Bugün bu ülkenin yani Türkiye’nin üzümünü ye bağını sorma tavrı içinde sağladığı her avantajdan yararlanıp iş sorumluluk üstlenmeye geldiğinde buharlaşan globallerinden bir kaçını yakalayıp şu soruları sorsak ne cevap alırız dersiniz?

 

İyi bir askeri eğitim göreceksiniz ve ordunun parıldayan bir yıldızı durumuna geleceksiniz, padişah sizi çok takdir edecek, yolunuz erkenden paşalığa ve hatta sadrazamlığa kadar açık olacak, saraylarda, balolarda gününüzü gün etme, dünyalığı tez elden toplama, köşklerde, saray yavrularında yaşama şansını elde edeceksiniz, cariyelerin biri gitsin biri gelsin, yediği önünde yemediği ardında bir hayat sunulacak size. Ne yapardınız? Şimdi yaptığınız gibi el etek öper, yağ bal içinde sürdürürdünüz sefahat içindeki yaşamınızı değil mi?

Ama, birisi bunları yapmadı! Yüzyılların devi bir devletin, biçare duruma düşürülmüş, uğruna öldükleri yöneticilerinin bile kendilerine bir turptan az değer verdiği bir ulusun yok olmasına, yok edilmeğe çalışılmasına tüm gücü ile karşı çıktı.

İstanbul’da Avrupa başkentlerinde iskarpinlerine çamur bile değmemiş, elleri pamuk gibi, her gün berberlerce sıcak su ve bol köpükle sinekkaydı traş edilmiş, parlak yüzlü yakışıklı, balodan baloya koşan bir devlet adamı olmak yerine; savaş meydanlarını, uykusuz geceleri, padişah fermanı ile yakalandığı anda vurulacak boynunu eğmeden ulusu ile bir bütün, dikip başını tüm dünyayı karşısına almayı ve Türk’ün yok olmaya karşı inanılmaz savaşını seçti.

Pembe cicim ayları değildi yaşanan günler, her gün binlercesi ölen Mehmetçiklerine yanamadan yenilerini sürmek cepheye kolay mı idi? Silah bile sayılamaz oyuncaklarla dünyanın en gelişkin teknolojili ordularına karşı durmak akıllı işi mi idi?

Yaptıkları o günün şartlarında bile delilik sınırlarında dolaşan bu insan bugün tüm dünya tarafından dahi olarak nitelendiriliyor. Kaybedilmiş bir savaştan bir zaferi var etmenin, peşinen verilmiş bir yenilgi hükmünü verenlerin yüzüne çarpmanın, savaşın sonrasında yüzyıllardır tebaa, kul ve ümmet olmaya mahkum edilmiş bir ulusu bir cumhur yapmanın muhteşem stratejisini yaratan adam olarak kitaplarda, ansiklopedilerde yer alıyor ve buruk bir kıskançlıkla hakkı teslim ediliyor.

O gün de, bugün de var olan aymazlar, kendi deyimi ile gaflet delalet ve hatta hıyanet içinde bulunanlar yaptığı her şeyi geriye döndürme çabalarını ara vermeden sürdürüyorlar. Bilerek tarih içinde onu yanında bir nokta bile olamayacak kadar değersiz olduklarını ve bu kızgınlıkla, çekememezlikle ona saldırıyorlar.

Türklerin kaderini değiştiren en önemli atılımları, sürekli ayak bağı olan, ne eskiyi isteyen ne yeniye geçit veren bir grubun tüm engelleme çabalarına rağmen gerçekleştirdi. Günümüz politikacılarının en sevdikleri oyun olan halk goygoyculuğuna kaptırmadan kendini, amacı ve hedefini bilerek yılmadan ilerledi yolunda 1923 ile 1938 yılları arasında yani tam onbeş yılda, son elli yıldır hala daha Osmanlı ve Türk korkusu yaşayan ittifak devletleri ve işbirlikçilerinin gayretleri ile bile asla geri götürülemeyen çağdaşlığı kazandırdı Türkiye’ye.

21. yüzyılda yaşayıp da, ortaçağ öncesi bir dönemin izleri açıkça görülebilen şarklı zihniyetinden uzaklaştırılması bile Türkiye için başlı başına bir kazançtır. Alfabe değişikliği çağdaş dünya ile iletişimde ne önemli bir kilometre taşıdır. Bir Türk dünya ülkelerine gittiğinde nerede olduğunu, nereye gideceğini yabancı dil bilmese bile okuyarak anlayabilir. Ya latin harfleri kullanılmayan bir Arap ülkesinde düşünün kendinizi; hiç birşey anlama şansınız yoktur. Bazıları kızacaklar ama Çince ile Arapça’nın ne farkı vardır bizim açımızdan.

İşte tüm bu nedenlerden dolayıdır ki Atatürk yüzyılların en önemli insanıdır, tüm dünya kendi kahramanlarını bile unuturken Mustafa Kemal Atatürk’ü unutamamıştır, İngilizce eğitim gören mühendislerin bile elektriğe elektrik dedikleri Irak’ta önemli görevdeki bir bayanın son derece güzel bir telaffuzla Mustafa Kemal Atatürk’ü sorması gerçekten ilgi çekicidir, bizim insanlarımızdan bazıları o muhteşem önderin sağladığı her türlü rahatı, özgürlüğü yaşarken bile değerini anlayamadıkları halde hiç Irak dışına çıkmamış o bayan nereden öğrenmişti Atatürk’ün yaptıklarını ve Türkiye için önemini…?

Bence, bizler her 10 Kasım’da böylesi büyük bir faniyi kaybetmenin yasını tutmak yerine onun asla ölmeyecek eserine bir kez daha dört elle sarılmalı ve tarihin en önemli önderlerinden birine sahip olmanın mutluluğunu hissetmeliyiz.