Keyifli bir yaz günü. Yeni tanıştığım bir kız arkadaşla sohbet ediyoruz. Gerçi benim yarı yaşımda ama yollarımız çakışmış yine de. Göz göze geldiğimiz an sevmişiz birbirimizde bir şeyleri. İkimiz de birbirimizi tanımak istiyoruz. Bana nasıl ve neden boşandığımı soruyor. Anlatıyorum, tüm detaylarıyla. Anlattıklarım kendi hayatımdaki en dramatik olaylar. Benim için o zamana kadar bundan ötesi yok…. Bir kadının başına gelebilecekler dosyamdaki en büyük dram…. Sonra onun da bu genç yaşına rağmen bir evlilik geçirmiş olduğunu öğreniyorum. Ve bana kendi yaşadıklarını anlatıyor…

 

 

Aşk evliliği yapmış. Anne ve babasını çok küçük yaşta kaybettiği için anneannesi ile yaşıyormuş o zamanlar. Daha onsekiz yaşındaymış. Anneanne çok itiraz etmiş bu evliliğe ama dinleyen kim… Gönül, özellikle o yaşlarda, bu tür yaşam-dersleri-dolu fermanları hiçe sayıyor. Flört aşamasında birlikte paylaşılan eğlenceler, evlilik sonrası erkeğin yalnız gittiği gece gezmelerine dönüşüyor. Ve yine flört aşamasında birlikte tüketilen alkol artık sadece erkeğin damarlarında dolaşmaya başlıyor. Ve genç kadın hamile kalıyor. Erkekteki sorumsuzluk, parasızlık ve ilgisizlik ise giderek artıyor. Ufak ufak başlayan dayak faslı da cabası. Ve bir gece bu genç ve hamile kadın öylesine bir dayak yiyor ki, kanlar içinde anneannesinin evine sürünerek zar zor ulaşıyor. Çocuğunu da böylece kaybediyor bu çocuk yaştaki genç kadın. Ve boşanıyor. Bir hayli zor da olsa kendini kurtarıyor bu açmazdan.

 

Bu anılara sahip olan genç kadın henüz yirmili yaşlarındaydı o zamanlar. Bunları benimle paylaştığında, kendi acılarım çok anlamsız gelmişti bana. Yaşarken uğrunda aklımı yitirme sınırına vardığım onca olay… İlk kez o zaman gerçekten fark ettim yaşamı sadece kendi dosya içeriklerimizle değerlendirebildiğimizi. Ve o dosyaların ne denli çok şeyi içermediğini… Film seyrederken ve kitap okurken inanılmaz gelen bir çok şeyin, gerçekten de yaşanabildiğini… Gülen gözlerin ardında ne tür hüzünler gizli olabileceğini… Çok değil sadece bir tek masum soru ile o hüzünlere yeniden ulaşılabileceğini… Anlatırken onları yeniden yaşayabileceğimizi…

 

Biliyorum, insanlar birbirini ancak konuşarak tanıyabiliyorlar ama hatıraları paylaşırken geçmişin üzerine çıkabilmek gerekiyor. Ve bu bastırarak, inkar ederek ya da alaycı bir yaklaşımla olmuyor. Güzellikler gibi, acıları da özümsemek gerekiyor. Yaşandığı zamanlar onları tümüyle hissetme iznini kendimize vermeliyiz; onları öylesine derinden yaşamalıyız ki, kendi anlamlarını, içeriklerini ve derslerini bize öğreterek geçmişe gömülüp kalabilsinler. Ve böylece, o anılar geçmişin sandığından çıkartılarak, birileri ile paylaşılması gerektiğinde, onlara sevgi, şefkat ve minnetle bakabilelim… Gerekli dersi almış olarak… Yolumuza o dersin ışığı ile devam ediyor olarak…. Gözlerimizde “hüzün” parıltıları olmadan, neşeyle ve huzurla AN’da olarak ve geleceği DAİMA umutla kucaklayarak….

Konuk Yazar