Cümlemin başında yer alan bu bölüm hiç değişmiyor, değişen hep bundan sonra gelen bölüm. Çünkü cümlenin bu ikinci kısmı yaşamımın anbean, günbegün arayışı içinde olduğum kısmını yansıtıyor… Eeee ben de her an değişen, arayışları sürekli farklılaşan bir keşiş gibiyim yaşamımda. Böyle olunca da bu cümle üstbenliğimden her an bana gelebiliyor.
Bir hafta kadar önce cildimde “mantar” oluştuğunu fark ettim. İlk düşüncem, mantarın klasik çağrışımı ile ilgili idi… “Yaşamımı mantarlaştırdım mı acaba?” Sonra Louise Hay’in yorumlarına bakmaya karar verdim. Sevgili Louise Hay, benim birine aşırı sinirlendiğimi söyledi bana. Bu gerçekten olmuştu! Zaten onun yorumlarına ne zaman baksam, beni benden önce yorumlayabildiği için şaşırıyorum! Gerçi, içsel olarak bunu yeterli bulmadığımı da fark ettim, sanki bir şey daha var gibiydi! Bu durum bana başka bir şeyler daha söylemeye çalışıyordu….
Bunu bilmenin tek yolu ise, soruyu üstbenliğime yönlendirmekti! Bende bir kaç gün önce bunu yaptım ve üstbenliğim “Neden?” diye sordum. Üstbenliğim de bilicim kadar muziptir, bu nedenle hemen cevaplamayacağını bilirim. O da benim gibi işleri kendi sevdiği şekilde yapmayı sever. Tabi bu cevap en beklenmedik bir anda geldi. Ama bir çok kez olduğu gibi, zihnimden uçup gitmeden önce onu yakaladım bu kez! “Farketmeye çalıştığın şu ki, sen dışsal güzelliğe, estetiğe çok değer veriyorsun” dedi.
Cevapları kendi tarzında vermeyi sevdiği gibi, bu cevapları kafama bir balyoz gibi indirmeyi de sever! Eh, ne de olsa beni benden iyi tanıyor… Üstelik beni benden daha çok sevdiğini de hissediyorum. Hani böyle olmasa bozulacağım ama sevgisinin ve özel ilgisinin önünde saygıyla gülümseyebiliyorum ancak. İşte böylece, bana üzerinde çalışmam için yeni olmayan ama üzerinde yazılıp çizilmesi, yorum getirilmesi ve sonunda dengeye kavuşturulması gereken “yeni” bir yönümü vermiş oldu. Ben bu dengeyi sağlayınca, “dışsal güzellik” üzerine düşüncelerimde bir değişim yaratmış olacağım. İnancım değiştiği için de, bilinçaltımın bir kalıbını daha kırmasını sağlayacağım. İşin yarısı nedeni farketmek olunca, gerisini getirmek zor olmuyor…
Üstbilincim bana böyle balyozlar ile geldiğinde, her ne kadar sonunda onun farketmemi sağladığı şeyi değiştireceğimi bilsem de, onu kızdırmaya çalışıyor ve “Ama ben sadece bir insanım, bana bu kadar yüklenme!” diyorum. Ben kuyruğuna bastığımı düşünürken, o sadece gülüyor ve “Soran sendin, beğenmeyeceğin bir cevabın geleceğini de zaten içsel olarak biliyordun. Komik olma!” deyip çekiliyor. Valla, komik olan kim bilmiyorum ama “arayanın” mevlasını bulduğunu bir kez daha farkediyorum.
Düşünüyorum; YAŞAM BİR OYUN ALANI VE BİZ BURAYA OYNAMAYA GELDİK. BU ÖYLE BİR OYUN OLMALI Kİ BANA YAŞAM SEVİNCİ VERMELİ. YANİ EN ÇOK SEVDİĞİM OYUNU BİR ÇOCUK GİBİ OYNAYABİLMEM GEREK. Çocukluğuma kıyasla biraz farklı olarak; şimdi artık her birimizin benim bir parçam olduğunu fark etmiş olarak, benim dışımda diye gördüğüm herkesin de en az benim kadar huzurlu, sevgi dolu olmasını arzu ederek ve bunu gerçekleştirebilmek için elimden gelen her şeyi severek yapmayı isteyen bir bilinç ile. Evet, ben bir insanım, ama bir seçim yapmış bir insan. Ve bu seçim kendimi tanımak… Neden kendimi tanımak? Çünkü içsel dürtülerim, her düşüncemin ve her hareketimin bütünü etkilediğini biliyor ve ben artık bu oyunu elimden geldiği kadar çok “farkında” olarak oynamayı istiyorum. Yaptığım her hareketin, söylediğim her sözün çevremdekileri de genişlemeye yönlendirici olmasını istiyorum… çünkü ben sadece beni dönüştürebilirim ama BENİ dönüştürmek demek, çevremi dönüştürmek demek!
Düşünüyorum; bildiğim ve gönülden inandığım bir tek şeyin var olduğunu anlıyorum. “Hayatı çok ciddiye almamak gerek, yaşamın asıl güzelliği, keyfi ve mükemmelliği temas ettiğimiz her şey ama her şey ile içsel bir iletişim kurabilmekte yatıyor.” Ve bu içsel iletişim için toplumun zihnime ektiği anlamsız kalıpları kırmam ve onları yeniden doğal dengelerine getirmem gerek!
Şimdi izninizle, “dışsal güzellik” kalıbımı dengeleme çalışmalarına başlamaya gidiyorum.