Mart 1898
Küba’ya gönderilen New York Journal muhabiri- Burada savaş filan yok, beni geri çağırın.
New York Journal’ın patronu William Randolph Hearst- Orada kal, ben size savaş çıkarırım.
(Deşifre, Syf: 88)
“Wag The Dog – Başkanın Adamları” filminden bu yana, ABD sisteminin işleyişini, çok az yapıt bu kadar açık bir biçimde gözler önüne serebilmiştir. İstihbarat konularında uzman, deneyimli gazeteci Nedret Ersanel, üçüncü kitabı “De-şifre” ile ABD sisteminin dinamiklerini temellerinden, piramitin tepe noktasına kadar ayrıntılarıyla gözler önüne seriyor.
Dünyayı şekillendiren ABD sisteminin yapı taşlarını oluşturan ve birbirine örümcek ağıyla bağlanan bin bir tane medya kuruluşu, üniversite, enstitü, “düşünce kuruluşu” olarak dilimize çevrilen ancak asli fonksiyonunun ne olduğu belli olmayan “think tank”ler, ulus aşırı şirketler, iyi eğitimli strateji uzmanları, şeytanın avukatları ve daha pek çok etkili kişi ve kurum, tek bir hedef için güç birliği yapmış durumda: ABD’nin dünya hâkimiyetinin bekası.
Bu karmaşık örümcek ağının değmediği sinir ucu ise yok gibi. Ortadoğu kan pazarından rant sağlayan güçlerden önlenemez yükselişlerini şaibeli seçimlerle sürdüren Neocon “Şahin”lere, CIA’nın dijital efendilerinden silah şirketlerine kadar akıllara durgunluk veren ve hepsi aynı amaca hizmet eden devasa bir ağ bu.
Savunma Bakanlığı Müsteşarı Douglas Feith’in iş ortaklarının makam ve mevkileri, istihbarat örgütlerinin resmi ve özel kuruluşlarla ikircikli ilişkileri, tüccar askerlerin işgal edilen Irak’ta üstlendikleri ilginç görevler, baskı gruplarının Türkiye’ye yönelik sistemli çalışmaları da sistemin diğer mekanizmaları olarak ustaca sergileniyor.
Sistem, işlerliğini stratejik kurumlar aracılığıyla yürütüyor. Öncelikle teknolojiye ve AR-GE’ye büyük önem veriliyor (ABD’nin 2000-2005 yılları arasında sadece askeri AR-GE harcamaları için ayırdığı pay yıllık 60 milyar dolar!). Teknik altyapı, programlı bir dış politikaya inanılmaz imkânlar sunuyor. Hiç yoktan sebeplerle çıkarılan savaşlar, tüm dünyaya, erdem, demokrasi, insan hakları adına başarıyla sunuluyor. Olmamış’ı olduruyor! Çünkü bu sistemde, Sun, Cisco ve HP gibi dijital bilgi akışının devlerini yönlendirenlerle; CNN, CBS, NBC, New York Times, Times ve ABC gibi tüm dünyanın medyatik bilgi akışını sağlayan kuruluşları yönlendirenler birbirine eklemlenmiş durumda. Bu ağın bir ucundan dünya politikasını yönlendiren CFR-Dış İlişkiler Komisyonu ve Trilateral-Üçlü Komisyon boy verirken, bir başka ucundansa sistemin gelecekteki bekçilerini yetiştiren seçkin üniversitelerin temsilcileri boy veriyor.
Ersanel, kitabının son bölümünü ise kurgusal bir Türkiye-ABD Savaşı’nın imkânsızlığını sergilemeye ayrılmış.
Bu kitapta her isim ve kurum birbirine sıkı ağlarla bağlı. Bu isim ve kurumların birbiriyle olan bağlarının haritasını çıkarıp, ABD’nin “Matrixvâri” ilişkilerini elle tutulur hale getirerek Türk yazınında bir ilki gerçekleştiren Nedret Ersanel, şu sıralar küresel bir önemde ama Türkiye’de bilinmeyen kişilerle, Türkiye’de çok tanınan ama gerçek yüzleri bilinmeyen kişilerin bağlantılarını deşifre etmeye çalışıyor.
Siber istihbaratın günümüzdeki önemi nedir? 21’inci yüzyılla birlikte klasik istihbarat teknikleri tarihe mi gömüldü artık?
Defnedilmediyse de mezarı hazır!.. Biraz “Soğuk Savaş”ın sona ermesi, çokça ileri teknoloji, Ortodoks casuslar dünyasını evriltti. Zaten –savaş ihtiyaçlarını saymazsanız- casusluğun hedefi de değişti. Gizli ekonomik/iktisadi bilgilerle daha çok ilgileniyorlar. Bu yolla kendi şirketlerine büyük hizmetleri oluyor. Bugün, temeli bilgisayar ve uydulara dayanan, özellikle iletişim/haberleşme sistemleri üzerinde mutlak hâkimiyetleri var. Öyle telefon dinleme hikâyeleri falan demodedir artık. Her gün kullandığımız tüm araçlar istihbaratın hedefidir ve çatır çatır hem izlenir hem dinlenir. Cep telefonunuzun açık ya da kapalı olması fark etmez. Konuşmanız bile gerekmez. Bulunduğunuz ortamı dahi dinlerler. Tükettiğiniz su miktarından ev halinizi analiz edip, seslerin camlar üzerinde bıraktığı tınılardan konuşmalarınızı çözerler. Ama bu, herkesi, her datayı izliyorlar demek değil. Bu da çok iş çıkarır ve bu kadar bürokrasiyle kimse uğraşmaz.
Teknoloji üreten ve pazarlayan şirketler, bilgiyi tek elde toplayarak tüm yerküreyi kontrol altında mı tutuyor?
Komplo Teorileri’ni çok fazla itip kakan biri değilim ama bu iddialıdır. Dünyanın hâkimiyeti, çok fazla bileşen ve değişken taşır. Ama şu soruluyorsa tamam; çaplı firmalar bilginin hakimiyeti konusunda elbette savaş veriyorlar ve bu kuşkusuz güç demektir. Teknoloji, medya, enerji, gıda, silah ve ilaçta hâkimiyetiniz varsa, eh zaten dünyayı yönetiyorsunuz demektir.
Bir Amerikan think tank kuruluşu, politik arenaya ne şekilde müdahalelerde bulunur?
10 cilt kitap konusu olur… Bugün Beyaz Saray’da ya da ABD hükümeti içinde, tek Allah’ın kulunu gösteremezsiniz ki bu düşünce kuruluşlarının önünden geçmesin. Ama asıl sorun bu değil. Bu yapılar arzularını akademik görüşler, basın ve politika eliyle hayata geçiriyor. Bugün Ortadoğu’da yaşanan tam olarak budur. Bu kadar kanın ardında yatan, ideolojik bir iddiadır. Bu netameli işlerin mimarları, ideolojik fikirlerini bilimsel maskelerle örten, hatta en babaları Türkiye’de bile el üstünde tutulan adamlar. Müsait zamanımda bunları da de-şifre etmeyi düşünüyorum. Hangileri, hangi ülkelerin başkentlerinde ne işler bağlıyor, roman olur!
Basının rolü nedir ABD sistematiği içinde?
Amerikan basını, aslında küresel bir medyadır ve tüm Batılı kaynaklardan gelen haberlerin -tıpkı dışişleri açıklaması- gibi satır satır kontrol edilmesi lazım. Beklentileri yönünde kamuoyu yaratma konusunda bu kadar başarılı iletişim sistemi nadir bulunur. Hatta yoktur. Ahlaken eleştiriyorum ama hayranlık duymamak mümkün değil. Artık bilimsel olmuştur bu iş. Kitlelerin etkilenmesi ve zihin yıkımı konularında yapılan çalışmalar sıradağ oluşturur. Çok iyi akademik merkezleri var bu konuda. İlginç bir-iki örnek vereyim.. İlk Körfez Savaşı sırasında, petrole bulanmış bir Kırlangıç’ın sudaki çırpınışlarını TV’den hatırlamayan var mı? Beynimize kazıdılar. Ama tamamen palavraydı. Hiç olmadı. Bu savaşlarda hangi füzeler kullanıldı? Maşallah hepimiz sayarız. Peki kaç Iraklı öldü? Son savaşta Iraklı’ların eline bir ABD’li kadın subay düştü. Öyküyü herkes öğrendi. Kanının son damlasına kadar çarpışıp Iraklı’lara esir düştü. Kahramanca işkencelere direndi. Sonra büyük ve şaşalı bir özel tim operasyonuyla -ki tamamı kameraya alınıp, bize sunuldu- kurtarıldı. Sonuç?.. Üç kağıt. Operasyon falan yokmuş ortada. Iraklı’lar, kadın ölmesin diye kendileri ölümü göze alıp iyileştirmeye çalışmış, sınıra götürüp teslim etmek istemişler. Bir de üzerlerine ateş açılmış. Az daha kendileri, kadını öldürüyormuş. “Wag the Dog” diye bir film vardı; Robert de Niro ile Dustin Hoffman’ın oynadığı… Seyredin, bire bir aynısıdır. Bu olaydan çok önce çekilmiştir. Bunları hangi basın, bizim evimize sokuyor? Yerseniz! Yedik işte…
Kitap tam olarak neyi anlatıyor peki?
Yıllardır, “ABD, İsrail, Batı şöyle yapıyor böyle yapıyor, arkamızdan iş çeviriyor, menfaatleri var, karanlık işler çeviriyorlar” diye söylenip durur ya… Ben, “Kim bu adamlar, kurumlar, organizasyonlar ve birbirleriyle bağlantıları nedir, nasıl yapıyorlar?” diye sordum. Sonuçta elimde inanılmaz bir bağlantılar haritası ve manuel oluştu. Bunları elle tutulur hale getirdim. Başınıza bir ton iş açan adamları kim merak etmez? Ben, “İşte bu adamlar bunlar ve böyle çalışıyorlar” dedim. Tanışalım istedim. Tanıştık!
İstihbarat üzerine yoğunlaşmış uzman bir gazetecisiniz. Sizce 11 Eylül saldırıları ABD derin devletinin bir düzmecesi mi?
11 Eylül’ün tezgah olduğuna ilişkin çok ciddi analizler var gerçekten. Alman’lar bu konuda oldukça şaşırtıcı bilimsel veriler de getirdi. Hallice kısmı bizde de yayınlandı. Örneğin çarpan uçakların filtreden geçirilerek temizlenmiş görüntüleri bunların penceresiz askeri uçaklar olduğunu gösteriyor vs… Ama benim açımdan kafama takılan tek soru var. ABD, kendi insanlarına karşı çok hassastır. Bu kadar adamı öldüreceklerine ilişkin tereddüdüm var. Öte yandan Cumhuriyetçi ekolün geleneği budur. Pis işleri severler ve ikircikli operasyonlar ruhlarında var. Domuzlar Körfezi’nden İran Oliver North hikâyesine, Latin Amerika’dan Watergate’e uzanan genetik bir koddur bu. Yarın biri çıkar da 11 Eylül’ün “kara” işlerden olduğunu ispatlarsa şaşırmam, kimse şaşırmaz. Ama inanmak belge ister.
Amerikan istihbarat sistemi, tüm dünyayı örümcek ağı gibi dört koldan sarmış durumda gördüğümüz kadarıyla. ABD’nin sistemini muhafaza etmesi ancak böyle mi mümkün?
Amerikan istihbarat camiasının pek bilinen bir lafı var, “bir kere OSS daima OSS!” OSS, CIA’in eski ismidir. ABD, istihbarat-casusluk sistemine o kadar entegre olmuş bir ülkedir ki tıpkı mafya gibi bir defa girdiniz mi bir daha işin içinden çıkamıyorsunuz. Onlar da çıkamıyor ve her kadastrofik olaydan sonra istihbarat sistemi daha görkemli hale getiriliyor. Bugün de durum böyledir. Şimdi yepyeni, açık vermeyen dijital sinir hücrelerinden bir istihbarat mimarisi yapıyorlar. Büyük kısmı şekillendi. Allah hepimize kolaylık versin.
Ortadoğu’daki savaştan kimler kazançlı çıkıyor? Bizzat ABD kurumlarıyla içli dışlı olmuş özel şirketler mi?
En kısa cevabım bu olacak. Evet! Bahsettiğim sistem tam olarak budur. Kuşkusuz küresel stratejik hesaplar, bu işin temelini oluşturuyor ama menfaat şebekesi tali sayılamayacak kadar önemlidir. Çünkü yönlendirmede ve etkilemede başat rol oynuyorlar.
ABD’nin Ortadoğu’ya biçtiği elbise nedir? Bu elbise ne kadar genişletilecek?
Basit… Sorun çıkarmayan, Washington’un dümen suyunda gidecek bir coğrafya. Gerisi masal. Kaldı ki ABD açısından, bunu ümit etmekten daha doğal bir şey olamaz. Nereye kadar? Çin’e kadar. Zamanla oraya da sirayet edecek.
İsrail’in, ABD için sizin deyiminizle “gerçek stratejik ortak” olması, ABD’nin, Ortadoğu’da bir karakolunun olması için midir? Başka politik ve dini nedenleri var mı?
İsrail, bir karakol olmaktan çok ötedir. Bu aşkı kavramak inanın zor. Siyasi veçheleri ve tarihi gerçekleri biliyoruz. Sanırım dini nedenler üzerinde özellikle Washington’daki iktidarla birlikte daha sıkı durmak gerekiyor. Söz konusu olan İsevi ve Musevi ideolojinin en tehlikeli sentezidir. Üzerinde iyi etüt yapılması şart. Yani bu konu “boy vermeye” gelmez, derindir!
Başbakan Erdoğan’ın ABD ziyaretiyle “stratejik ortaklık” kavramı yine çok konuşulur oldu. Türkiye, ABD için stratejik ortak değil mi?
Yok böyle bir şey. ABD’nin iki stratejik ortağı vardır. Biri İngiltere, diğeri İsrail. Gerisi tali ve konjonktürel ortaklardır. Kaldı ki, stratejik ortaklığın şartları vardır. Örneğin değişime yol açacak veya ortağınızın menfaatlerini etkileyebilecek bir işe girişmeden evvel uzun uzun oturur konuşur, bir hal yolu bulmaya çalışırsınız. Bildiğiniz gibi biz ABD ile her gün aynı masadayız!
Son zirvede Türkiye’den ABD’ye “Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’ için destek çıktı. Bu ne anlama geliyor?
Hiçbir anlama gelmiyor. Televizyonlarda saatlerce kafa patlatılmasına kulak asmayın. Adam zaten bildiğini okuyor. Afganistan’a, Irak’a saldırırken bize mi sordu? Şimdi aba altından sopa gösteriyor. Kıbrıs, PKK, ekonomi vs… Ne zaman destek çıkmaz, o zaman külahı önümüze koyup konuşalım. Gerisi iç politika malzemesidir.
Türk hükümeti ile ordusu arasında ABD’ye yaklaşım bakımından fark var mı?
Ankara’da sık söylenen bir söz vardır: “ABD’ye rağmen iktidar olabilirsiniz ama ABD’ye rağmen iktidarda kalamazsınız” diye… Eh, politik zihin altı böyle olunca siyasilerin farklı düşünmesi normal durur. Ordu ülkeye yönelik tehditler açısından bakar olaya. Görevi budur. Bunun illa silahlı olması gerekmez. İşi budur ve TSK da bunu yapıyor. Zaten yapmıyorsa sorun var demektir.
“Metal Fırtına” kitabı Türk-ABD ilişkilerinde neredeyse krize yol açtı. Siz de kitabınızda olası bir Türk-ABD Savaşı’nın sonuçlarını ayrıntılı bir biçimde incelemişsiniz. Türkiye-ABD savaşını isteyen güçler mi var?
Sanmam… Politik-sosyolojik vakadır. Ama nedenlerine bakmak lazım. Metal Fırtına’ya diyecek bir şeyim yok. Romandır. Ama şunu eklerim. Politik-kurgu’nun batıda örnekleri çok. Biraz gerçeklere dayanacaksınız. Elinizde data olacak. Her aşamada bilime dayanıp kurgunuzu yapacaksınız. O zaman tadı çıkar ve yaptığınız iş, iş olur. Aslında yaptığınız, bir tehdit değerlendirmesidir. Romanlaştırsanız bile öyledir. Bu ne ki?.. Neymiş, ABD elçiliğinde herkes bunu okumuş! Yok ya! ABD elçiliklerindeki uzmanlarla bir konuşun bakalım ne diyorlar? ABD, bunlara göre analiz yapıp politik-sosyolojik yorumlar çıkarıyor olsaydı!.. Benim yaptığım bu değil. Ben silahlı kuvvet jargonunu, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni ve ABD ordusunu, hayali çatışmayı genel kavramlarıyla anlattım. Sonuca bile gitmedim. Şimdi soruyorsanız söyleyeyim. ABD-Türkiye savaşı olur mu? Balık söğüde çıkarsa olur. Peki varsayalım oldu. Ne olur? “ABD cesaret bile edemez.” Hele bu konjonktürde! Detayları kitapta anlattım. ABD’nin kaderi değişir. Buradan 10 tane Irak, 10 tane de Vietnam çıkar. Hadi Amerikan ordusunu bilmiyorsunuz kendi ordunuzdan da mı haberiniz yok? Girin internete, ABD’nin bilimsel/saygın kaynaklarına bakın. Yüzlerce ordu içinde kaçıncı sırada duruyor TSK. Her açıdan! Şimdi bunları söylüyoruz ya, hamaset diyecekler. Bilimdir. Okuyan görecek.
Nedret Ersanel kimdir?
1987 yılında gazeteciliğe başladı. İşte Röportaj Dergisi, Söz Gazetesi, Hürses Gazetesi, Ateş Hattı Programı, İntermedya Ekonomi Dergisi, Macro Economy Dergisi, Global Gazetesi, Haber Extra Dergisi, Nokta Dergisi, Yenibinyıl Gazetesi, Sabah Gazetesi, TRT Türkiye’nin Sesi Radyosu Dış İlişkiler Programı Yorumculuğu, Trend Dergisi, M5 Uluslararası İlişkiler ve Strateji Dergisi, Focus Dergisi ve yayınların ait olduğu basın gruplarının organlarında gazetecilik yaptı ve çeşitli konularda araştırmalar yayınladı. Birçok haber portalının yazarlığını yürüttü. Yine Başbakanlık Muhabirliği, Cumhurbaşkanlığı Muhabirliği, Diplomasi Muhabirliği, Ankara Temsilciliği, Genel Yayın Yönetmenliği ve köşe yazarlığı görevlerini yürüttü. Uluslararası ilişkilerin spesifik alanlarında, istihbarat ve örgütleri, kritik kişiler, gizli operasyonlar ve projeler, küresel ticari bağlantılar ve şirketler, dini örgütler ve global etkileri gibi benzer konularda yetkinleşti. “De-Şifre”, yazarın üçüncü kitabıdır. Daha önce “Siber İstihbarat-Sanal ve Dijital Casusluğun Anatomisi” ve “Kara Otlar” isimli eserleri yayınlanmıştır. Ersanel, Sarı Basın Kartı sahibidir.
(İlk Yayın: Esquire Dergisi)