Herhangi bir gün, herhangi bir saatte, herhangi bir semtte yürüyün. Şöyle sahnelerle karşılaşırsınız ve yıllardır da karşılaşıyorsunuz: Bir yerde bir kamyon gelip kum döküyor, bir inşaat yapılıyor, her taraf moloz içinde, yol daralmış, millet birbirini eziyor, yoldan geçen veya oralarda oynayan çocukların kafasına her an inşaattan bir şeyler düşebilir çünkü kapatılmamış…

Biraz ileride bir çukur kazılmış, henüz işi bitmediği için yanına bir taş konup bırakılmış. Çukurun üzerindeki işareti gördüğünüzde zaten çukura düşmüş oluyorsunuz.

Bir başka sokakta araçlar gidiş geliş olan yola park etmiş, her gün ediyorlar ve her gün bu yolda karşı karşıya gelen araçların sürücüleri kavga ediyor, kıyamet kopuyor, çevrede oturan insanlar korna sesinden huzur içinde evlerinde oturamıyor. Ama ne acayiptir ki o sefalette yaşamayı sürdüren semt sakinleri o yola araçlarını park edenler aynı zamanda…

Biraz ötede işsiz güçsüz biri yola yıkılmış, gelen geçen üstünden atlıyor.

Üstelik bu kadar kornanın çalındığı, kavgaların çıktığı yolun hemen yanında bir de hastane var.

Dükkanın biri önünde araç bırakılmasın diye yolun ortasına direkler dikmiş, öteki, taş saksılar koymuş. İnanılmayacak bir biçimde herkesin kullandığı yolu böyle abuk sabuk bir biçimde işgal etmişler.

Yürümeye devam ediyorsunuz, iğrenç bir koku geliyor, kaldırımın ortasına bırakılmış torba torba çöpler, parçalanmış, içinde kediler eşiniyor, bir el arabasıyla çöpleri karıştıran bir adam da oradan bir şeyler bulmaya çalışıyor.

 

Çöplerin hemen yanında bu pis kokunun içinde kaldırıma konulup geçişi engelleyen masalarda oturmuş insanlar gayet rahat biçimde yemek yiyorlar. Ne lokanta sahibi, ne buradaki müşteriler bu çöplerden ve kokusundan rahatsız değil. Üstelik o çöplerin büyük bölümünün sahibi de tabii ki bu lokanta.

Tam o sırada körüklü bir belediye otobüsü son sürat daracık yoldan geçiyor, çocuklar kaçışıyor.

Anayola çıkıyorsunuz. İnanılmaz bir keşmekeş. Kavşaktaki ışık yandığı anda yol açılmasa da kendini atan sürücüler sayesinde yol kitlenmiş. Kimse ilerleyemiyor, herkes kornaya basıyor. Biraz ileride bir polis aracında memurlar bezgin bir biçimde oturuyorlar.

Üç, sekiz yaş arası çocuklar arabaların üzerine atlayıp, peşlerinden tehlikeli biçimde koşarak para dileniyor.

Yol açılmadığı için gerilen sinirler sonunda patlıyor, iki aracın sürücüsü birbirlerine tekme tokat girişiyor…

Nihayet bir delik bulup kendinizi otoyola atıyorsunuz. Ama orası da tıkalı.

Bir ambulans deli gibi siren çalıyor ama emniyet şeridi bile araçlarla işgal edildiğinden geçecek yer bulması imkansız, zaten kimsenin de yol vermeye niyeti yok.

Az sonra yol açılıyor bu kez yanınızdan deli gibi araçlar geçiyor, bu kalabalık trafikte makas yaparak araçların arasından tehlikeli biçimde gitmeye çalışıyorlar.

Otoyolun üzerinde yayalar dolaşıyor, karşıdan karşıya çoluk çocuk aileler geçmeye çalışıyor, dilenciler, satıcılar, küçücük simitçi çocuklar geziniyor. At arabasından bisiklete kadar akla gelecek her türlü taşıt aracı otoyolda… Bir an karşınıza bir yelkenli çıksa şaşırmayacaksınız.

Tam o sırada deliler gibi kornaya basan pencerelerinden dışarıya insanlar fırlamış araçlar beliriyor. İnanılmaz bir sürat ve gürültüyle askere arkadaşlarını uğurlamaya çıkmışlar. Pencerelerden yarı beline kadar sarkmış çocuklardan bazıları gelen geçen araçların üzerine maytap atıyor.

Kendinizi bu, üstünüze sürekli her taraftan düşmanların saldırdığı play station oyunlarına benzer maceradan kurtarıp sakin bir semte geliyorsunuz. Deniz kıyısındaki parkta piknik tüplerini yakıp yemek pişiren insan topluluklarıyla karşılaşıyorsunuz.

Başıboş köpekler, kediler çöplerin içinde geziniyor.

Arabanızı bir yere parkedip artık bu faciadan kurtulmak istiyorsunuz. Kim olduğu bilinmez bir adam gelip herkese açık yolun kenarında durduğunuz için bir de park parası istiyor.

Bunlarla yıllardır her an karşılaşıyorsunuz. Bu sahneler hiç değişmiyor. Ve ben burada yalnızca küçük bir bölümünü yazıyorum. Değişmiyor ve bu sahipsizlikten sorumlu olan, sorumluluk duyan, bu rezaletleri böylece seyrettiği halde hiçbir şey yapmayan yetkililer de rahat rahat oturdukları yerde oturmaya devam ediyor.

Tıpkı vatandaşlığın ne olduğu konusunda hiçbir fikri olmayan bizler gibi…

(Star Gazetesi, 11 Eylül 2001)

Konuk Yazar