Bu dönemlere belirsizlik hali dedikçe çirkefleşiyo işler 🙂 bi gece ankara’dan bursa’ya otobüsteyken “boşluk içinde hiçbir şeyin olmadığı yer midir, içinde herşeyin olabileceği yer midir?” sorusu belirivermişti kafamda. Bu belirsizlik dönemleri de aslında en “gebe” alanlar hayatımızda ! o boşluk, yönsüzlük, durmuşluk halinden bir-sonra-olacağımız-biz’i yaratmış/seçmiş olarak çıkıyoruz 😉

Seyrettiniz mi bilmem, X-Men adlı filmde Lord Magneto vardı (aslında filmde lord falan demiyolardı ama ben saygıda kusur etmem kendisine! )… Hani şu “kötü” mutantların reis-i cumhuru, metalleri kontrol edebilme gücü olan… Hakiki manyetik üstat yaani ! :)) Filmin bir sahnesinde, Magneto mağara olan karargahında, metal sandalyedeki tutsağı senatörü arkasından sürükleyerek (dokunmadan tabi) bir yardan karşıya geçiyordu… ve uçurumun iki ucunu bağlayan falan bi köprü yoktu : Magneto yürürken havadaki ve mağara duvarlarındaki metal atomlarını toplayarak önünde yolu oluşturuyordu ! Yani bir sonraki adım için ayağını kaldırdığında önünde bir adımlık daha köprü/yol oluşmuş oluyordu… ve bunu yaparken yavaş, dikkatli, konsantre olarak falan da yürümüyodu ! Bi taraftan tutsağını peşisıra sürüklüyor, bi taraftan nutuk çekiyor, bi tarfatan da adımının altına yol döşüyordu… 🙂

Şimdi herifin karizmasında değilim (aslında en takdir ettiğim büyük üstatlardandır Magneto karakteri 🙂 ) Beni asıl vuran “boşlukta, yolu yürürken oluşturmak” olgusuydu ! ve de bunu icra ederkenki güven — şüphesizlik daha doorusu ! ve tabi köprüyü adım adım yapmanın getirdiği esneklik : yürürken hedefimiz değişebilir di mi?? Sabit bir köprü olması demek varılacak belli bir yer, izlenecek belli bir yol olması demek ! vee biz tanrılar günümüz dalgalı denizinde gönlünce sörf yapmak varken bu sabit yapılı yolu naapmayııızz : tercih etmeyiiiiiizzz 😉

Ama gelin görün ki işte bizim kuşak bu varoluş paradigmasındaki değişimi burada dünyada yaşayan bi kuşak! Bi beş on sene sonra geleceklerin, hatta şimdi gelenlerin de çoğunun, bu şekilde yani “magneto-köprüsü paradigması” (o-ba! çok slogan bi laf oldu ! 🙂 ) ile yaşamakta zorlanacağını hiç sanmıyorum — tabi biz işimizi hakkıyla yapabilirsek! 🙂 Ve en büyük direnci sanırım ailelerimizden görmekteyiz… Ayakları yere basmayan bir bilinç tipi olarak görebiliyorlar zaman zaman magneto-köprücülerini 🙂 Plansızlık, vizyonsuzluk, köksüzlük, sorumsuzluk olarak algılanabiliyor bu yaşam tutumu eski alışageldiğimiz paradigma gözünden… Oysa tam da tersine “tüm sorumluluğu üstlenmek” bu !!… Hayatı, yolu, başına gelen bir şey olarak değil de kendi adımlarıyla oluşturduğu bir şey olarak görmek !…

Özellikle de bu tür belirsizlik/boşluk dönemlerinde çok panik yapabiliyor ebevynler… Muhtemelen, yürünmeye başlanmış bir “bitmiş köprü” olarak düşünüyolar, yani atalet/serserilik/depresyon/hazıryiyicilik gibi bir olma hedefine yöneldiğimizi düşünüyor ve bunun bir arıza alameti olduuna inanıyorlar… Arıza olduğuna kesinlikle katılıyorum 🙂 Yaşamaktan kaçma, en azından askıya alma tutumu çünkü bunlar… Ama boşluk/belirsizlik “yolu”nda değil de “noktası”nda olabileceğimizi, yani bu alanları bir sonraki yolculuk için mola ve tasarı istasyonları olarak kullanabileceğimizi düşünmüyorlar… Alışık değiller, veya direniyolar, orasını bilmem…

Bu dönemlerinde insanın çok fazla kendi içinde kalmaması gerektiğine inanıyorum… Çünkü çok kolay amaçsızlığa, endişeye kapılabiliyoruz biz de, geçiş uygulamacıları olarak… Ve bu şekilde kendi üzerinde kafa patlatırken insan, kendi Bilen’iyle bağını koparabiliyor. Daha doorusu duymayabiliyo!… Ahh… Ne geldi aklıma : “Into the vast void inside, call you for help… And most often, you do not heed the answer, thinking it an echoing of your own voice…” ( İçerdeki engin boşluğa seslenirsiniz yardım için… Ve çoğunlukla, cevaba kulak asmazsınız, kendi sesinizin bir yankıması sanarak…) Yoğun şekilde İngilizce kitap falan okuduğum dönemlerimde bööle gavurca konuştuğu olur benimle Bilen’imin 🙂 Öyle bi dönemden kalma bi içgörü bu… Neyse dağıtmayayım 🙂 Demek istediğim, insan kendiyle çok fazla meşgul olup çok fazla sorguladığı zaman gelen cevapları ayırt edemeyebiliyor. Ve bu durumlarda Hayat, dışarıdan konuşmaya çalışıyor bizimle : köşe başındaki mendilci çocuğun duygu sömürüsü, epeydir görüşmediğiniz başka şehirdeki bir halanın bir kuzeninizle ilgili yaptığı dedikodu, sizi zorla gezmeye çıkaran arkadaşının arabasında radyoda bi an kulak kabartıp duyuverdiğiniz şarkı sözü, dünya işleriyle uuraşasım yok diye tutturduğunuz bir sırada şunları da çeviriversene diyerek elinize tutuşturulmuş Dil Tarih Kurumu 2001 Güz Dönemi Olağan Toplantısı Tutanağı gibi sıkıcı bi yazıda rastladığınız bir fikir, bir isim… Biliyosunuz işte! Abidik gubidik yollardan sesini duyurmaya çalışıyo ya Hayat! 🙂

(Dilara’ya sevgilerle…)

Murat Öz