Zordur ‘biz’ olmak… Birlikte düşünmek, birlikte hissetmek, birlikte dalgalanıp, birlikte durulmak… Beraber kızıp, beraber sevinmek… Aynı rüyaya yatıp hiç kalkmamayı göze almak hatta…
Uzaktan kolay görünür; dahil olmak, ait olmak, kalabalığa karışıp arazi olmak, arazideki heybetli bir kaya parçası yerine kum tanesi olmayı seçmek…
Ilık deniz kokan bir gece
Senle ben aynı yıldızı kaydırdık
Göğün taa tepesinden kalplerimize
Yüreğime değdi birinin eli
Anladım AŞK gelmişti ‘bize’…
Dün gibi hatırlarım, 16 yaşındaydım ilk gelişinde… Aslında tanıyamamıştım başta. Sanırım kılık değiştirmişti. Belki bu taze, ürkek, biraz da hayalperest çocuğu korkutmak istememişti…
Biliyor musunuz şu anda gözümün önünden geçenleri gösterebilmeyi, hissettiklerimi kalplerinize, beyinlerinize ve tüm algılarınıza şırınga edebilmeyi çok isterdim. Çünkü o hatıralar o kadar temiz, o kadar duygulu, o kadar ‘içimdeki çocuk’ ki…
Evet gerçekten de korkutmamıştı beni. Elinde bir sürü hediyeyle gelmişti çünkü. Ne olduğunu anlamadan bir masal kahramanı yapmıştı beni. Bütün hünerini göstermişti. Hani o izlerken gözlerimizin dolduğu, başroldekiyle kendimizi özdeşleştirdiğimiz, ‘gerçek hayatta niye böyle güzel olmuyor herşey’ dediğimiz aşk filmlerinden birinin baş aktörü haline getirmişti beni…
Yaş 16… Hayalperestlik had safhada… Vakitlerden yaz… Sahillerin en romantiği… Kanın kaynama noktası… Aşkın tam zamanı…
İşte herşey böyle bir ahval ve şeraitte tezahür etmişti. Etkileri öyle yoğun olmuştu ki, yıllarca o sahilin görüntüsü, oradaki rüzgarın fısıltıları, o ilk ‘bizlik’ girişiminin anıları peşimi bırakmamıştı.
Belki gerçekten ‘biz’ olamamıştık o yaz. Belki çok gençtik ya da ‘biz’ olamayacak kadar farklı. Ama öyle görünüyor ki adı herneyse, beni çok büyülemişti. Yıllar sonra bile gözlerim dolduğuna göre…
Hisset…