Yirmi yıl sonrasını şimdiden öngörmek zor ama kızımın yirmi yıl sonra nasıl bir dünya içinde yaşamasını istediğimi size söyleyebilirim. Bu elbette bir hayal ve gerçeklerle benim düşündüklerim ne kadar örtüşür, örtüşebilir bilemiyorum.

 

İncecik, dal gibi kızımın bir bisikleti varmış…Dumanın, egzozun olmadığı bir yerde yaşıyormuş, bir nehir kenarında mesela. Sabahları erkenden kalkıyor, neşeli bir kahvaltı yapıyormuş… Sonra pazara gidip her şeyin en yeşiline, en tazesine, en tatlısına hayranlıkla bakıyormuş.

Sepetlerine doldurdukları ürünleri satan teyzelerin yanında soluklanıyor; en güzel ıspanağı, en iyi dutu alıyormuş. Bu teyzeler bir iki de yeni tarif verirler biliyorsunuz, onlarla sohbet eden kızım neşeyle aldıklarını bisikletinin selesine yerleştiriyor, sonra yakındaki işine gidiyormuş. İş neyse ne, bilemem.

Sonra çıkıp mesela nehir kıyısında yürüyormuş. Ardından bir küçük kahvede oturup dinleniyormuş… Elinde kitabı, radyodan gelen kısık sesli bir hafif müzik, önünde bir yudum çayı. Arkadaşlarıyla buluşuyormuş kızım, hep güzel şeylerden konuşuyorlarmış… Açlık, şiddet, terör, deprem, kuraklık nasıl olduysa olmuş yok oluvermiş; konuşulan her şey güzelliklere ilişkinmiş…

Mesela Selim İleri’nin kitabındaki menekşe şurubundan konuşuyorlarmış… Menekşeleri bir avuç kadar toplayacaksın, toz şekerin üstüne usulca bırakacaksın. Güneşte beraberce kuruyacaklar bir güzel… Sonra iyice ezeceksin bu karışımı, kaynar suya katacaksın… Bir içen bir daha unutamazmış menekşe şurubunu… Kızım mesela derhal bunu yapmak isteyecek; saksılarında sırf menekşe değil, fesleğenler olacak… Hani elini şöyle bir sürersin, dünyalar senin olur…

Akşamları kızım incecik, çiçekli elbiseler giyecek. Açık havada bir film izleyecek arkadaşlarıyla. Yıldızlara baka baka eve dönecek. Huzurlu, mutlu bir uykuya yatacak…

Güneş her sabah neşeyle parlayacak…Kuşlar cıvıldayacak. Hayat böyle; olmayacak bir düş kadar güzel olacak…