Gidelim  buralardan… Alıp başımızı gidelim… Uzaklara, çok uzaklara gidelim… Kimsenin olmadığı, kimsenin bizi bulamayacağı diyarlara gidelim…

Gül renginde gün doğarken / Boğazdan gemiler usulca geçerken
Gel çıkalım bu şehirden…
Ağaçlar, gökyüzü ve toprak uyurken / Dolaşalım kumsallarda…

Peki nerede bu uzak diyar? Yolunu bilen, benden önce bir giden var mı? Gidip, gittiği yerden dönen, ya da gittiği yerde yeşerebilen birileri var mı?

Hepimize zaman zaman gelir aslında bu “alıp başımı gidelim” ler. Kimimizin hayalini bir sahil kasabasında küçük, şirin bir baraka ve bir balıkçı teknesi süsler. Kimimizi de daha farklı, içimizde yıllardır gizlediğimiz hayallerimiz, büyük kentler, kalabalık metropoller, ana caddeler, bol neonlarla dolu geceler… Ama gidesi tutan herkesin ortak dileği içinde bulunduğu ortamdan, yaşamdan, insanlardan, işten, çevreden kurtulmak ve oyuna yeniden girebileceği yeni bir sayfa açabilmektir.  Silinen bir geçmiş ve yeni bir hayat, yeni bir başlangıç…

Gidelim buralardan, dayanamıyorum. / Gidelim buralardan, unutamıyorum.
Yükleyin ne varsa gönlüme demlensin. / Ayrılığın üstüne hasretim eklensin.
Beni geçirmeye yalnızlığım gelsin. / Ya dönülür ya dönülmez kimse üzülmesin.

Ama ne kadar mümkün bu? Giderken bir insan ne kadar arınabilir geçmişinden, geride bıraktığı hayattan, vazgeçişlerden? Bir tek valizinle mi çıkarsın sanılan yolculuğa?

Yanında neler götürdüğünü bilemezsin. Gece olduğunda, başını yastığa koyduğunda çıkıp, yerleşiverir en baş köşeye yolculukta valizinin gizli köşelerine saklanmış kaçak yolcuların. “Şu anda acaba ne yapıyordur geride kalanlarım?” yada “Ben şu anda orda olsaydım ne yapıyor olurdum acaba?” Sorular soruları davet eder sabaha kadar.

Geceler kör dilsiz sanki. Konuşmaz oldu. / Hüzünler koyduk üst üste ayrılık oldu
Bir avuntu, biraz keder, böyle bize neler oldu / Bu ayrılık bir de hasret çekilmez oldu.
Ay karanlık, hep karanlık, yüzün bize döner oldu / Bir ihtimal daha vardı felaket oldu
Gitme, gitme, gitme kal bu şehirde… / Gitme, gitme yazık olur bize…

İlk başlarda güllük gülüstanlık gelir insana, evet. Doğru… Neden gelmesin ki? Yeni bir hayat, yeni bir dünya, yeni bir iş, yeni bir sevgili belki. Ama bütün bunların sahibi eski, bildik, fazlası ile tanıdık sen… Yeni şehrinde, yeni bir eve yerleşirsin, yada yeni bir odaya. Keşfe çıkarsın yeni dünyanı, kendine bir iş bulursun, bir dolu yeni tanıştığın insanla doldurursun, aklınca giderken geride bıraktıklarından boşalan yerleri. Keyiflidir gerçektende o kısa dönem. Ağzı açık ayran delisi gibi bir şaşkınlıkla seyretmektesindir çünkü bu alışmadığın dünyayı. Şaşırtır herşey seni. İnsan ilişkileri, sohbetler, mevsimler, açan çiçekler, solan geceler. Şaşırtır olan biten her şey seni. Sadece o da değil. Etrafında bütün bu olanlara körleşmiş ve artık kayıtsızlaşmış insanları da şaşkınlıkla incelersin.

Mesela yıllardır hayalini kurduğun, “ulan bir gün alıp başımı ege’de bir sahil kasabasına gideceğim. Orada sadece balık tutup, onun parası ile geçineceğim…” dediğin yerdesindir artık. Küçük bir tekne ile birlikte, Murat kaptan denen bir adamın yanında balığa çıkmışsındır ve ağ atıp beklemektesinizdir rıskınızı. Elinde bir sigara sen doğa ile, hayat ile sevişirken güneşin altında, dikkatini Murat kaptanın sigarasını neden dertli dertli çektiği, çeker. Anlayamazsın. Anlamsızca asılırsın rıskını çekip çıkarmaya. Ama o karşında oturan adamın aslında şu anda nerede ve nasıl bir hayatın hayali kurduğunu asla anlayamazsın. Anlaman da gerekmez zaten…

Ben bu dünyayı anlayamadım
Niyetlendim de altından kalkamadım
Kendimden kaçak / Yarim keskin bıçak
Nerde bende o yürek / Yardan cayacak

Ama zaman geçer, alışırsın Murat kaptan’a, hergün rıskının peşine düştüğün küçük takaya, her akşam demlendiğin ufak meyhaneye. Çarşısından geçerken selam verdiğin insan sayısı her gün biraz daha artmaya başlar. Alışırsın ve artık sende oranın bir parçası olmaya başlarsın. İşte o zaman başlar ruhunu bir cendere gibi sıkıp duran ve nefes almana engel olan “Bir yerlere ait olamama” duygusu!!!  Sen bu değilsindir!!! Çünkü o gördüğün adam bir kök salma evresine daha gelmiştir. O ruhunu cendereye sokmuş gibi dolanan adam, sende çok iyi biliyorsun ki, bir yerlere, bir şeylere, birilerine ait olmadığı için alıp başını gidiyordu sık sık.

Çanlar çalmaya başlar artık senin için. Vakittir. Yola düşme, alıp başını gitme, bir yerlerde kaybolma vaktidir. Bu sefer daha uzaklara gidersin. Aslında her seferinde bir öncekinden daha uzağa gitmelisindir. Gidip, insanların arasına karışmalı ve biran önce kaybolmalısın. Oyunun içinde kalmalı ancak kendini kimseye belli etmemelisin. Dikkat çekmemeli, kimsenin ilgisini uyandırmamalısın. Eğer bu gittiğin yerde uzun süre kalmak istiyorsan kimsede iz bırakmadan sessiz, sedasız yaşamalısın ve kaybolmalısın kalabalıklar arasında.

Çünkü sen busun… Kimseye ve hiçbir yere ait olmayan, olamayansın sen… Sen sevgilisi yaşlı bir çınar olan camdan bir güvercinsindir…

Herkes kaçış zanneder aslında bu gitmeleri ama ben bilirim, değildir… Bir arayıştır belki. Kendini aramak. Bunu ben bilirim de, senin bilmediğin bunun için nereye bakacağındır.

Dönemezsin geçtiğin yollardan, yıkandığın bir suda bir daha yıkanamadığın gibi.. Ve düşersin yeniden, yineden yollara… Yolun nereye gideceğinin hiçbir önemi yoktur artık. Çünkü öğrenmişsindir sende sadece önemli olan bir yere yerleşmek değildir, bir yere yerleşip kalmamaktır asıl amaç.

Artık demir almak günü gelmişse zamandan / Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol / Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol

Açarsın zihninin haritalarını yolun orta yerine ve gönlün nereye saplanır kalırsa çevirirsin yönünü o tarafa. Yeni bir macera için her zaman bir neden vardır nasıl olsa.

Ama ne yazık ki aldanırsın, aldatırsın kendini… Çünkü son değildir, son olmayacaktır bu gitmeler… Bu savrulmalar, bu kavrulmalar her gidişinde biraz daha eksiltecektir seni. Seni ve ardında bıraktıklarını…

İşte bunu bildiğimden ve belki de sırf son bir inatla,
Ben gidemem, hiçbir şeyden, hiç kimseden vazgeçemem…
Ben hiçbir yere gidemem…

Ama fazla da üzülme hayat bitiyor bir gün, ayrılıktan kaçılmıyor…
Hem çok zor, hem de çok kısa bir macera ömür…
Ömür imtihanla geçiyor…
Ben bu yüzden hiç kimseden gidemem, gitmem…
Unutamam acı, tatlı ne varsa hazinemdir…
Acının insana kattığı değeri bilirim, küsemem…
Acıdan geçmeyen şarkılar biraz eksiktir…

Emre Sakaryalı