“Pretty Woman”ı ilk seyrettiğimde 15 yaşındaydım. Bir pazartesi gecesiydi. Ertesi sabah okul vardı. Film 23:20 civarı bitmişti. Kalbim o kadar aşk dolmuştu ki bugün bile o hissi yoğun biçimde hatırlıyorum… Ve sonra ardından peşi sıra gelen o yalnızlık hissini. O aşkı paylaşamayışı… Bir hüzün de gelmişti peşi sıra… yaş 15… Ertesi sabah okul var…
Yaş geldi 47’ye ve az önce bir kere daha izledim “Pretty Woman”ı… Bu sefer sevgilime sarılarak… Paylaşarak… Ve o anda gözlerimden yaşlar boşandı. Çünkü birden çok derinden hissettim ki o çok yalnızım dediğim anlarda da yalnız değildim. O, hep yanımdaydı. Ve o kadar çok sevilmiştim ki… Bu sevgi o kadar derin ve büyüktü ki… Ama anlayana kadar 32 sene ve onca yol gidilmesi gerekmişti…
Şu anda bu satırları okurken kendini yalnız, terk edilmiş, hiç sevilmemiş, ötelenmiş hissediyor olabilirsin. Ama birebir şahitliğimle şunu net söylüyorum ki çok seviliyorsun… Hem de çok… Ve asla ve asla yalnız değilsin…
Belki bu sözler sana çok ütopik, uzak, anlaşılmaz geliyor olabilir. Fakat bir vakit gelecek ve şu anki sana dönüp fısıldayacaksın: “Merak etme asla yalnız değilsin. Sadece öyle zannediyorsun. Ama o kadar çok seviliyorsun ki şu anda bu sevginin büyüklüğünü idrak edemiyorsun. Elbette vakti gelecek bunun ve tüm yüreğinle hissedecek ve o hep aradığının zaten hep seninle olduğuna şahit olacaksın.”
Elbette vakti gelince… Hatta belki şu an bile…