Ne dersiniz aşk bazen ölümcül müdür? Deli gibi sevdiğimiz birini, en sıradan arkadaşımızdan bile çok incitmez mıyız?

İki kişilik bir körebe oyunu değil mi aşk? Gözler açıldığından bambaşka biriyle karşılacağımız düşünmemiz ondan mi?

“Aşkı Bulmanın ve Korumanın Yolları” kitabinın yazarı olarak, herkesin sorduğu su soruya verecek bir cevap arıyorum: “Gerçekten aşkı korumanın bir yolu var mi?”

Hayır, yok diyorum sonunda.

 

Aragon söyle yazmıştı: “Seni canlandıran, sürükleyen, coşturan, kesin egemenliği altına alan ve bir türlü tanımlayamadığımız bu duygunun Fransızca’da ki ismi “arzu”dur ve doğrudan doğruya aşkı tanımlar bu sözcüğün Latincesi. (Fransızca da ki “desir” sözcüğünün latince kökeni, “yokluğundan dolayı acı duymak” demek olan “desidare” sözcüğüdür.)”

Bana da sorarsanız, asık olduğunu nasıl anlarsın diye, o gittiğinde karnımda duyduğum burkulmadan diye cevap veririm.

Lawrence Durrel’in bir roman kahramanı Justine de şöyle diyordu: “Aşıklar arasında asla denklik olmuyor. Biri daima ötekini gölgeleyip, büyümesini engelliyor. Gölgelenen daima kaçıp kurtulma, büyüme özgürlüğünü kazanma isteğiyle kıvranmak zorunda. Kuskusuz aşkın tek trajik yönü de bu.”

Sevgili Lale Muldur’un yazdığı gibi, “savaşların içinde bir savaş/bir kadın ve bir erkeğin savaşı/uzağa daha uzağa diyor nefret/yakına daha yakına diyor sevgi.”

Çoğu kez bana neden kitaplarımdaki aşkların karamsar olduğunu sorarlar. Ama bir duygu ne kadar yoğunsa aynı insanlar için karşılığı olan duygu da öyle değil midir?

Yani çılgınca bir dalgayla yükselen o dev coşkuyu duyduysanız, kıyıya vuruşu da aynı ölçü de sert olacak. Kişi aşığını güldürebilmek için, yalnızca bunun için bile kendisinden beklenmeyen ölçüde yaratıcıdır, yazık ki onu yaralamak için de bu yaratıcılığı kullanır.

Sonra bazen daha fazla üzülemez ve söyle der,

“Sevgiden söz etme bana… daha önce ağladım o ismi… Bir uzaklıktı beni yıkan… bu küller, bu yanık izleri bir cehennemin yaşandığına tanıklık edebilirdi eskiden… mor tulden eldivenler giyiyorum oysa simdi… her kadın bir supernovadir diyorum ve iki resim arasında yatıyorum… biri kuran beni, biri yıkan… yıkanın henüz ne olduğunu bilmiyorum… ama ışık yıllarıyla geldi kuran… mercan adaları, ağıtlar, pavanlarla geldi… gümüş bir kuğu gibi süzüldü yıkık kentime… onsuz boş bir evim şimdi…”

Lale Muldur’un “Uzak Fırtına” adli kitabını yeniden okurken, birileri sevgiden söz ederken, şiir hayatımızdan çıkıp gitmişken, bugünlerde, böyle yazılar için bu köşe uygun mu diye düşünüyorum.

Aşk için ve şiir için her yerin uygun olduğunu hatırlıyorum sonra.

Konuk Yazar