Şu anda sizlerle bu satırları paylaşabiliyorsam, bu öğretmenlerimin sayesindedir. Ve de şükürler olsun ki hayat boyu harika öğretmenlerim oldu.

Lise 1’e kadar çok sessizdim ben. Sınıfın en önündeki sırada oturan asosyal öğrenciydim. Çok ama çok kitap okurdum. Malum o zamanlar ne bilgisayar var, ne de sosyal medya. Okumak, TRT ve sokakta oynamak çağı. Türkçe derslerinde kompozisyon yazmayı hiç sevmezdim. El yazısı inci gibi kız çocukları vardı sınıfta, hep yazdıkları örnek gösterilirdi. Benim el yazım kötüydü, bir de “…zın değerini bilmeliyiz.” gibi klişe şeyleri tekrarlamak sıkıcı gelirdi. Lise 1’de bir gün kompozisyon sınavı vardı. O gün farklı bir şeyler denemek istedim. Girişi fantastik içerikli bir açılışla yaptım, sonrasında da klasik bir kompozisyondan çok farklı bir şeyler yazdım. Çok heyecanlanmıştım. O kompozisyondan 7 aldığımı hatırlıyorum. Öğretmenim Müjgan Şahin’e “Peki nasıl buldunuz?” dediğim de “İyiydi” demişti. Bana harika gelmişti o yanıt. Artık başka şeyler yazabilirdim, kabuk kırılmıştı.

Sonra yine Lise 1’de İngilizce dersimiz vardı. Dersin öğretmeni Ahmet Refik Develi o gün sınıfa girdi ve “Bugün farklı bir şey yapacağız. Bugün dersi Türkçe işleyeceğiz ve bir arkadaşınız kalkıp kendini anlatacak” dedi. Sonra da beni kürsüye kaldırdı. İşte hayatımın dönüm noktalarındandır o gün. Sınıfın en sessizi birden kürsüdeydi ve o gün kendimi anlatmaya doyamadım. Doyamadım ki halen beni anlatıp duruyorum. Arada düşünürüm, Ahmet Hoca’ya nereden esmişti de o gün öyle bir şey yapmıştı. Ama o dönemde Ahmet Hoca sürekli beni kabuğumu kırmam için cesaretlendirirdi. Derste de güzel filmler izletirdi. Hatta sonrasında gidip okulda film izleme saatleri bile yapmıştım oradan aldığım cesaretle. Şimdi halen devam ediyor o sürecim spiritüel filmlerle…

Lise 2’de ise idolüm ile tanıştım. Psikoloji dersimize giren Ümit Adak . Genç, dinamik, farklı, ruhsal yönü kuvvetli, o yaştaki bir genç için harika bir idoldü. Derslerde çok eğlenirdim. Sırf onunla biraz muhabbet edebilmek için oturduğu sokaktan geçerdim ki denk gelelim. Sürekli danışmanlık alırdım ki onun yönlendirmelerini dinleyeyim ki halen ondan aldığım nice şeyler benimledir.

Psikoloji dediğimde Ulya Aytimur‘u anmadan olmaz. Orta 1’den itibaren nice kez benimle birebir görüşmüş ve yön vermiştir. Lise 2’de iken bir duvar gazetesi çıkartıyordum ve oradaki yazdıklarımı özellikle takip ederdi. Bu beni çok mutlu ediyordu. Lise sonda ise felsefe dersimize gelmişti ki dersi neredeyse onunla birebir yapıyorduk. O kadar zevkliydi ki o ders. Bunu kim açıklayacak dediğinde hep benim parmağım havadaydı.

Türkçe, kendini ifade, psikoloji, felsefe… Dört duvar kurulmuştu, ama bir de çatı gerekliydi bu yapıya. İşte o çatı Türkay Beşkardeş Içaçan ‘dı. Ortaokulda da dersime girmişti, ama Lise 2’de ondan aldığımız “Edebi Metinler” dersi efsaneydi. Sınıfta Orhan Veliler, Ümit Yaşarlar, Divan Edebiyatı örnekleri okurken aşkla kendimizden geçer birbirimize aşık olur dururduk. Sınıfın yarısı diğer yarısına aşıktı o derste desem yeridir. Ve de tasavvuf ile ilk O’nun dersinde tanıştım. Sonrasında okuldaki tüm etkinliklerde birlikte çalıştık. Öğretmenler günü, 10 Kasım, Mezuniyet, Andaç… Hepsinde metin yazarlığını bana vermişti. Ama o sadece bunları yapmakla kalmamış, bizlere hayat rehberi de olmuştu.

Öğretmenlerim beni hazırlamıştı ve sonrasında üniversiteye yolladılar. Orada da muhteşem hocaların elinden geçtim (bu başka bir hikaye) ve yol bu satırlara kadar uzandı.

Zaman zaman öğretmen arkadaşlarımla konuşuruz. Çalışma şartlarının zorluğundan ötürü motivasyonlarında düşmeler olduğundan bahsederler. Ben de onlara hep şunu derim, “senin o sınıftaki varlığın bile o çocuklar için ne kadar değerli bir bilsen”. Hemen itiraz ederler “Ama ben bu konulardan bahsetmiyorum ki matematik anlatıyorum.” “Önemli olan neyi anlattığın değil, senin oradaki varlığın…”

Dünyanın değil, evrenin en kutsal mesleğidir öğretmenlik. Bizler birbirimize erişebiliyor, ruhlarımıza dokunabiliyorsak hep o güzel öğretmenlerimizin bize merdiven olmaları sayesinde. Hayatımda niceleri var ki burada isimlerine yer veremediğim. Hepsinin kalbimde yeri vardır ve önlerinde saygıyla eğilirim… Eminim sizlerin de hayatınıza dokunmuş nicesi vardır. Her birine selam olsun.

İyi ki varsın öğretmenim… 

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...