmaz.

Bir düşün’de beni sana ayıran
Yalnızlık
Paylaşılsa yalnızlık olmaz.

Özdemir Asaf Ustam iyi güzel söylemiş de, ne yaptığının farkına varamamış gibi geldi bana.

Bu şiiri yazarak yalnızlığını paylaşmış olmamış mı? Ya da en azından çaba göstermiş…

Ki benim de yalnızlığı yazmamdaki sebep aynı değil mi?

Şiirin özünde “Yalnızlık paylaşılmaz, paylaşılırsa yalnızlık olmaz” diyor şair; peki neden yalnızlık hissediyorduk?

Çeşitli duygulara ihtiyacımız olduğundan dolayı. O ihtiyaç nasıl giderilecek peki? Başka insanlar sayesinde.

E o zaman paylaşmadan yalnızlığı gidermek mümkün değil sonucu çıkmaz mı?

Yalnızlığı başka insanlardan beslenmeden yok etmenin bence tek bir yolu var.

Hiç öyle zararlı alışkanlıklara falan vurmamalı insan kendini, alkol, sigara ya da vs… onlar insana arkadaş falan olamaz. O tür maddeler sadece beyindeki limbik sistemi devre dışı bırakıp içimizde bastırdıklarımızı daha rahat dışarı salmamızı sağlıyor ama ihtiyaç duyduğumuz bir “şefkat” duygusunu vermeleri mümkün değil.

Bunun için yeni bir sektör gelişmeli; mesela ben şuan “şefkat” mi hissetmek istiyorum, gidip eczaneden bir kutu alabilmeliyim. Hem böylece başka bir insanı da bu ihtiyacım için kullanmak durumunda kalmam.

“Sevgi” mi hissetmek istiyorum, gider alırım bir kutu ohh.

Ne ütopya ama…

Aslında mantığı basit. İnsan beyni kendini canlı tutabilmek için duyguları üretiyor.

Nöroloji ve psikolojiye (iç dünyama) meraklı olduğumdan konuya dair epeyce okuyor ve izliyorum.

Beyindeki hücreler hormonlarla besleniyor ve her bir duygunun hormonal bir karşılığı var.

Sevgi mi hissettiniz hop beyinde ilgili hormon salgılanıyor, önce sinir hücrelerine oradan da tüm bedene ilgili sinyal gidiyor, huzur buluyorsunuz. Öfke mi hissettiniz, bu defa sinir sistemi gelen farklı hormona bir de adrenalin ekleyip kaslara yolluyor ve savaş durumuna geçiyorsunuz.

İşte bu noktada ben diyorum ki, ihtiyacının farkında olan biri bu duygulardan eksikliğini hissettiğini gidip eczaneden alabilse ne güzel olurdu değil mi? Belki de yakın gelecekte mümkün olur kim bilir.

Yalnızlığım, yaşamak zorunda olduğum beraberliğimsin… diye başlamıştık Mehmet Teoman’ın sözleriyle, ben de diyorum ki; “Yalnızlık, duygusal acıkmışlıktır.”

Hep birlikte “doymak” dileğimle…

Acıktığımın işareti “Yalnızlığım”; iyi ki varsın…