Sivri topuklu ayakkabılarım ile çıtı pıtı gidiyorum. Oysa ki ne heybetlidir cüssem. Ruh halime göre değişiyor  adımlarım hatta gözümdeki yaşlar bile… Alabildiğine dar sokak araları, sürtünüyorum duvarlara, tülleri yırtılıyor elbisemin. Şeffaf yüreğimi gizlemeye niyetliyim giderken, çok kalın bir perde gibi elbisem.

Tam bir sokak, günlük güneşlik. Açıyorum saçlarımı telaşın içinde. Ardından başka bir sokakta kar, fırtına elimde şemsiyem toz toprak. Tüllerime çamur yapışıyor. Yakalıyorum saçlarımı dökülmesin diye. Sakinliğimi bulmaya çalışıyorum, giderken. Sürüye yakın beyaz köpekler dilleri dışarıda. Isırmak istermiş gibi değil konuşmaya çalışır gibi bakışları. Sıkışıyoruz duvarlarda. Kibarlık yapıp yol vermek istesem yetişemem. Ölmekte istemem kibarlıktan. Henüz gidilecek yolum var.

Şiir gibi bir zeytin dalı uzanıyor tepemden ve ötede bir yerlerde akordeon sesi. Ezilip büzülüyor zeytinler dans etmek ister gibi. Bir filmin içindeyim sanki. Dolanıyorum zeytin dalına. Hafif hafif havaya kalkıyor bedenim. Elbisemin tülleri açılıyor. Parmak uçlarım minicik. Topuklu ayakkabılarım çıkmak istiyor ayağımdan. Sokaklar kıskanıyor beni. Temiz bir anlaşma yapmak istiyorum beyaz köpeklerle ve zeytinler yağdırıyorum havalandığım yerden. Seviyorum paylaşmayı.

Kardeşsiz bir çocukluk geçirdim ben. Ama öğrendim kardeşliği oynadığım her “kutu kutu pense”de. Kendi halimde ve benim gibi çocuklara kardeş oldum elimden geldiğince. Zamanında şekerler şimdi zeytin dalları. Garip bir telaşın içindeydim acelem vardı. Şimdi ise uçuyorum gittiğim yere.

Mavi bereli kadınlar; ufacık boncuklar gibi ayak dibimde. Ne olduğunu bilmediğim bir çiçek dikiyorlar toprağa. Kimisi mırıldanıyor gibi kimisi ağlamaklı. Dengesi yok bu dünyanın. Sırf yerde değil gökte de olsan; dengesi bozuk  bir zır deli; dünya. Dönmeye bayılıyor. Döndürmeye bayılıyor bizi. Nedensiz değil kalp ağrılarımız, mide bulantıları, baş dönmeleri… Dengesi bozuk bir zır deli…

Vakitlice varmak üzereyim nereye gitmek istediğimi bilmediğim o yere. Fakat ne çok şey görüyor gözlerim ve doymak istemiyorum göğe. Bu kez koca nehir.. Fincanda su gibi. İçinde yeşil ördekler fıkırdıyor. Arzu ettiğim tek şey ayağımın ucunu değdirip ferahlamak biraz. Belki yeşil ördeklerden biri takılacak parmağımın ucuna ve yükselecek benimle ömründe ilk kez …

Akordeon çağırıyor beni yaklaşmakta olduğum o yere. Bükülüyor sesi ara sıra. Ürperiyor saçlarım ve tuttuğum dal zorlaştırmaya başlıyor işi. Kara bir rüzgar ve yırtık şemsiyemin arasından damlayan yaz yağmuru. Korkmazdım ben zeytinler iyice kararmasaydı eğer. Beyaz  köpekler yünlü bir kumaşı andırır gibi sere serpe, serbest bir ahenk içindeler. Hiçbir faydaları yok bana varlıklarından öte. Boncuk kadınlar bıktılar çiçek dikmekten. Belli ki biçemediler ektiklerini ki nedir bekledikleri bu dünya dengesiz, zır deli. Yumdum gözlerimi bakmaktan yorgun düşünce.

İyice sıvadım eteklerimi ya düşersem fincanın içine diye ki fincan nehirleşiyor dibine girdikçe. Paylaşmayı seviyorum elimde avucumda ne varsa  ancak paylaşamam yeşil ördeklerle aynı kaderi.

İçinde olduğum filme bak adeta korku tüneli. İyice seçemedim kendime bir uçuş bileti. Artık nereye götürürse bu yolculuk beni itiraz etmeden gidiyorum. Çıkamıyorum işin içinden. Ne feci bir rüya seçtim; uykuma değmedi.

Ömrüm boyunca sevmemişimdir akordeon sesini, şekli bile sevimsiz geldi.