Benimle benzer hisleri paylaşan birilerinin varlığından haberdar olmaya ihtiyacım var! Neden mi? Çünkü nerede olursam olayım, kendimi uzaylı gibi hissediyorum. Etrafımda olup bitenleri yavan bir film sahnesi izlermiş hissiyle takip ediyorum ve uyutulan tüketiciye göre üretildiği apaçık “eğlencelikler”in peşinden büyük tutkuyla gidenlere şaşkın gözlerle bakıyorum.
Biliyorum, mağdurum. Çünkü tamamen zevke ve emeksiz tüketime yönelik “kültür endüstrisi”nin meyvelerinden yemeden doydu karnım. Oysa herkes bitmez bilmek bir iştahla saldırıyor açık büfeye… Mönüdeki, aşçı spesiyaline bir ben bakıyorum! Çoğu zaman aşçı bile unutmuş oluyor… Çok bekliyorum!
Evet, milyonları almış bir “en ucuza, en büyük ve en popüler” sloganı. Veryansın koşuyorlar sistemi döndüren ürünlerin peşinden. Bir film, henüz vizyona girmeden piyasada onunla ilgili her şey tüketilmiş oluyor. Bir kitap süpermarketlerdeki yerini alır almaz milyonların elinde aksesuar haline geliyor. Ve ben başlıyorum Adorno’nun tezlerini okumaya, ve onun medyum olduğuna tekrar tekrar inanmaya…
Frankfurt Okulu’nun ilk kuşak üyelerinden Theodor Adorno, İkinci Dünya Savaşı’nın öncesinde ABD’ye sığınan Musevi toplumbilimcilerden biri. Neo Marksist görüşteki düşünür bundan 50 yıl önce ortaya “Kültür endüstrisi” tezini attı. Endüstri toplumlarının zamanla kendi kültür kavramlarını üreteceklerini ve bunu tüketiciye kar sağlamak için satacaklarını iddia etti. Kitlelerin boş zamanlarında aynı filmleri izleyeceğini, aynı eğlence anlayışının peşinden gideceğini ve bunun sistemin devamını sağlayacağını söyledi. Bilginin (information) yerini bilgi-eğlence (info-tainment)’ın alacağını öngördü. Yani bu günü özetledi.
Geçen gün bir arkadaşımın evine, film seyretmeye gittim. Gururla DVD koleksiyonunu gösterdi bana. İçinde neler yoktu ki??? James Bond’un son bölümleri, Independence Day ve Hollywood’un neredeyse tüm animasyon harikası filmleri, hasılat rekorları kıran ve t-shirtleri, mug gibi yan ürünlerinin en az film kadar gelir getirdiği birbirinden ünlü başyapıtlar… Bir ona baktım, bir şaşkın bana. Ve başladım onların “eğlenceliği”nde iki saatlik hayal yolculuğuma…
Meğer…
Buldum galiba. Hani geçen yazımda size de sormuştum ya, kimsiniz, diye? Ben çırılçıplak yine baktım kendime aradan geçen süre içinde ve birkaç ipucu yakaladım “ben”le ilgili.
İlgi arıyorum, her zaman ve her türlü…
Yaratıcılık peşinde koşuyorum, kendimi kandırmak pahasına da olsa…
Şişkin egom her alanda karşıma çıkıyor, savaşmıyorum, ucunda üzülmek de olsa…
Ve ısrarla reddediyorum etiketlerimi bir kenara bırakmayı, asla “ben”i bulamamak pahasına da olsa…
Yine de arıyorum ısrarla…
Çıplak kalmayı
Ve…
Üşümeyi…