Masada dört kadın…

Biri ben… Hala umut etmek için nedeni olan…

 

Diğeri; yeni tanıştığım Aslı… Asık suratlı, yapay sarışın..

 

Öbür kadının adını bilmiyorum. Ama o kadar çok benziyor ki bana! Kocaman simsiyah gözleri ve uzun kahve saçları var. Aklımdan geçirmeden edemiyorum “acaba ben de mi” diye. Ve o… Bilmediğim bir sebepten sevdiğim, sevilesi kadın… En yakın arkadaşımın eski sevgilisi… Saçları sarı, gözleri ela… Aklında arkadaşımın anısı, ruhunda onun adı…

Gülümsüyor.

Aynalar olmadığında ağlıyor.

 

Körfez kıyısı küçük sevimli bir barda oturuyoruz, Ege türküleri çalınıyor. Çoğu ayrılıklı, ağlamaklı şarkılar. Zeybeğe niyetlenenlerin çoğu bilmiyor oyunu ama eğlence değil mi ki kanı kaynatan. Bir de alkol tabi.

 

Ağlamak istiyorum. En büyük fobim karşımda oturuyor!Üç kadın, üçü birbirinden yaralı. Kırklı yaşlara yakın… Çocuklu… Boşanmış… Ellerinde sigaraları ve kadehleri… Mutluluğu arıyorlar aralıksız bir çaba ile.

 

“Kaç ay oldu sen boşanalı?”

“Beş ay”

“Aa, daha yenisin kızım sen! Çocuk var mı?”

“İki tane. Biri beşinci sınıfta biri ikinci sınıfta”

“Bak bunlar da benimkiler…”

 

Suratlarında alkolün verdiği iç bayıltıcı ifade ve akan makyajlarıyla etrafa bakınıyorlar.

“Senin dadın nasıl?”

“Valla ben dadı tutmuyorum. Kapıcının karısı var o bakıyor. Ama oğlan büyüdü, on beş yaşında oldu, ondan kadın istemiyor. Allah’tan aklı başında bir çocuk”

“Benim kadın da arada caz yapıyor ama genel olarak iyi. Kal dediğim her gece kalmıyor ama o yüzden yarın gece evde olmalıyım ki hafta sonu çıkabileyim.”

 

Ben istemiyorum! Ben bunları hissetmek, yaşamak istemiyorum! İçimdeki acıyı, öfkeyi, korkuyu kelimelere nasıl dökebilirim bilmiyorum! Sevgilim ki; artık eski sevgilim demek zorundayım, kendi acıları ve komplekslerini bana yükledi. Sonra da “seni mutlu edemiyorum” dedi ve arkasına bakmadan gitti!

 

Ya ben? Benim kavgam? Benim acım? Acım karşımda kanlı canlı oturuyor! Kırk yaşında, çocuklu mutsuz ve günleri aşk arayarak geçen kadınlar…Boşanma tarihlerine göre analiz yapıyorlar. Çocuk bakıcıları için atıp tutuyorlar. Bir gözle etrafı kesiyorlar bir yandan da “aşk aşk” diye ağlıyorlar!

 

Biranın köpüğü gırtlağımı yakıyor. Yanımda tanıştırılmak istediğim adam var. Hoş, zeki, yakışıklı bir çocuk. Fingirdesem acaba etkilenir mi? O etkilense acaba ben dolar dolar taşar mıyım?

 

Sanmam. Gözleri gülmüyor. İstediğimde, pantolonun ön fermuarına, küçük kelebek bir mandalı sırf eğlence olsun diye taktıracak gibi de durmuyor. “Süper market arabasının içine gireceğim, sen de beni gezdireceksin işte” diye tuttursam “yaşından başından utan, deli misin nesin kadın” der bu adam, alıp da arabanın içine oturtmaya çalışmaz! Hepsinden önemlisi sigara içiyor ve sarhoş da olsa “ben seni seviyorum” diye ağlayacak kadar güçlü gözükmüyor!

 

Müzik hızla akıyor. Züğürt avuntusu, şarkı falı tutuyorum. Vaatler haftaya kalınca, tek bir ses duyulmayınca, elin söylediği anlamsız şarkıları anlamlı kılmak için inanılmaz bir çaba harcıyor zihnim!

 

İlk şarkıyı o bana söylüyor olsun bakalım!

“Ellerimde acılar

Yaklaşma yollarıma

Kıyamam kıyamam sana

Karalık gecelere ortak edemem seni

kıyamam kıyamam sana…”

 

Bunu bana O söylüyor. Şarkı falı tutuyor. İki gün önce bana “o kadar acı veriyordum ki sana, dayanamadım, gittim” dedi. Ama bana sormadı “acımdan haz alıyor musun” diye.

 

Başka adamların hazzından acı aldım.

Onun acısından haz…

Bu aşk mı?

 

Kadehler yuvarlanmaya devam ediyor. Korkum tablo olmuş karşımda. Eski kocalar, sevgililer, beklentiler… Keşke deprem olsa, denizin ortasında oturuyorum işte öylece. Hiç çırpınmadan rahat rahat geberir giderim! Ne mümkün! Garson taşısın içkileri, Özge eylesin ruhları!

 

Zaman ilerliyor, akrep yelkovan gece mesaisinde! Yolun sonu hep aynı yere çıkıyor. Boş, soğuk kocaman bir yatak ve paylaştığı mutluluk hayalleri. Bir iki şarkı daha çalınıyor. Gözüm Karşıyaka’da. Hep daha nezih, daha saygın olana yakada…Kendime tutuyorum sıradaki şarkıyı, bu gece işin suyu çıkacaksa çıksın!

 

“Tak etti canıma bu maskeli balo

Bu maskeli balo ve onun sahte yüzleri”

 

Bu gece falların tamamı tutuyor. Yanımda hoşlanıp asılmam beklenen adam. Ama adını unuttum! Neydi onun adı? Bir birayla sarhoş olunur mu? Ya da bir birayla aşık olunur mu?

 

Adamın adını hala bilmiyorum! N’yle başlayan bir şey ama ne? Onu beğenip yatağa atmam beklenirken soruyorum “o taktığın yüzük alyansın mı?”

 

“Hayır” diyor. Simsiyah, kalın, etrafı altın sarısı çerçeveli çok şık ve sade bir yüzük… Ne kadar tarz, ne kadar modern diye düşünüyorum

 

Sanki O takacakmış gibi

Sanki “o birileri ” benim parmağıma takabilecekmiş gibi!

 

Son şansım. O kadar tutuyor ki şarkı falı, geleceğimiz için ihtiyaç duyduğum umudu, son şarkıya yüklüyorum. Güvenilecek bir dayanağa, aşka ihtiyacım var!

 

“Son zamanlar yaptıklarıma bakma ne olursun

Benim aklım başımda değil

Sana söylediklerimi kafana takma ne olursun

Onlar ipe sapa gelir şeyler değil”

Bu da tuttu. Bunu bana o söylüyor biliyorum. Yanında sevgilisi olsa da, aklının ucundan geçmesem de bunu bana o söylüyor. Söylemek zorunda! Yoksa bir adım var feshime, kırkımda mutsuz, evsiz, barksız ve bekleyişle geçecek geleceğime!

 

Yemin etmiştim, en sevdiğim varlık adına. Arayıp sormayacağım diye. Ama kırkımda bir bar taburesi üzerinde olmaktan o kadar korkuyorum ki! Ve bu korkum daha az değil cehennem azabı ve şeytanın çığlığına duyduğum korkudan!

 

“Hayatında acıyı, korkuyu yaşayan bir tek sensin değil mi? En büyük korkumla karşı karşıya içiyorum. Keşke ölsem,gebersem, deprem olsa!Allah cezanı versin!”

 

Onca yemine, aramam sormam edebiyata son veren mesaj bu oluyor. Gönderiyorum gözümü kapatıp. Ama cevap gelmiyor. Gelmeyeceğini biliyorum zaten, aksi olsa şaşarım. Beklesem de, yalvarsam da Tanrıya gelmiyor.

 

Ve hayat bir şekilde akmaya devam ederken, ne acılar, ne korkular ne de kompleksler tek taraflı yaşanmıyor. Yaşansa da bedelini ödemeye tek kişinin gücü yetmiyor!

Konuk Yazar