Ölmüşleri düşünmek beni çıldırtıyor, iyisi mi hiç düşünmemeye çalışıyorum bunu. Ama onların ruhu hala burada, içimde; benimle beraber oradan oraya gezip başkalarına da akıyor. Beraber çaldığımız o halt havada bir yerlerde olmalı çünkü  biz onu üfledik ve o sihirliydi…’

Bu sözlerin sahibi Miles Davis, 28 Eylül 1991’de öldü. Miles’ın ölümünün güzel tarafı, şüphesiz, onun doğmuş olması; O olmasaydı caz millerce yol alamayacak; evrilip, devrilip tekrar tekrar doğamayacaktı.

1926’da St. Louis’de doğduktan bir sene sonra şehir bir kasırga tarafından yerle bir edildi. Miles öfkesinin de trompeti böyle güzel çalabilmesinin de nedeninin o kasırganın içinde bıraktığı güçlü rüzgarlar olabileceğini düşündü.

İlerleyen yıllarda ‘konuşturmayı’ öğreneceği trompetiyle altı yaşında karşılaştı, oniki yaşına geldiğinde artık müzikten başka birşey düşünemez olmuştu.  Liseyi bitirdikten sonra New York’a giderek müzik okulu Juilliard’a başladı. Miles’ın müziğe bakışında Fletcher Henderson ve Duke Ellington gibi insanların Amerika’da müzik yapan dahiler oldukları düşüncesi varken Juilliard’daki hocaları bu adamların adını bile bilmiyordu. Fakat hiç sevmediği ve zaten bir sene sonra bıraktığı okul onun müziğe başka yerlerden bakmasını sağladı. Hayran olduğu Bird, Prez, Bean gibi müzisyenlerin aksine Miles kütüphanelere, müzelere gider, her tür müzikte neler olup bittiğini bilmek isterdi; işin teknik kısımlarını bilmenin müziğin ruhunu öldüreceği düşüncesine taviz vermezdi.

Sahnede olduğu kırk yıl boyunca Charlie Parker, Gil Evans, John Coltrane, Prince, Chick Korea gibi  en iyi müzisyenlerle beraber çaldı. Onun yeteneği, kimyası doğru bir grup oluşturup onları ateşlemek;  kendilerini aşmalarını sağlamaktı. Müzisyenler vardır, ‘sık aralıklarla albüm yapmaktan hoşlanmıyorum, son beş senedir içime döndüm, yeni sesler deniyorum’ derler, albümlerini alırsınız, içinden aynı eski terane çıkıverir. Albümler boyu aynı parçayı söyleyerek sıkıcı olma günahını işlediklerini farketmezler bile.  Miles böyle değildi; monotonluktan bir afet gibi kaçardı. Beraber çalıştığı müzisyenlerin çoğuyla yollarını olumlu bir noktada ayırmayı başardı. Anıları tazeleyip, sadık hayranları mutlu etmek için bile olsa  yorgun şarkıları tekrar çalmak için dostlarıyla bir araya gelmedi.

 

Az insan tarafından dinlenir olmak karmaşıklığın, sıradan zekalarca kavranılamazlığın kanıtı olarak algılanır ve ustaların çoğu müziklerini geniş kitlelerin dinlemesini zaten istemediklerini söyler. Miles, müziğin sınırı olmadığını, nereye gideceğinin, nasıl gelişeceğinin limitsiz olduğunu, yaratıcılığın kısıtlandığı anda öldüğünü düşünürdü. Sefalet ve kasvette bir yarar bulamadığından  yaptığı müziği daha fazla insanın sevmesinden hiç rahatsız olmadı.

Onun belki de en kıymetli özelliği kendi yapıtlarının büyüsüne kapılıp uzun sarhoşluklar yaşamamasıydı. İşini yapar, ödüllendirilirse sevinir- 1988’de İspanya’da kendisine şövalye ünvanı verilmişti mesela- eleştirmenlerin hakkında söylediklerine kulak asmazdı;  yaşlı cazcıları olduğu  gibi eleştirmenleri de tembel bulurdu, yeni bir müziği anlamakla uğraşmadıklarını söylerdi. Müziği hakkında dostlarının eleştirilerine kulak asardı sadece, çünkü birtek onlar Miles’ın gitmek istediği yeri bilirlerdi. ‘Kötü müzisyenler, müziği bugün duyamayan müzisyenlerdir, en kötüleridir onlar. Ben uzun yıllar yüksek perdede çalmadım çünkü duyamıyordum müziği. Tony, Herbie, Roy ve Wayne grubuma katılana dek. Onlar benim farklı duymamı sağladılar ve bunun için müteşekkirim onlara.’

Dizzy Gillespie’nin ‘tüm zamanların en iyi albümü’  dediği Gil Evans’lı ‘ Miles Ahead’ (1957), 1970’te çıkan ve en çok satan caz albümü olma özelliği taşıyan ‘Bitches Brew’, ‘Tutu’ (1986), ‘Amandla’(1989), 85’te kaydedilip, 89’da çıkan ‘Aura’..  Miles trompetiyle insansı sesler çıkarır, konuşur ama size asla ne hissetmeniz, ne düşünmeniz gerektiğini söylemez, cazın en can alıcı özelliği bu belki de; aynı kapıyı aralar ama her defasında başka bir yere çıkarsınız..

‘Benim için müzik ve yaşam tarzlara dairdir. Değişik tarzlar insanlarda değişik duygular uyandırır. Budur olay. Yaşam değişim demektir benim için. Müzik evrenselleşmiştir, geri dönemeyeceğin bir rahme girmeye çalışmanın anlamı yok. İnsan ana rahmine dönemez.’ Miles Davis lider yetiştiren bir müzisyendi. Siyah, asi ve son derece şıktı. Alkışlar sönmeden  başka bir parçaya girmiş olurdu. Her zaman.