Gece epey bir ilerlemiş… Evin içinde gezinip duruyorum hâlâ.Türkiye’nin gündemine öyle bir kaptırmışım ki günlerdir kendimi. Bundan fazlasıyla yorulmuşum…

Gün boyu gazetelerimi okudum, TV’deki “Son Dakika” anonsuyla verilen haberlere baktım yine kocayüreğimi daraltarak…

Kendimi oyalayıcı şeyler bulmaya çalışıp durdum… Bir ara terasıma çıktım, ufak bir dal iken ektiğim şimdi bir ağaç haline gelen Japon gülümle oyalamaya çalıştım kendimi ama, nafile…

İçimdeki esinti, fırtınaya dönüşüp dönüşmemekteki ısrarını koruyor…

Çöktüm bilgisayarımın karşısına, öylesine o bana ben ona bakıp duruyorum… Parmaklarım klavye üzerinde gezinmek dahi istemiyor, içimdeki fırtına ise dinmek bilmiyor…

SÖZ’ler, SÖZCÜK’ler dökülmeye başlıyor gönlümden dilime, mırıldanıyorum yine kendi kendime…

İşte, mırıldanmalarıma yavaş yavaş eşlik etmeye başladı klavyemin tıkırtıları…

Yazmaya başladım, yazıyorum, yazılıyorum belki de yeniden hayata…

Günlerdir ülkemde şahit olduğum olaylar sonrası, yüreğimin acısı ani bir kramp gibi girince bedenime, acısını hiç dindiremiyorum…

Unutuyorum bir AN’da her şeyimi evet her şeyimi…

Unutuyorum;
Saat denen uydurmayı…
Mekan ve AN denen uydurmayı…
Ömrümün yerçekimini…
Yalnızlığımın senfonisini betimleyen koskoca çalgısını…
Basamaklarını, yaşamımın…
Parmaklarımın hacmini… Hacmindeki süratimi…
Bitmek ve uslanmak bilmez günlerimi…
Umudumun geçmezliğini…

Yaşamıma giren sığ dişileri, sağır et yığınlarını…
Küt yüreklileri, gönülsüzlerini…
Yaşamayı üstlerine palto gibi giyinenleri…

Duvarları…
Öfkeli zor bekleyişleri…

Sevdiğimi, sevmiş olduğumu ve seveceğimi…
Aklımın en derin köklerini…

Unutuyorum;
Bir AN’da her şeyimi, evet her şeyimi…

BEN kimdim? SEN neydin? Nerdeyim?.. Nerdeyiz?.. Ne oluyor? Nereye gidiyoruz?

Birden kucağıma kedim geliyor, kendimi unuttuğum yerden beni yaşama döndürüyor ancak yine sohbet eder halde buluyorum kendimle kendimi…

– Doğanın en güzel görünümü olan BEN, hep olduğun gibi kal…
– Sevgimi besleyen büyülü sesim, kulaklarımdan eksik olma…
– Kalbimi yumuşatan erdemli bakışım, üzerimden hiç gitme…
– Ağrımı dindiren ıssız gülüşüm, bana tatlı ilacımı içir…
– Işıklar saçan kutsal yüzüm, kötümserliğimi ortadan kaldır…
– Coşkumu büyüten dingin davranışım, kafamın dağınıklığını topla…
– Katılıklar içindeki inceliğim, taşan öfkemi yatıştır…
– Sabrımı sonsuza uzatan içtenliğim, yaşamla olan bağımı tutan büyük şiirini sürdür…
– İçime koza ören suskunluğum, beni yenileyen şarkını bitirme…
– Yalnızlığımı ısıtan derin ilişkim, kanımın bütün fitillerini ateşle…
– Algımın ince öznesi, duygularımı yalınlıkla süsle…
– Günümü dolduran tatlı düşüncelerim, aklımı süresiz kuşat…
– Güzelin ötesinde içime yayılan sıcaklığım, sürüp giden çalkantımı geçir…
– Anılarımın bodrumunda çalınan yumuşak müziğim, sıkıntılarımın taşlarını erit…
– Gerginliğimi yok eden ılık aydınlığım, bilinçaltımdaki karışık görüntüleri düzelt…
– İyiliğin yedi renkli gökkuşağı, bıkkınlığımın sağanağını durdur…
– Onurla biriken serin ve saydam su, bunaltan kabuğumdan içeri sız…
– Göğsüme sıçrayan çocuksu titreşim, sevincimi eski günlerden al ve getir…
– Sevgiyi sözlerden soyan gerçeği elim, beni her gün yaratan ateşimi körükle…
– Beni bencillikle suçlayan ama başkasının mutlu olmasına tahammül edemeyen sen… Bencil… Beni sevincimde ve huzurumda bırak…
– “Olumlu” olmanın gücü içimde ve dış evrenimde galebe çalmakta. Buna inan yüreğim…
– Çünkü BEN; … İnanıyorum…
– O inanıyor…
– Onlar… Bu satırlarımı okuyanlar, belki onlar da inanıyorlardır, bilmiyorum, bilemiyorum…

Ertan Yurderi