Geçtiğimiz yılın 17 Ocak’ında Yüzyılın Aşkları belgeseli çekimleri için Aşiyan Mezarlığı’ndaydık. Gün batarken üç adam bir mezar taşının, bir ismin peşindeydik. Çiğdem Tâlu’yu arıyorduk.  Melih Kibar ve Can Dündar önüm sıra ilerlerken mezarlık sakinlerinin o güzelim İstanbul manzarasına dalmış, kulağımdaki şarkının sözlerini içten içe okuyordum;

 
“… Ne çok sevmiştim seni / Ne çok hatırlar mısın? / Aşiyan yollarından / Ses versem duyar mısın? / Hâlâ beni düşünür / Ve hâlâ anar mısın? / Bir bahar seli gibi / Yolumdan akıp geçtin / Bir yangının külünü / Yeniden yakıp geçtin…”

Besteciyle yaptığımız bu mezar ziyaretinde, kendisinin de bir süre sonra o bilinmez diyara yolculuğa çıkacağı hangimizin aklına gelirdi ki… 

O akşam Çiğdem’i tanıyamadığıma üzülmüş, “bu devirde yaşasaydı halen şarkı sözü yazar mıydı?” diye düşünüyordum sadece. Bir yangını külünden yeniden yakıp, Melih Kibar’a aşklarını anlattırmıştık az önce. Sulara bakan evinde bütün içtenliğiyle konuşmuştu bize:

  

Her şey 1975 Erovizyon Türkiye elemelerinde başladı. Türkiye “kanımıza girecek” bu yarışmaya ilk defa katılacaktı. Erovizyon elemelerinin açılış müziğinin bestesini 24 yaşında Boğaziçi Üniversite’sinde Kimya Mühendisliği okuyan genç bir adam yapmıştı. (“Çoban Yıldızı”nı dinlemek için tıklayın.)

Melih Kibar :

“Çoban Yıldızı’nı yaptığım zaman, o sırada Boğaziçi’nde finallerim vardı, Ankara’ya gidememiştim. Timur Selçuk yapmıştı orkestrasyonunu. Evde, 45 saniyedir onun süresi televizyon seyrediyorum, televizyonda sinyal müziği yayınlanmaya başladı, ben 45 saniye sonra oturduğum koltuktan kalkmışım, o 45 saniye boyunca çapraz olarak salonu geçmişim, televizyonun dibinde oturmuş aval aval bakıp ağlıyordum, ‘Bunu ben mi yaptım?’ diye.”

Sinyal müziğinden sonra okunan üç şarkının sözlerinin altındaki imza 36 yaşındaki bir İngilizce öğretmenine aitti.

Melih Kibar :

“O yarışmada bir şarkı sözü yazarının ismi, şarkı sözlerinden çok fazla anlamama rağmen hep dikkatimi çekiyordu, Çiğdem, Çiğdem. Yanılmıyorsam üç tane ama bir tanesini çok net hatırlıyorum, Yeliz’in söylediği Hayalimdeki Adam vardı, Uğur Akdora’nın parçası da zannediyorum Çiğdem’indi. Orada ha bire “Çiğdem ne güzel sözler yazıyor, kimdir bu Çiğdem” deniliyordu. O sırada Timur bana dedi ki ‘Bu Çiğdem çok şeker bir kız çok güzel sözler yazıyor, siz beraber çalışsanız ya’ dedi.”

Edebiyatçı bir aileden olan Çiğdem Talu 31 Ekim 1939’da İstanbul’da doğdu. Arnavutköy Amerikan Kız Kolejini bitirmişti. Sosyoloji eğitimi için İsviçre’nin Lousanne Üniversitesi’ne gitmiş ancak Ecole Benedic’te yazılarak filoloji eğitimi görmüştü. Evlenmiş, boşanmış bu evlilikten Zeynep adında bir kızı olmuştu. 34 yaşına kadar edebiyattan uzak durmuş ve bir arkadaşının zorlamasıyla 1973 yılında şarkı sözü yazarlığına başlamıştı.

1974 Kasım’ının ikinci haftasından itibaren başlayan Erovizyon elemeleri 4 hafta sonra sonuçlandı.  Erovizyon’da Türkiye’yi ilk defa Seninle Bir Dakika’yla Semiha Yankı temsil edecekti. Melih Kibar’ın Çoban Yıldızı ise en az Seninle Bir Dakika kadar meşhurdu artık.  Kısa bir süre sonra Çoban Yıldızı’nın 45’liği çıktı piyasaya.

Melih Kibar :  

“Çiğdem de o sinyal müziğinin ilk 45’liği çıktığında arkasında Ferahnak diye bir şarkı vardı, Ferahnak makamında yapılmış, o parçayı bulmuş, çok beğenmiş, Timur’la konuşmuş, ‘Ben de onunla çalışsam keşke’ diye, ama biz bir türlü bir araya gelemiyoruz.”

Beklenen buluşma bir gece yarısı gerçekleşti.

 

Melih Kibar :

“Kadıköy tarafında oturuyordum. Bir gece yarısı Mustafa Oğuz bana geldi dedi ki, ‘Melih Marmaris’te bir festival var, o festivalin açılış müziği yapılması gerekiyor, Çiğdem’le yapacağız, gel gidelim.’ dedi. Kalktık gittik. Çiğdem’in evine geldiğimizde saat 3, 3’ü çeyrek geçiyordu. Baktım Çiğdem Talu karşımda, işte o Çiğdem ve ben görür görmez vuruldum, yani kesinlikle çok özel bir insandı gecenin o saatinde müşfik ve çok sıcak bir ev sahibiydi. Cevdet Paşa Köşkü diye bir köşkte oturuyorlardı. Küçük Bebek’in sırtlarında çok güzel bir arazide kurulmuş, çok güzel bir evdi. Çiğdem annesiyle ve kızı Zeynep Talu ile oturmaktaydı. İşten ayrılmıştı o dönemde zaten. Kendimi sanki eve gelmiş gibi hissettim. 25 Mayıs’ı 26 Mayıs’a bağlayan sabah saat 3ü çeyrek geçe biz Çiğdem Talu’yla buluşmuş olduk ve tabi o zaman hiçbirimiz bilmiyorduk 8 sene 3 gün sürecek bir yolculuğa çıktığımızı.”

 

Tanıştıkları o geceden bugüne “Marmaris” başlıklı bir şarkı sözü kaldı.

Melih Kibar :

“O bir şeyler yazmıştı, üzerinde halen bir takım karalamalar var. Aynen olduğu gibi o saklanmış, tesadüfen buldum ben bu kağıdı.”

Burda güneş, burda deniz / Dünyayı sevdirdi bana / Burda insan, burda dostlar / Gülmeyi öğretti bana

Burda toprak, burda hava / Bir umut verdi bana / Burda ağaç, burda doğa / hayatı anlattı bana

Marmaris selam sana / Senin candan halkına / Marmaris selam sana / Senin eşsiz halkına

26 Mayıs 1975

“Çiğdem” 

Melih Kibar :

“İlk görüşte aşk olmadı. Öyle bir şey aklımın ucundan bile geçmedi. Ama ben Çiğdem’i ilk gördüğüm anda bayıldım. Olağanüstü bir insandı. Hatta içimden Timur’a hafif hafif kızmıştım, hani bizi bir araya getirecekti bunu geciktirmiş olmasına hayıflandığımı hatırlıyorum mesela orada otururken. Sabaha karşı çok güzel ev sahipliği yaptı. Çok güzel çay yapıyordu ben de bir çay tiryakisi olduğum için o çayın tadını hatırlıyorum hala. Mesela Çiğdem o gün benim çayı limonlu içtiğimi öğrendi ve hep bana limonlu çay verdi ondan sonra.”

Marmaris Festivali o yıl iptal edildi. Ancak Melih Kibar bir süre sonra iş için tekrar Çiğdem Tâlu’nun kapısını çaldı.

Melih Kibar :

“Bir akşamüstü çaya Çiğdem’e gittim işte beraber ne yapılabilir diye. Bana ‘Senin başka parçaların yok mu?’ dedi. ‘Var’ dedim. İşte Öyle Bir Şey’i ben yapmıştım, çaldım, ‘Harika’ dedi. Küçük bir teybi vardı ona kaydetti. Ve ne yapacak diye baktım, ‘Üstüne söz yazacağım bunun’ dedi. İki gün sonra sözleri yazmıştı. Hatta bir gün sonra yazmıştı. Ertesi akşamüzeri uğradığımda İşte Öyle Bir Şey’in sözlerini gördüm, inanamadım.”

(“İşte Öyle Bir Şey”i dinlemek için tıklayın.)

Seni düşündüm dün akşam yine / Bir garip duygu doldu içime / Bir de kendimi düşündüm sonra / Bir garip duygu çöktü omzuma

Hani ıssız bir yoldan geçerken / Hani bir korku duyar da insan / Hani bir şarkı söyler içinden / İşte öyle bir şey

Hani eski bir resme bakarken / Hani yılları sayar da insan / Hani gözleri dolar ya birden / İşte öyle bir şey  / İşte öyle bir şey

Melih Kibar :

“İlk okuduğum zaman piyanonun başında sözleri, sözler müziğin üzerine ‘Cuk oturdu’ derler ya, tam milimetrik oturmuştu her şeyiyle. Güzel bir Türkçe, güzel bir anlatım, güzel bir konu. Ve şeyin farkına vardım ben, o besteyi neden yaptığımı hiçbir zaman bilmeden yapmış olmama rağmen, eğer ben söz yazmış olsaydım aynen o sözleri yazardım. Çiğdem müthiş bir kelime cambazıydı, Türkçe cambazıydı. Hep günlük konuşulan Türkçe’den yararlanarak yazardı sözlerini.  Enteresan betimleme yöntemleri vardı. Mesela ‘Hani yağmur yağar da bazen, hani gök gürler ya arkasından, hani şimşekler çakar peşinden, işte öyle bir şey’. Burada halbuki dikkat edecek olursan tabiat olaylarını hep ters yazmış, halbuki yağmur en sonunda yağar, yani işte öyle bir şeyle ifade edilemeyen duygularını böyle betimlemişti”

 

Çiğdem Tâlu aynı günlerde sürpriz bir şekilde artık yabancı şarkılara Türkçe söz yazmama kararı aldı.

Ama inandığı başka bir şeye daha karar vermişti. 

Melih Kibar :

“Bütün basındaki arkadaşlarını aradı. Bir gün öğleden sonra onun evinde otururken, ‘Bundan sonra bilin ki sadece Melih Kibar’ın bestelerine söz yazacağım” dedi. Ama benim başka bir beste yapıp yapamayacağımı nereden biliyordu diye sorarsan, ben de bilmiyordum doğrusunu istersen. Yavaş yavaş çevrede şey tepkisi başladı onu hatırlıyorum; ‘Ha bu genç, Çiğdem Tâlu’nun sevgilisi mi olacak nedir ki?’ gibi bakışlarla karşılaşıyordum ama toydum yani. Duygusal ilişki halen başlamamıştı. Ama Çiğdem’in neden benden 12 yaş büyük olduğuna yavaş yavaş üzülmeye başlamıştım. ”

Çevreden gelen tepkilere rağmen ikili İşte Öyle Bir Şey’i bitirip  hemen Neden Tutun Elimi isimli ikinci parçalarını yaptı.

Peşi sıra Sevdan Olmasa üzerinde çalışmaya başladılar. Fakat henüz parçalarını seslendirecek birini bulamamışlardı. O sırada Erol Evgin çıktı karşılarına.  İkilinin yaptıklarından etkilenmiş, o da onlara katılma kararı almıştı. İlk plaklarının hazırlığına hemen giriştiler. Keyifle çalıştılar.

 

Bende bu cehennem gibi yürek olmasa / Bende deli rüzgar gibi hasret olmasa / Birde cana can katan o sevdan olmasa sevdan olmasa / Ah bu hayat çekilmez  / Sen olmasan canım ah bu çile çekilmez

Bende bitip tükenmeyen umut olmasa / Ferhatın dağları delen sabrı olmasa / Bir de cana can katan o sevdan olmasa sevdan olmasa / Ah bu hayat çekilmez / Sen olmazsan canım ah bu çile çekilmez

Gönlümde bu bitip dinmek bilmez sızı olmasa / Gözlerimde gözlerinin izi olmasa / Bir de cana can katan o sevdan olmasa sevdan olmasa

 

1976 Ağustos’unda çıkan plak büyük ilgi gördü. Çuvallarla satılan 45’lik, listelerde de hemen bir numaraya oturdu.

Melih Kibar :

“Her yerde çalmaya başladı. Çünkü alışılmışın dışında bir sound, alışılmışın dışında bir ritim, makamsal bir çalışmaydı. Türkiye’de o dönemde hep Türkçe sözlü batı müziği deniyordu ya genellikle kullanılan terminoloji buydu, yabancı şarkıların üzerine yazılan şeyler vardı piyasada.  Aslında Erovizyon Türk bestecileri için bir milat oldu.”

1976 yılının açık ara bestesi seçildi İşte Öyle Bir Şey. Erol Evgin de yılın sanatçısıydı. Çiğdem ve Melih beraberliğiyse duygusal bir boyut kazandı o günlerde. 

Melih Kibar :

“Çiğdem’e duyduğum duygular yani bunun için aşk kelimesini kullanmak ne kadar doğru bilmiyorum ama ‘Çiğdem Talu & Melih Kibar’ artık günlük hayatta da ayrılmaz ikili halini almıştı. Ama benden 12 yaş bir insana karşı böyle duygular duymam ne kadar gerçekçi diye bakıyordum. Sonradan duyup da bizle özdeşleştirdiğim ‘ruh eşi’ydik Çiğdem’le biz. Yani garip bir beraberlik, garip bir sinerji vardı. İnanılmayacak bir Sinerjiydi ama ben tabi bunu yıllar geçtikten sonra düşünüyorum. O ilişkinin ne demek olduğunu ne anlama geldiğini ben bile yıllar geçtikten sonra anlayabildim.”

İşte Öyle Bir Şey’in raflarda tükendiği, listelerde en tepelerde bulunduğu o dönemde, televizyonda da yayınlanması gündeme geldi.

Melih Kibar :

“Tabi TRT denetim kurulundan geçerse yayınlanırdı. Sözler tek tek bakılır, müzikler incelenir, denetim raporu heyecan içinde beklenir, hiçbir sınavdan sonuç gelinceye kadar o kadar heyecanla beklememe imkan yoktu çünkü sen bekliyorsun, şarkıcı bekliyor prodüktör de bekliyor seninle beraber. Ve İşte öyle bir şey gitti ve yayınlanamaz diye geri geldi. Hatta gerekçesini de hatırlıyorum, TRT’nin gerekçesi şuydu; ‘Solist Türk gırtlağı ile söylemiş’. Yani solist okurken makamsal bir çalışma olduğu için minik yerlerde makamsal ya da Türk gırtlağı ya da gırtlak nağmeleri yapmış. Doğal olarak çünkü Erol Evgin Türk. Ondan sonra biz bunu anlamadık; düdük gibi okuyacaksın dediler. Erol girdi; ‘Se-ni dü-şün-düm/dün ak-şam yi-ne’ yani düdük gibi okudu, hah şimdi oldu dediler.”

İkilinin yaptığı işler zirveye çıkınca teklifler de yağmaya başladı. İlk teklif, Polonya’nın Sopot kentinde yapılacak olan müzik festivali içindi.

Melih Kibar :

“İşte Timur Selçuk düzenlemeyi yapacak, Neco seslendirecek ve biz bir parça hazırladık. ‘Miracle’ diye bir parça. İngilizce söz yazdı Çiğdem. 76 yılının Ağustos ayında hayatımdaki ilk yurtdışı festivale Çiğdem’le beraber çıktık. Bizim galiba esas Çiğdem’le yakınlaşmamız festivalde oldu. Birlikte bir takım şeyleri konuşur olduk. Normal ilişkilerde söylenen lafları birbirimize etmeye başladığımız yerdir Sopot.”

Ancak sorumlulukların ve yaş farkının ağırlığı ilişkinin içinde giderek hissedilir oluyordu.

  

Melih Kibar :

“Çiğdem’in etrafa karşı sorumlulukları ve yanlış resim, imaj verme korkusu, e benim de ‘Hay Allah bak benden 12 yaş büyük’ sloganı hep kafamda yer etmişti. Bunu salt kadın-erkek beraberliği olarak insanların yorumlamaya eğilimli olmaları bizim içimizi acıtıyordu. Çünkü dışardan bakınca koca kadının gencecik -bugünkü tabiriyle ‘çıtır’- sevgilisi var denmesinden Çiğdem de çok korkardı bana da ters geliyordu.”

O günlerde Melih Kibar kimya eğitimine devam etme kararı aldı. Ve master için İngiltere’ye, University College of Swansea’ye gitti.

Melih Kibar :

“4 Ekim’de artık master yapmak üzere Türkiye’de ayrıldım. İngiltere’ye gittim. İlk gittiğim zaman babamla birlikteydik. O gece Swansea’deki kampusun içinde bir yurtta kalacağım. Ama bir gün sonra açılıyor okul, Türkiye’den her gün İngiltere’ye uçuş yoktu, onun için ben bir gün önce gittim. Müthiş bir fırtına vardı ama inanılmayacak tarifi mümkün değil. Ben o fırtınada nasıl sağ kaldım bilmiyorum. Karanlık, bütün binalar karanlık çünkü öğrenciler ertesi gün gelecek, hayat o zaman başlayacak. Bir tane yaşlı gece bekçisi var. Ağaçlar yıkılıyor, okyanus fırtınası. Kopuyor ortalık, moralim bozuldu, babama da bir şey söylemiyorum. Sonra odadan çıktım, babama ‘Ben bir etrafa bakayım’ dedim. Bir karanlık koridorda ‘güm’ diye bir şeye çarptım. Baktım piyano. Otomatikman elim kapağa gitti, kapağı da açık oturdum, piyanoma gene anlatmam lazım, piyanoca bir şey. O korkumu kompanse etmem gerekiyor, anlattığım zaman çıkıyor ortaya. Çok hoşuma gitti, koşarak odama gittim. Odamı zar zor buldum, bavulu açtım bir kayıt cihazım vardı, kasete o parçayı çektim. Babam ertesi gün dönüyordu. Ve hiçbir şey bilmeden Çiğdem’e gitti bu kaset. Yani Çiğdem Talu – Melih Kibar beraberliği mi aşkı mı ne dersen de, ne isim verirseniz verin bunun en güzel sembolü budur. Ama bu örnekten dolayı aşk diyemiyorum, aşk bana cılız geliyor. Bir buçuk ay sonra filan Çiğdem’in mektubu geldi. Gene o her zamanki üslubuyla ‘Seni gidi seni gene neler yapmışsın, çıldırttın beni’ diye yazmış. Ama bilmiyor o parçanın neden yapıldığını, ‘Ekte sözleri bulacaksın inşallah unutmazsın’ diyen pembe iki sayfalık bir mektuptu, pembe bir zarfta gelmişti. Nerede okuduğumu bile hatırlıyorum odada. Birinci sayfayı öteki kağıdın altına alıp sözlere bakıp da başlığı görünce ben duvara tutundum. İçimdeki Fırtına’ydı şarkının adı.”

 

Gün ağarırken / Tek başıma oturmuşsam / Henüz daha gözlerimi / Bir an bile yummamışsam

Sen yoksan yine / Bense yorgun ve yalnızsam / Hele bir de… / Bir de canım / Hasretine kapılmışsam / Ve gözümde tütüyorsan / Buram buram

İşte o an bir fırtına kopar / Sanki o an yer yerinden oynar / Hoyrat bir rüzgar eserken / Sallanan gemi misali / Sallanır durur içimde dünya

Son ışıkları / Sönüyorsa sokakların / Yeni bir gün giriyorsa / Penceremden yavaş yavaş

Sen yoksan yine / Bense suskun ve bitkinsem / Hele bir de… Bir kadehin gölgesine sığınmışsam / Ve yılların hesabını / Şaşırmışsam

İşte o an bir fırtına kopar / Sanki o an yer yerinden oynar / Kül rengi bir akşam vakti / Kaybolan renkler misali / Kaybolur gider gözümde dünya

İşte o an bir fırtına kopar / Sanki o an yer yerinden oynar / Bir koca çınar dalından / Savrulan yaprak misali / Savrulur gider güzelim dünya

Melih Kibar :

“Melih Kibar & Çiğdem Tâlu bir tesadüf değil. İçimdeki Fırtına da bir tesadüf değil. Bu müthiş bir şeydir yani. Ondan sonra Çiğdem’e telefon açtım, 8 buçuk saatten fazla bekledim telefonun başında, 8 saat 40 dakika filan bekledim. ‘Çiğdem sen bu parçayı neden yaptığımı biliyor musun?’ dedim. Ağladık telefonda ondan sonra karşılıklı. Bu başka bir şeydir yani, Allah insanlara bunu yaşatmalı, bu çok özel bir şey. Ondan sonra herkes Çiğdem Talu – Melih Kibar olarak bizi görmeye başladı, Çiğdem dendiği zaman Melih, Melih dendiği zaman Çiğdemdik biz.”

Çiğdem Tâlu ve Melih Kibar için oldukça zor bir dönem başlamıştı. Çift imkanlarını zorlayarak bir araya gelmeye çalışıyordu.

  

Melih Kibar :

Çok zor oldu ama ben Türkiye’ye fırsat buldukça kaçıyordum. O zamanlar uçmak çok pahalı da değildi. Öğrenci indirimi de vardı zaten. Ben Swansea’de oturduğum süre içinde 4-5 kere Çiğdem geldi. Galler’de çok güzel yerlerdi, oralarda turlar attık. Artık aşk aşktı. Aşk yaşanmaya başlamıştı. İngiltere’de okurken bazen babamın parası yetmiyordu benim talebe paramı göndermeye, Çiğdem de şarkılarımızdan düşen payını çoğu zaman bana gönderirdi.”

Çiğdem’in verdiği destekle Melih, bu ayrılık döneminde de beste yapmaya devam etti. O kaydettiği bestesini gönderiyor Çiğdem de üzerine söz yazıyordu. 2. plakları olan  O Sabah ve Nefret’i Neco seslendirecekti. Aynı günlerde Çiğdem Tâlu yabancı şarkılara Türkçe söz yazılmasına karşı başlattığı boykot için diğer söz yazarlarından da destek istedi.

1977 yılına birlikte girdi Çiğdem ve Melih. Tarabya’daki “Haluk La Bohem Restaurant”ta çektirdikleri fotoğrafa Melih Kibar şu notu düşmüştü :

“İlk defa birlikte girdiğimiz bir sene bu 1977 yılı… Ne güzel di mi ??? 365 günü de bu gece ki gibi mutlu ve çok güzel geçmesi, yani “HEP BÖYLE OLMASI” dileğiyle… İMZA : MELİH”       

Bir hafta sonra 8 Ocak 1977’de İşte Öyle Bir Şey 4. Altın Kelebek Yarışmasında “Yılın Şarkısı” ödülünü aldı.

Erol Evgin de Yılın Sanatçısı.     

Erol Evgin, Çiğdem Tâlu ve Melih Kibar Altın Kelebek ödülünü yine Haluk La Bohem Restaurant’ta kutladılar.

Bu fotoğrafa üçü birden not düştü.

Erol Evgin “İşte İlk Plağımız / İşte İlk Ödüllerimiz / İşte Öyle Bir Şey!” yazdı.

Çiğdem Tâlu ise “İlk plağımız… İlk ödülümüz… Birbirimize duyduğumuz inancın en güzel kanıtı..” diye.

Melih Kibar Çiğdem’in yazdıklarını tekrar yazdı ve altına “Başka ne yapabilirim ki Melih Kibar olarak” diye bir not ekledi.

18 Ocak’ta yine bir Çiğdem Tâlu – Melih Kibar çalışması olan Füsun Önal’ın seslendirdiği Bunlar da Geçer şarkısı listelerde 1 numaraya oturdu.

24 Ocak 1977’de çıkan Tv’de 7 Gün’deki başlık dikkat çekiciydi :

“Bir İmparatorluk Doğuyor”

“Çiğdem Tâlu – Melih Kibar… Bu isimleri, her gün radyo ve televizyonda dinlediğimiz hemen her popüler melodinin üzerinde okuyoruz… Çiğdem – Melih ikilisi, aralarına Füsun Önal ve Erol Evgin’i de alarak müzik dünyasında bir imparatorluk kurdular.” 

        

Nerden aklıma esti kim bilir / Gezdim dün gece şehri şöyle bir / Herkes evinde kendi halinde / Her yerde huzur her yerde neşe

Bir ben uykusuz bir ben huzursuz / Bir ben çaresiz bir ben sensiz

Gel sen ne çektiğimi bir de bana sor / Nerde nasıl yaşarım bir de bana sor / Ellerin ışıkları bir bir yanarken / Bendeki karanlığı gel de bana sor

Nerden aklıma esti kim bilir / Gezdim gün gece şehri şöyle bir / Eski sokaklar yerli yerinde / Dostlar oturmuş kır kahvesinde / Bir ben uykusuz bir ben huzursuz / Bir ben çaresiz bir ben sensiz

1977’nin Mart ayında Erol Evgin’in seslendirdiği “Bir de Bana Sor” çıktı.

Çiğdem Tâlu ve Melih Kibar 1977 yılında tekrar Polonya’nın Sopot kentinde buluştu.

31 Ekim 1977’de Çiğdem Tâlu doğum gününü Melih Kibar, İlhan İrem ve Erol Evgin’le birlikte kutladı. Melih, İlhan ve Erol birlikte O’na doğum günü hatırası olarak şu satırları karaladılar.

“Çiğdem Çiğdem / Çiçeklerin en güzelisin sen / Bilmem ki bundan başka / Sana neler söylesem / Şarkılara can veren / ilham meleğimizsin sen”

MELİH – EROL – İLHAN

Doğum Günü Hatırası

31 – 10 – 77 Pazartesi

O gece, Çiğdem Tâlu unutulmaz bir şarkının sözlerini yazdı.

  

Her şey seninle güzel / Yolda yürümek bile / Olmayacak düşlerin /  Peşinden koşmak bile…

Her şey seninle güzel / Bu toprak… bu taş bile.. / İçimdeki bu korku / Gözümdeki yaş bile..

Beklenmedik bir anda / Ayrılık gelip çatsa / Seninle paylaştığım / Tek bir gün yeter bana..

Her şey seninle güzel / Duyduğum bu ses bile.. / Yalnız içtiğim su değil / Aldığım nefes bile…

Her şey seninle güzel / Bu yağmur bu kar bile / Yılların yüzümdeki / İzleri onlar bile!

31 Ekim 1977

978 başlarken Çiğdem ve Melih şok bir şekilde aşk ilişkilerini bitirme kararı aldı. Belki de “olmayacak düşlerin peşinde koşmak” yormuştu onları. 

Tıpkı ikilinin Tüm Bir Yaşam şarkısında olduğu gibi her şeyi bir yıla sığdırmışlardı.

Daha seni ilk gördüğümde / Daha yüzüne baktığımda / Bana baharı anımsatan / Bir umut doğdu içimde…

Daha seni ilk gördüğümde / Daha elini tuttuğumda / “Yaşamaya şimdi başlıyorsun” / Dedim kendi kendime

Öyle büyük bir mutluluk / Bir anlam verdi ki / Seninle geçen o bir yıl / Yaşantıma!..

Öyle çok sevdim ki seni / Öyle çok ki anlatamam / o bir yılın anlamını / bin yıl geçse de / unutmam

Öyle çok sevdim ki seni / Öyle çok ki anlatamam / Bir tek yıla sığdı her şey / Bir tek yıla tüm bir yaşam!

Daha seni ilk gördüğümde / Daha sesini duyduğumda / Bana güneşi anımsatan / Bir ateş yandı içimde

Daha seni ilk gördüğümde / Daha yanıma geldiğinde / Önümüzde çok güzel günler var / Dedim kendi kendime

Melih Kibar :

“78 başlarında ben daha İngiltere’deyken gene Türkiye’ye geldiğim süre içinde o 12 yaş kavramı benim için engelleyici bir faktördü. Bir de Çiğdem de frenleri bırakamıyordu. Son derece saraylı bir aileden, Osmanlı terbiyesi filan alınmış bir aileden geliyor. Ondan sonra biz Çiğdem’le konuştuk ve biz artık bunu dost olarak, yani aşk denilen şeyi bir yere koyduk, güzel kılıflarla sardık, yüklüğün en üstünde güzel bir yere kaldırmayı becerdik. Ondan sonra birbirinden hiç ayrılmaz dost olarak sürdürdük hayatımızı. Sonra eşimle tanıştım ve Çiğdem’le tanıştırdım. Yani gizli saklı hiçbir şey olmadı aramızda Çiğdem’le.”

Melih Kibar masterını tamamladıktan sonra askere gitmek üzere İstanbul’a döndü. 1979’da beraberliklerinin 4. yıldönümünü kutladılar. Çiğdem’le aşkları bitmişti ama işleri henüz bitmemişti. Şimdi sırada bir müzikal vardı; Hisseli Harikalar Kumpanyası.

Melih Kibar :

“Türkiye’ye döndükten sonra ben artık askerliğe gitmem gündemde. Haldun Dormen’le beraber Egemen Bostancı’nın Yedi Kocalı Hürmüzü vardı önceden, ikinci bir müzikal yapmak için konuşmuşlar Haldun ağabeyle. O da ‘Bizim çocuklar yapsın bunun müziğini’ demiş. Müzikal nedir diyorlar, biliyorum müzikalin ne olduğunu ama Türkiye’de nasıl bir şey olacak onu bilmiyorum. Bir gün öğleden sonra Çiğdemin evine geldim. ‘Bak bakalım piyanonun üstünde ne göreceksin’ dedi. Gittim baktım; “His-se-li Ha-ri-ka-lar Kum-pan-ya-sı” diye bir şey yazıyor. ‘Bu nedir’ dedim Çiğdem’e, ‘Müzikalimizin adı’ dedi. Dedim ki ‘Siz ikiniz de kafayı yemişsiniz bu söz bestelenmez’. Çünkü biz hep alışığız ya önce ben beste yapıyorum sonra Çiğdem söz yazıyor. E müzikalde konu olduğu için önce sözler yazılacak ki ben onları besteleyeceğim. ‘Canım canım sen bestelersin’ gene o her zamanki destek. Ben ‘Hayatta olmaz bu sözler, aç Haldun ağabeye telefonu besteci değiştirin’ dedim. ‘Canım’ dedi, ağzımdan girdi burnumdan çıktı. ‘İyi bakalım sen git salona’ dedim. Oturdum onun yanında besteledim ben onu.”

Çiğdem Talu & Melih Kibar Geceye Selam müzikaline de birlikte imza attı.  Çalışmalarını yine Çiğdem’in evinde sürdürüyorlardı.

Melih Kibar :

“8 sene 3 günde şarkı olarak 270 küsur şarkı ürettik. Ve çok yanlış bilmiyorsam bu 273 şarkıdan 106 tanesi Türkiye’de 1 numaraya çıktı. 106 tane hit yarattık ve o zamanki listeler şimdiki gibi değildi, bütün listeler birbirini tutardı. Bir tanesinde a şarkısı diğerinde b şarkısı birinci değildi.”

1980’lere girildiğinde yüzlerce ortak çalışmaya imza atan Çiğdem & Melih ikilisi yoğun bir çalışma temposuna içindeydi.

Melih Kibar :

“Yoğun bir dönemimiz oldu çalışma hayatıyla ilgili, o sırada birbirimizi göremiyoruz. Bir gün bana telefon açtı dedi ki ‘Melih ben bir doktora gittim’ dedi. ‘Niye gittin?’ dedim. ‘İşte göğsümde bir şey elime gelmişti gittim’. Doktor buna şey demiş, süt bezesi demiş, ondan sonra, olay bittikten sonra bana bunu anlatıyor. 8 ay önce gitmiş doktora meğerse. Aradan 3 ay geçmiş Çiğdem tekrar gitmiş. Doktor demiş ki ‘Çiğdemciğim sen amma evhamlı oldun’ demiş ama hiçbir şey söylememiş. Sonra aradan 5 ay daha geçmiş toplam 8 ay geçmiş. Doktor ‘bir bakalım’ dediği gün beni arıyor, “ben kansermişim” diyor.  Ben Çiğdem’e o kadar bir tür tanrı gözüyle bakıyordum ki öyle bir mertebede bakıyordum ki, nasıl olsa her şeyin üstesinden gelebilir, kanser de neymiş diye. Ondan sonra iş ciddiyete bindi ama ben hep olayı şaka olarak gördüm yani ciddiyetini anlamamaya çalıştım. Kendimi bu işin ciddiyetinden uzak tutmaya çalıştım. Çünkü Çiğdem’le kanseri ben hiçbir zaman bir arada düşünemiyorum. Ondan sonra Çiğdem tedavisi için İngiltere’ye gidip gelmeye başladı.”

 

Çiğdem Tâlu kanser olduğunu 1979 yılı sonlarında öğrenmişti.  1980 yılının Temmuz’undan itibaren Londra’ya tedavi için gidip gelmeye başladı.

1981 yılına Londra’da girdi Çiğdem.  ‘Işıklarla donatılmış Regent sokağında kendisini bir masal ülkesinde gibi hissettiğini’ yazdı Türkiye’ye gönderdiği fotoğraflardan birinin arkasına.

Kaldığı Mandville Hotel’in kapısında çektirdiği başka bir fotoğrafa şu notu düştü :

 

“Oxford Street’e çok yakın, dünyanın en şirin otellerinden biri. Bu otelde benim kadar uzun kalan olmamış. Bütün personelle arkadaş olduk. Boş zamanlarında bana çaya geliyor çoğu. Oturup dertleşiyoruz. Evimi aratmayacak kadar güzel ve sıcak bir yer.”

Melih Kibar :

“Neşesinden bir şey kaybetmedi. Çiğdem aynı Çiğdem’di. Sadece kanserli Çiğdem’di. Kanserle Çiğdem beraber yaşıyordu. Ben dedim ki, zaten bu moralle üstesinden gelir. Ve ben de çok fazla olaya vakıf değildim. Ben Çiğdem’in öleceğini hiçbir zaman düşünmedim. Hiçbir zaman aklıma getirmedim. Kadın kanserim diyor; ‘Ha ha kanser tabi’ diyorum, yani şurada sivilce çıktı gibi, öyle görmek istediğim için yani. İngiltere’ye gitti, kemoterapi uygulanmaya başladığı zaman en sevdiğim şeylerinden bir tanesi, onun da en sevdiği şeylerinden bir tanesi saçları filan dökülmeye başladı, onlar yaşandı.”

1982 yılının 25 Mayısında yani tanışmalarının 7. yıldönümünde Çiğdem Tâlu ve Melih Kibar yine bir aradaydılar. Çiğdem hastalığına rağmen Melih’le birlikte Pazar Rüzgarı programında Halit Kıvanç’ın konuğu oldu.

Melih Kibar :

“İngiltere tabi para yiyen bir operasyondu. İşte şarkılarımız, çok fazla şarkı üretecek zamanımız olmamaya başladı. Ama hala yazıyordu bir şeyler, yaratıyorduk. Sonunda Çiğdem’in kötü olduğuna dair ben kaçmaya, bu aptalca gelebilir ama bunu benim zayıflığım olarak görüyorum, Çiğdem’in değişmeye başladığını, artık fiziksel olarak dışardan görüyordum. Metestas bütün vücutta başladı, gözünü kaybetmeye doğru geldi. Ve sonunda Çiğdem İngiltere’de uzun bir süre tekrar kaldı.”

Çiğdem Tâlu Londra’da West Minester Hastanesi’nde yatarken kanserle verdiği amansız mücadelede onu yalnız bırakmamak ve artan masraflarını karşılamak için büyük bir gece organize edildi.

28 Mart 1983 günü Şan Tiyatrosu’nda gerçekleştirilen “Çiğdem  Talu’ya Selam” ismi verilen geceye Sezen Aksu, Coşkun Demir, Erol Evgin, Esin Afşar, İlhan İrem, Nil Burak, Seyyal Taner, Tanju Okan, Uğur Adora, Nükhet Duru,Timur Selçuk, Engin Evin, Füsun Önal, Rezzan Yücel, Nilüfer, Halit Kıvanç, Haldun Dormen, Nevra Serezli ve Neco gibi birçok ünlü isim katıldı. Çiğdem’in annesi Haslet hanım, abisi Erdem Talu ve kızı Zeynep de oradaydı. O gece Çiğdem’le sahneden canlı telefon bağlantısı kuruldu. Melih’in besteleri Çiğdem’in sözleriyle hep bir ağızdan kimi zaman mutlu kimi zaman hüzünlü şarkılar söylendi.

Melih Kibar :

“Türkiye’de yapılmış en güzel destek gecesi yapıldı. Mustafa Oğuz organize etti. Müthiş bir katılım oldu Türkiye’deki herkes, şarkıcı ve sanatçı adı verilebilecek herkesin koşarak geldiği bir geceydi. Bütün parçalara eşlik ettim, bütün parçalara eşlik ettim.”

Ancak İngiltere’de yapılan tedaviden olumlu sonuç alınamadı. Artık çok geçti, Çiğdem Türkiye’ye gönderildi.

Melih Kibar :

“Döndü. Çiğdem’i görmeye gidemiyorum. Ortak dostlarımız, en yakınlarımız bana ‘Ne olur Melih görme’ demeye başladı. Çiğdem’in sesi telefonda değişmeye başlamıştı. Tuhaf bir şey 25 Mayıs’ta tanışmıştık 25 Mayıs’ta görmeye gittim. Konuştuk, benim sesimi duyuyor bana cevap veriyordu ama yani başka bir insanla, başka bir canlıyla, başka bir şeyle konuşuyordum. Neyle konuşuyordum bilmiyordum. Ve tuhaftı pek anlatılacak bir şey değil o duygu.”

Melih Kibar’ın bu ziyaretinden 3 gün sonra Çiğdem Talu vefat etti. Gazeteler “Şarkılar sözsüz” diye yazdı. Ses, “Çiğdem senden âlâ çiçek yoktu” diye çıktı.

Melih Kibar :

“O kadar yaşam dolu, o kadar beni de hayata bağlayan, çevresindeki herkesi hayata bağlayan, hiç kimseyi kırmayan ama hiç kimseyi kırmayan bir insandı. Erken öldü, yüzde yüz çok erken öldü ama O 90 yaşında da olsaydı gene bir efsane olarak hayatta kalacaktı. Ben Çiğdem’den sonra şarkı sözü yazarı olarak Çiğdem’in Ç’sinin çengelini bile bulamadım.”

Melih Kibar, Çiğdem Tâlu’nun yokluğunda artık daha az çalıyordu. Uzun bir sessizlik döneminden sonra 2000’in sonunda bir gece yeniden piyano başına oturdu, biriktirdiği duygularından yeni bir beste yaptı. Adını ise, “Sessiz Veda” koydu.

Sessiz Veda onun müziğinin ulaştığı son noktaydı. Geçen yıl çıkan Saat Sabahın Dokuzu albümünde yer aldı. Ve besteci “ruh ikizi”nin peşine düştü. Sessizce.. Aynı yoldan…

(Yazarımız Barış Duran’ın CNN Türk’te yayınlanan “Yüzyılın Aşkları” Belgeselinden derKi için derlemesidir.)

Konuk Yazar