Belki de asıl soru şu olmalıydı: Risk almadan yoluna devam edenlerden ne haber?
Mustafa 26 yaşında. Doktor. Gelmiş geçmiş en hızlı çapkınlardan olduğu söyleniyor. Tabii ki abartı. Mustafa korkağın teki aslında. Günün birinde onu ele geçirip iliğini sömürecek kadınla karşılaşmaktan korkuyor. Aşil’in topuğu, Mustafa’nın ana kucağı. Hani derler ya, çocukluğunda annesi onu pek bir sevmiş, o da kadınlarda annesini arayıp duruyor. Çekici bir herif. Zaten bu yüzden çevresinde hep güzel kadınlar var. Ama o, inatla, etine dolgun doğurgan kadınını bekliyor. İşin trajikomik yanı, zayıflardan hoşlandığını zannediyor. Hasta fenerbahçeli olarak bilinmekten ve borsayı takip etmekten hoşlanıyor.

Filiz 22 yaşında. İşletme öğrencisi. Bir amatöre göre çok iyi keman çalıyor. Çıkıp eskittiği erkeklerin isimlerini not aldığı küçük, gri bir ajandası var. Yatağının altında saklıyor. Tek gecelik ilişkileri not etmeyi bırakmış. Tıpta okuyan bir arkadaşı tarafından kendisine yakıştırılan manik depresif tanısını en sevdiği alt kimliği olarak barındırmaktan hoşnut. Üç kadehten fazlasını kaldırmayan bir mideye ve artık kronikleşen öksürüğüne rağmen alkol ve sigaraya pek bir düşkün. Ebeveynlerin çocuklarına duydukları söylenen sevgiyi “soysuz” olarak nitelendiriyor ve ailesiyle farklı koşullarda tanışmış olsaydı onu hiç sevmeyeceklerini her fırsatta tekrarlıyor.

Bir gün Mustafa ve Filiz karşılaşırlarsa ne olur? Şimdilik veriler yetersiz.

Mustafa’nın analitik zekası feci kuvvetli. Ama kendini değil, başkalarını deşmekten hoşlanıyor. Çevresine yaydığı elektriğin aksine, megaloman olduğunu kabul etmiyor. Kendisini sevdiğini ve bunda yanlış bir taraf olmadığını söyleyip durmasına rağmen kendisini değersiz hissettiği anlar hiç de seyrek değil. Bu yüzden, genellikle kendisine ne kadar değerli olduğunu söyleyip duran insanlarla vakit geçirmeyi tercih ediyor. Mustafa aslında tercih etmenin ne demek olduğunu bilmiyor…

Filiz’in ise soyut zekası ortalamanın üstünde pırıltı arz ediyor. Herşeyi bir bütün ve birbirinin yansıması olarak düşünmek kolayına gittiği için, farklara değil benzerliklere odaklanan bir kişilik. Bu yaklaşımın muhtemel bakış açılarından biri değil, mutlak hakikatin ta kendisi olduğuna inanıyor. Çünkü Filiz keskin kenarlı. Öte yandan, o kadar çok kişi ona ne kadar da farklı bir tip olduğunu söylemiş ki, kendini tekrarlayan bu bütüne ait olma duygusunu bir türlü yakalayamamış. Belki de bu yüzden mutsuz.

Peki, bir gün Mustafa ile Filiz karşılaşırlarsa ne olur? Veriler hala yetersiz… En iyisi bırakalım karşılaşsınlar…

İnternet sayesinde tanışsınlar. Öyle sanal ortamda falan da değil… Aynı internet cafe’nin yan yana iki masasını ayıralım onlar için. Mekana ilk önce Filiz gelsin, birkaç dakika sonra da Mustafa… Filiz’in kullandığı bilgisayarda bir sorun çıksın, Mustafa’dan yardım istesin, Mustafa da sorunu kolayca çözüversin. İkisi de iyi günlerinde olsunlar. Mustafa Filiz’e sarkmasın, bu sayede Filiz’in ilgisini cezbetsin. Kurnaz Mustafa, kızın görüntüsüne ve beden diline bakıp pasif analiz sürecini başlatsın ve uygun hamleye karar versin. Önündeki ekrana entel dantel bir sayfa açıp dikkatle okumaya başlasın. Filiz yan gözle onun ne okuduğuna baksın. Mustafa şanslı bir adam olduğu için önündeki sayfa kemanla ilgili oluversin. Filiz rahat bir tip olduğu için ilgisini gizlemesin ve Mustafa’nın yanına gitsin. Konu kemandan açılsın ve muhabbet koyulaşmaya yüz tutunca mekandan birlikte ayrılıp birer kahve içmeye gitsinler.

İşte tanıştılar. Peki şimdi ne olacak?

(…)

Mustafa: “Şansa inanır mısın?”

Filiz: “Ben de bu soruyu sadece Hollywood filmlerinde sorarlar sanıyordum.”

Mustafa: “Hep günün birinde sana da sormaları için bekledin değil mi? İnanır mısın peki?”

Filiz: “Aslında evet, bir gün bana da sorarlar belki diye vereceğim yanıtı düşünmüştüm önceden.”

Mustafa: “Eeee?”

Filiz: “Şansa inanmak ne demek?”

Mustafa: “Nasıl yani? Cevabın bu mu?”

Filiz: “Ancak bu soruyu cevaplarsan sana cevap veririm.”

Mustafa: “Tamam. Şansa inanmak ne demek. Hmm.. Yani… Tesadüf diye bir şeyin var olduğuna inanır mısın?”

Filiz: “Bir bakıma hayır.”

Mustafa: “O zaman, şansa da inanıyor olamazsın.”

Filiz: “Şans ve tesadüfün aynı şey olduklarını mı söylüyorsun?”

Mustafa: “Hayır. Tesadüf şansı kapsar. İşine gelen tesadüfler iyi şans, sana zarar verenler kötü şans. Seni etkilemeyen tesadüflerse şans kapsamına girmiyor.”

Filiz: “Herhangi bir tesadüfün beni etkilememesi mümkün mü sence?”

Mustafa: “Amma çetin ceviz çıktın sen de!.. Şimdi bana şu kelebeğin kanat çırpışının dünyanın öteki yanında yol açtığı fırtınadan bahsedeceksin değil mi?”

Filiz: “Aslını istersen, buna benzer bir şey söyleyecektim. Evrendeki en ufak bir değişiklik var olan herşeyi bir şekilde etkiler.”

Mustafa: “Bu durumda sana göre hiçbir şey tesadüf değildir, sadece zincirleme reaksiyonların ürünüdür öyle mi?”

Filiz: “Evet. Tam olarak böyle düşünüyorum.”

Mustafa: “Aptal olduğumu düşünmeni göze alarak sana bir şey sormak istiyorum.”

Filiz: “Sor bakalım…”

Mustafa: “Şansa inanır mısın?”

Filiz: “Zekice bir soru… Başkası olsa şimdiye dek pes edip şansa inanmadığım fikrine kapılırdı.”

Mustafa: “Yani inanıyorsun?”

Filiz: “Bence şans inanılacak veya inanılmayacak bir şey değildir. Şans vardır. Eline altı yüzlü bir zar alıp masaya attığında altı gelme şansı altıda birdir. Altı gelsin veya gelmesin, altı atma şansı vardır.”

Mustafa: “Dur bir dakika… Senin bahsettiğin şey şans değil, olasılık. Ben şans derken, talihten bahsediyorum.”

Filiz: “Biliyorum. Sadece biraz kelime oyunu yaptım. İyi güzel de, talihe inanmak ne demek o zaman?”

Mustafa: “Çok yoruldum artık Filiz. Ne varsa kafanda söyle. Doğru soruyu aratma bana.”

Filiz: “Peki. Talih bence görecelidir. Benim başıma geldiğinde adına iyi talih diyeceğim bir olay senin başına gelse nefret edebilirsin.”

Mustafa: “Devam et…”

Filiz: “Olay evin dışında ne olup bittiğiyle değil, hangi pencereden baktığınla ilgili yani.”

Mustafa: “Başka bir deyişle, Pollyanna’cılık oynayanlara talih hep güler…”

Filiz: “Abartma. Dahası var… Bir zarda üst üste on defa altı atma olasılığın nedir?”

Mustafa: “Hesaplatma şimdi… Lisede yapmıştık.. Bir bölü altı üzeri on gibi bir şey olsa gerek.”

Filiz: “Aynen öyle… Şimdi bunu hayata uyarla… Bir insanın başına sürekli iyi şeyler gelme olasılığı çok düşüktür. Mesele ne biliyor musun? Arada gelen küçük zarları avantaja çevirmeyi bilmek. Ben hep altı atmak istemezdim hayatta.. Ne zevki var?…”

Mustafa: “Riski seviyoruz galiba?”

Filiz: “Benimki sadece adrenalin bağımlılığı değil. Risk almayı seviyorum. Aldığım her risk, bana kaderim hakkında fikir veriyor.”

Mustafa: “Unuttuğun bir şey var: Üst üste on defa altı atmış olman bir sonraki zarının bir gelme olasılığını oldukça yükseltiyor. Hayatına ne tip riskler sokuyorsun bilmiyorum ama, bugüne kadar tek parça halinde geldiysen yarının için endişelenmen gerekir.”

Filiz: “Senin de unuttuğun bir şey var. 10 defa üst üste altı attıysan zar muhtemelen hilelidir ve altıdan başka bir şey atmazsın artık.”

Mustafa: “Ne yani? Sana özel koruyucu meleğin falan mı var?”

Filiz: “Onun gibi bir şey… Sana anlatmam zor. Çünkü senin var olduğundan dahi emin değilim.”

Mustafa: “Ne demek istediğini sormayacağım çünkü aşırı doz yüklemesi oldu bu akşam. Başka bir şey soracağım sana: Kazananlarla kaybedenleri bir tarafa koy ve bana hiç risk almayanlardan söz et. Zar atmayanlardan ne haber?”

Filiz: “Hiç risk almamak ne demek?”

Aycan Çankaya

1976 yılında İstanbul’da doğdum. 1994’te Saint Benoit Fransız Lisesi’nden, 2000’de Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden mezun oldum. Öğrencilik yıllarımda ilgilenmeye başladığım hipnoz ve NLP’yi 2 yıl boyunca pratisyen hekim olarak çalıştığım özel poliklinikte kısmen uygulama şansım oldu. 2002 yılında evlendim ve hekimliğe ara vererek ilaç sektörüne girdim. İki yıl kadar medikal danışman, bir yıl kadar da ürün yöneticisi olarak çalıştığım süre boyunca NLP Practitoner, NLP Master Practitioner, Reiki ve Hipnoterapi eğitimleri aldım.