(Bu yazıyı benim hayatımda çok önemli bir yere sahip olan dostum Seyit Aydoğmuş’a ithaf ediyorum)

 

Aslında yazıya başlarken karmaşık duygular içerisindeyim. Nedenini şöyle anlatabilirim: Ben ne şanslı bir insanım ki Mahzuni Şerif’i, Nesimi Çimen’i, Neşet Ertaş’ı gördüm, dinleme fırsatı buldum. Ne şanssız bir insanımki, Pir Sultan Abdal’ı, Karacaaoğlan’ı, Dadaloğlu’nu, Aşık Daimi’yi ve daha nicelerini göremedim. Bizden sonraki kuşaklar da yine bizim görüp, görmediklerimizi böyle yorumlayabilecekler mi bilemiyorum. Ancak gerçek şu ki çağının Pir Sultan’ıydı Mahzuni Şerif. Sık sık evinde veya çeşitli dost meclislerinde hem dinleyicisi oldum, hem beraber türküler söyledik. Hem de haberini yapma fırsatım oldu. Mahzuni’nin; “Bir çift öküz yeter mi / Aha Mehmet emmi / Böyle Baca tüter mi / Daha Mehmet emmi”sini, yine İbrahim Tatlıses’i meşhur eden; “Kaşların arasına / Dom dom kurşunu değdi veya Mevlam gül diyerek / iki göz vermiş / Bilmem ağlasam mı, ağlamasam mı”… Bunlar uzayıp gider.

 

Aşık Mahzuni Şerif Anadolu topraklarının öfkesini, sevdalarıyla örüp söylerdi. Pir Sultan kadar isyankar, Karacaoğlan kadar sevdalıydı. “Ben canandan ayrı kaldım kalalı / Akar gözüm yaşım sel gizli / Kimseler duymasın gel gizli” diye sevdasını dile getirdi. “Yuh yuh soyanlara / soyup kaçıp doyanlara / İnsana kıyanlara yuh yuh…” diye isyan etti. Hem de ne isyan… 1960’lı yıllarda giderek yükselen muhalefetin sesiydi. 12 Mart işkence tezgahlarından geçti, susmuyordu: “Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana / Bilmem söylesem mi / söylemesem mi?” Alevi-Bektaşi geleneğinden geliyordu ama tüm insanlığın sesi olmayı amaç edinmişti. Kendisini bir “Cumhuriyet ozanı” olarak tanımlıyordu.

 

Ordudan Atıldı

 

Yüzyıla damgasını vuran Mahzuni Şerif 1939 yılında Maraş’ta doğdu. 17 Mayıs 2002 yılında yaşama gözlerini yumdu. Bu yıl Mahzuni’nin 3. ölüm yıldönümü. Aşık Mahzuni, geçen bu üç yıl sonunda da toplumdaki diriliğini, olanca gücüyle korumaktadır. O bıraktığı eserlerle büyük çoğunluğun beyninde, gönlünde ve dilinde halen olanca canlılığıyla yaşamını sürdürmektedir. Kuleli Askeri Lisesi’nde okurken, muhalif görüşleri nedeniyle ordudan atılır. 1961 yılında, Mahzuni ait olduğu alanda (yani halk ozanlığı alanında) eserler üretmeye başlar. O günden sonra yüzlerce plak ve kaset yapmaya başlar. Mahzuni Şerif daha 10 yaşındayken amcası Aşık Fezali’den (Behlül Baba) saz çalmayı öğrenir. 15 yaşından itibaren şiirler yazmaya, türküler söylemeye başlar. O dönemlerde Mahzuni daha çok usta malı eserler okur. 1955’lerden itibaren kendi eserlerini üreterek ozanlık işlevini yüklenir. Mahzuni o tarihten ölene kadar bu misyonunu, hiç ödün vermeden onurlu bir şekilde sürdürmüştür. Mahzuni yaklaşık 45 yıllık ozanlık dönemine; 450 adet 45’lik plak, 10 adet longplay; 65 kaset sığdırmış ve doğaçlama yaptığı eserlerle birlikte yaklaşık 20 bine yakın şiir ürettiğini belirtmiştir. Mahzuni, “Dolunaya Tül Düştü” isimli kitabında bu bilgiyi vermiştir. Doğal ki önemli olan yazdığı şiir adedi, söylediği türkülerin niceliği değildir. Bu eserlerin içeriğidir.

 

İnsan En Yüce Değer

 

Hakkında yazılan ve yazdığı kitaplar ile de, uluslararası edebi tartışmalara konu olur, 1998 yılında dünyanın, yaşayan üç büyük ozanı arasında birinci sırayı alır. Mahzuni Şerif’in yaşam görüşü, dünyaya, evrene, topluma ve insana bakışını; dünyayı, evreni, toplumu ve insanı yorumlayışını anlayabilmek için, onun eserlerine şiirlerine ve yorumlarına bakmak gerekiyor. Mahzuni’nin eserlerini incelediğimizde hümanist anlayışın onun en belirgin yönü olduğunu görürürüz. Geleneksel halk şiirini ve halk ozanlığını süzgeçten geçirdiğimizde, büyük ozanlarımızın hemen hepsinde belirlediğimiz ortak yanların çok olduğunu görürüz. Bu ortak yanların; hümanist olmaları, dinin özüne, içeriğine inanmaları, şekilsel inancı dışlamaları, bilimi önder görmeleri, aklın ve vicdanın özgürlüğünü savunmaları, Allah’a sevgiyle yönelmeleri, barışı, dostluğu, güveni, eşitliği kardeşliği, bütünlüğü vb. savunmaları, aklı ve mantığı düşüncelerinin ana kaynağı saymaları, haksızlığa başkaldırmaları, mazlumun yanında yer almaları vs görürüz. Ozanlarımızın böyle erdemli değerleri savunmalarının maddi ve tinsel kaynaklarını Anadolu’nun kültürel kalıtında aramak gerekmektedir.

 

İnsanlığın Ekin Merkezi

 

Bilindiği gibi Anadolu’muz binlerce yıl insanlığın bir ekin (kültür) merkezi olmuştur. En eski tarihi, en eski geçmiş, en eski uygarlıklarıyla bütündür Anadolu. Hangi taşı kaldırsanız altında bu toprağın en eski yerlerinden kalma bir yaratma ürünü, bir başarı kalıntısı, bir düşünce belgesi bulursunuz. Bu varlıklar, bu kalıntı niteliği taşıyan buluntular Anadolu’nun gerçek tarihi belgeleri, kalıntılarıdır bizim için. (İsmet Zeki Eyüpoğlu; Anadolu İnançları, Anadolu Mitolojisi. Geçit Kitapları 1987 Bas. Sayfa 30).

 

Eyüpoğlu’nun yaşam da belirttiği gibi Anadolu uygarlıklarının odak noktasıdır. İnsanlığın en zengin kültürel malzemesi bu topraklardadır. Hemen her görüş, her inanç bu topraklarda yaşamıştır. Yine hemen her görüşün, her inancın kalıntısını taşıyan mabetleri, kervansarayları, dinsel ibadet yerleri, tarihi yolları, köprüleri, sarayları, kümbetleri vardır. İşte halk ozanlarını besleyen kaynak bu bitmez tükenmez kültürel birikimdir. Kültür zenginliğidir. Mahzuni Şerif de bu çeşmeden beslenmiştir. Aşık Mahzuni 20. Yüzyılın en büyük halk ozanlarından birisidir. Halk ozanı; halkın değer yargılarını, yaşamdaki sınıfsal çelişkileri, yaşadıkları bölgenin coğrafi koşullarını, doğa olaylarını, halkın uğradığı felaketleri, halkın sevinçlerini, üzüntülerini, acılarını, kederlerini, yoksulluklarını, varsıllıklarını, korkularını, savaşlarını vs olgularını en ince duygularla estetik değerler de katarak, anlatan halk bilimi insanlarıdır. Mahzuni’nin ozan kimliğine baktığımızda onun yukarıda yaptığım tanıma uyan bir yapıta sahip olduğunu görürüz.

 

Sosyalist Mahzuni

 

Mahzuni Şerif’te toplum ve insanı etkileyen her şeyi bulmak olasıdır. Öyle ki onda bilim vardır, din vardır, kitap vardır, toprak vardır, meclis vardır, kader vardır, soru vardır, sorgu vardır, felsefe vardır, köy vardır, şehir vardır, devlet vardır, millet vardır, doğruluk vardır, barış vardır, yiğitlik vardır, güzellik vardır, erdem vardır, zam vardır, zulüm vardır, hoşgörü vardır, açlık vardır, yoksulluk vardır, dünya vardır, evren vardır, zevzeklik vardır, nakkaşlık vardır, yuh vardır, övgü vardır, yergi vardır, memleket vardır, direnç vardır, yol vardır, karlı dağlar vardır, başkaldırı vardır, gardiyan-hapishane vardır, öğüt vardır, insanlığa sesleniş vardır, sevgi vardır, deli vardır, mağara vardır, okul vardır, aydın vardır, diploma delisi vardır, su vardır, doğum vardır, ölüm vardır, soyanlar vardır, ceylan vardır, hacı-hoca-dede vardır… vs. Kısacası toplumla ilgili ne ararsan eserlerinde bulabilirsin.

 

Görüldüğü gibi Mahzuni Şerif çok yönlü bir ozanımızdır. Mahzuni; Alevi-Bektaşi: sosyalist, demokrat, laik, çağdaş, Atatürk’e gönülden bağlı; bağımsızlıktan, yoksullardan, mazlumlardan, ezilenlerden yana bir duruş sergileyen, eserlerinin özünü bu değerlerle donatan bir halk ozanımızdır. Mahzuni biraz Yunus Emre, biraz Nesimi, biraz Pir Sultan, biraz Karacaoğlan, biraz Aşık Veysel’dir. Yunus gibi ilahi; Karacaoğlan gibi gönül aşkı ile dolu bir insandır. O Pir Sultan gibi başkaldırıcı, Nesimi gibi sorgulayıcı, Veysel gibi doğacıdır. Bu anlamda Mahzuni bu ozanlarımızın bir senkterizmidir (birleştirici) dir adeta. Ozanımız zaman gelir “Hesap edilip hak alınsın / kavgalar hep lafta kalsın / Kaygusuz bir devlet belki / başımıza var edilsinî diyerek başkaldırır, Pir Sultan olur. Zaman gelir “Adem ile Havva vücut bulurken / Cennet miyim, Şeytan mıyım ben neyim?î diye sorgular. Nesimi olur. “Aşk şarabın doya doya / sundum,sundum içmedinî der. Karacaoğlan olur, “Bahar gelip lale sümbül açınca / Boz bulanır ehli sökerler yaylalarî diyerek Veysel olur.

 

Kılavuzu Pir Sultan

 

Mahzuni Şerif Araştırmacı Yazar Süleyman Yağız’la yaptığı bir söyleşide şunları söylemiştir. “Geçmişteki ozanları, yaşayan ozanları bir bir inceledim. Kendime yol gösterici, eylem kılavuzu olarak seçtiğim Ozan Pir Sultan oldu. Ses olarak da etkilendiğim Davut Sulari’dir. Toprak çocuğuyuz, toprağa karşı büyük özlemimiz vardır. Bunu da en iyi dile getiren Veysel Baba idi. Belirli bir derecede onun da etkisinde kaldım. Davut Sulari’den esinlendiğim sese, Aşık Veysel mulayimliğini kattım. Düşün felsefemi de yukarıda belirttiğim gibi Pir Sultan’dan aldım.” (Süleyman Yağız İşte Bizim Mahzuni; Hasat Yay. 2. Baskı 1991; sayfa 12-13)

 

Mahzuni Şerif gelenekten beslenen, ama çağdaş değerlerle donanmış ve geleneğin üzerine çağdaş değerleri katarak gelenekten sıyrılabilmiş ender ozanlarımızdan biridir. Gerek saz çalma tekniği, gerek tonlama ve tını, gerek sözlerindeki felsefi içerik ve gerekse yaşamdaki duruşuyla o çağdaş bir ozan olmayı bilmiştir. Mahzuni çağının tanığı bir ozandır. O ürettikleriyle ölümsüzleşmiştir. Mahzuni halkının değerlerini çok iyi özümsemiş o değerlere sahip çıkmıştır. O halkının hiçbir değerini küçümsememiş, halkın gözü, kulağı ve sesi olmasını bilmiştir. Halk için sanat üretmenin doğruluğunu öldüğünde kanıtlamıştır. Bu halk öldüğünde Mahzuni’sine ne kadar değer verdiğini cenazesine katılarak göstermiştir. O gün yüzbinler Mahzuni’yi uğurlamak için son görevlerini yapmak için Hacı Bektaş’a gelmişlerdir. Halk Mahzuni’yi anlamış ve onu kalbine gömmüştür. Halk ozanını kalbinde yaşatmayı sürdürmektedir. Halen Nevşehir’in Hacı Bektaş İlçesi’ne giden Alevi-Bektaşi’ler, Hacı Bektaşi Veli’nin türbesini ziyaret ettikleri ikinci yer Aşık Mahzuni Şerif’in türbesidir. Cenazesi’ne katılan, onun türkülerini söyleyen, gözyaşları sel olan erenlerden birisi olarak ne mutlu bana ki Mahzuni’yi görme, dinleme, duyma fırsatım oldu.

Erhan Öztürk