Bir rüya görürsünüz; içinde doludizgin sevginin olduğu, yalanın, günahların, yanlışların olmadığı, her şeyin çok doğru göründüğü, masumiyetin taşıyıcıları gibi yaşadığınız, paylaştığınız her bir şeyin şehveti içersinde kaybolduğunuz, gözlerinizi yumduğunuz, sonsuz bir güven hissettiğiniz, sorgularınızı beyninizin en uç en ulaşılmaz noktasına yolladığınız gerçek dışı bir âlemde, bir düştesinizdir sanki… Öyle bir düş, öyle bir rüya âlemidir ki bu; etkileri bitiminden sonra bile devam eder, izleri hiç geçmeyecek bir yara gibidir. Böyle güçlü bir şey, neden rüyadır ki sanki? Neden bitmek zorundadır ya da neden unutulması gereken bir anıdır? Sıcaklığı, heyecanı, yalnızlığı paylaşımı ya da yaşama dair verdiği umut mudur acaba insanı bu kadar derinden etkileyen? Ya da nedeni olmayan, yokluk içinde aniden var olan, anlayamadığın, isimlendiremediğin ama cevap bulamamana rağmen hayır diyemediğin bir sevgi paylaşımı olması mıdır onu bu kadar gizemli yapan ve seni ona bu kadar güçlü bağlayan şey?

Nedenini bilemediğimiz, sonuca varamadığımız ne çok bilinmez konu var dünya âleminde… Binlerce tartışması yapılan, göreceli tarifleri-tanımları olan, açıklamaları yapılan, öyküleri, masalları yazılan, filmlere konu olan birçok gizemli olay vardır da, gerçekte var olduğu herkes tarafından bilinen, yaşanılan, mutluluk veren ama bir o kadar da acı veren ve buna rağmen her geldiğinde belki de tekrar aynı hataları yaptıran, çünkü aklı sınır dışı eden ve bu yüzden gizemli olan kaç tane konu biliyorsunuz? Bu soruya da herkesin vereceği cevap farklı olacaktır elbet ama onun gücünü ve gizemini reddedecek kaç kişi tanıyorsunuz ya da kaç canlı biliyorsunuz? J Aşk, herkeste, her şeyde, her yerde…

Daha doğduğumuz anda hissederiz aşkı biz, hatta anne karnında… O kadar savunmasız, o kadar güçsüz ve belki de zavallı olduğumuz bir halde; bebekliğimizde sıkıca tutuveririz bize uzanan koca bir elin parmağını… Güveniriz hemen, sorgulamayız o elleri, yüzleri; sıcak bir dokunuş, temas bizi daha da yakınlaştırır o bedene… O yaşanılan sıcaklığın izleridir bizi bu günlere getiren… Bize sevmeyi, sevilmeyi öğreten işte bu güçtür; anne sıcaklığı, dokunuşu, kokusu, şefkati… Kimimiz için annedir bu güç, kimimiz için baba, kimimiz için bize karşılıksız bir sevgiyle bağlı olan herhangi bir el… Ama anne deriz biz o ele… Çünkü annelik görevini yerine getirmiştir bize sunduğu, hissettirdiği sonsuz sevgiyle… aşkla…

İşte sevgiyi böyle öğrenmeye başlarız küçücük yüreğimizle ve sonra bu yetmezmiş gibi karşı cinse yönlendiririz sevgi arayışlarımızı ve buna da aşk demeyi öğreniriz çevremizden duyduklarımızla… Sanki sevgi daha alışıldık bir paylaşım, bir durumdur; aşk ise daha zor rastlanılan hatta utandıran yüz kızartan bir duygudur. Aşk, yaşanmak istenir; kimi zaman korku duyarak, kimi zaman merak uyandırarak… Sevgi ise her daim vardır zaten. Oysa yaşadıkça öğreniriz esas olan duygunun, içinde sonsuz, karşılıksız sevgiyi barındıran aşk olduğunu… Öyle güçlü bir duygudur, düşüncedir ki bu, herkese her şeye duyabilirsiniz bu aşkı… Bir müzisyen nasıl müziksiz bir yaşam düşünemeyecek kadar içten tüm ruhuyla bağlıysa müziğe, bir öğretmen aynı şekilde mesleğine, öğrencilerine ya da bir şair-yazar, yazmadan yaşayamayacak, duygularını ifade edemeyecek kadar bağımlıysa yazı diline işte bunun adı da aşktır… Aşk; içten gelir, nedeni olmadan, amaç ya da çıkar gözetmeksizin, bağımlı yapar, ilaç gibidir, yokluğu ise fena hissedilir, bazen yokluğu rahat gelebilir insana, duygu karmaşasından yoksun olunca huzur gibidir ama varlığı mutluluktur, umuttur, yaşamaktır… Varlığı, yokluğuna tercih edilir her zaman.

Ama aşkta biter her güzel şey gibi… Nasıl mı biter? Engeller varsa önünüzde ya da karşılıklı yaşanmadığı zaman nokta konulur o ilişkiye. Görünen budur, ama içten içe hissedilen aşk devam eder. Gerçekten âşıksanız, aşkın varlığına inananlardansanız o zaman anlarsınız ne demek istediğimi. Aşkı benim gibi tarif ediyorsanız eğer, yani aşk sizin için de bir annenin çocuğuna duyduğu kadar şeffaf, fedakâr, beklentisiz bir sevgiyse işte o zaman sizde âşıksınız her daim… Aşk somut dünyamızda yokluksa, yaşanmış bir rüya ise bilin ki o aşkı rüya yapan güç devam ediyor, her an her yerde… Eski bir sevgiliye, terk edilmiş bir memlekete, şehre, mesleğe vs. özlem varsa eğer o aşk bitmemiştir, kalp onu kilitlemek zorunda kalmış olabilir ama sağlam bir yeri vardır onun. Ya onu tekrar harekete geçirecek bir işaret beklenir ya da doğru zaman kendiliğinden gelir. Ya da yerini alacak başka aşklar çıkar karşımıza… Aşk, yaşadığımız sürece tekrar yaşanacaktır, yaşayacaktır her zaman kalbimizde… Eski ya da yeni fark etmez varlığı her daim güzel, acısı her daim tatlı bir acı… İşte aşk benim dünyamda böyle bir şey; acı ama tatlı, rüya ama gerçek, çığlık ama sessiz, kaçak ama bağlı, yara ama merhem, uslanmaz ama uslu, yok ama var, kısacası çelişkili ama saydam. Aşk, belki çok kişilikli ama tek kişilik yaşanır ve tek kişilik olduğu sürece çok gerçek, beklentisiz, ana yüreği kadar şeffaf-sıcak-affedici, bir baba tarifi kadar güçlü-cesur, bir bebek kadar masum,bir dost kadar dobra,bir deli kadar çılgın,bir kuş kadar özgür, sen-ben kadar sahici yani yaşamak kadar canlı ve yaşam kadar sonsuz… Siz siz olun aşkınıza, aşklarınıza sahip çıkın ve onu kirletmeyin, kirlettirmeyin ki adı hep aşk olarak kalsın. Daha aşka dair çok şey yazılır, çizilir… ve yazılmaya çizilmeye devam etmelidir ki, aşk her daim bizimle olsun ve hiç bitmesin… En kötü günümüz aşk yüzünden olsun!

Simla Taş