“Yurtta barış, cihanda barış” demiş Atatürk’üm… Boşuna da söylememiş, her şeyde olduğu gibi bu konuda da geleceği görmüş ve önemli olanı söylemiş. Ama kimin umurunda? Birileri, onun resimlerini, fikirlerini yok etmeye çalışırken, kim sözlerine önem verip onları koruyacak ki?

Bakıyoruz dünyanın her yerinde bir itişme, bir didişme, bir savaştır gidiyor. Koskoca dünya ve onun sağladığı nimetler kimseye yetmiyor. Herkes en zengin ben olacağım, en çok ben yiyeceğim, en çok malı mülkü ben yapacağım diye bakıyor olaya… Nereye götüreceklerse bunları… Din, iman para olmuş. Gençler kısa yoldan zengin olmanın yolunu arıyorlar ve bunun sonucunda da ya hüsrana uğruyorlar ya da kötü yola düşüyorlar. Büyüklerimiz hamuduyla götürüp milleti hortumlamaya devam ederlerken, para yine parayı kurtarıyor, ya yurtdışında bir müddet tatil yapıp zaman aşımından sonra geri dönüyorlar ya da sağlam dikiş attıklarından kimse onlara dokunamıyor, işlerine devam ediyorlar. Gençler ise deneyimsizliklerinden, açlıklarını bastırmak için fırından ekmek veya tatlıcıdan baklava çalarken yakalanıyor ve gençliklerinin baharını hapislerde yıllarca yatarak geçiriyorlar. Sonra da birileri çıkıyor ve diyor ki; “bu ülkede adalet vardır, adaletin işine karışmayın”.

Böyle bir ortamda nasıl barış olabilir ki… Halkın büyük çoğunluğu sürünürken birileri Hammer Jeep’ler ile dolaşır, altın tozu karıştırılmış çorbalar içer ve gecelerini magazinlerde boy gösteren ünlü sevgililer ile geçirirlerse bu ülkede, bu dünyada barış olur mu?

Amerika barışı sağlamak için (!) o ülkeden bu ülkeye dünya üzeerinde askeri seyahat yaparak onların özgürlüklerine müdahale ederken, Avrupa Birliği ülkeleri biz ne istersek yaparız ama sen bizim aramıza katılmak için geçmişteki tüm değerlerini satman gerekir, sömürgemiz olman gerekir derlerken, ülkende de seçilmiş kişiler, memleketi pazarlayıp yavaş yavaş satarlarken, donanmalarının limanlardan çıkışı bile yabancı ortakların izinlerine bağlanmak üzere iken… Nasıl barıştan söz edilebilir??

Her tarafı vahşet, dehşet sarmış, gün artık kötülüğün günü olmuş. Haberlerden, filmlere, fimlerden dizilere, dizilerden çocuklar için hazırlanmış çizgi filmlere ve çizgi filmlerden bilgisayar oyunlarına herşey dehşet ve vahşet üzerine kurulurken, “ağaç yaşken eğ(r)ilir” ortamında hangi barıştan söz edebiliriz?

Savaşlar en küçük toplum bireylerinin arasında acımasızca devam ederken, karı koca bile kavgalardan sonra artık bir araya gelip barışamazken, iş yerlerinde; yeni işe girmiş gençlerin düşünceleri kısa yoldan başkalarının üzerlerine basarak yükselmek iken, insan kaynakları bile buna ve yalakalığa prim verirken, “Yaşamak için öldür” mantığı her yere yerleşmişken nasıl barıştan dem vurulabilir?

Barış bir rüyadır artık… Üçüncü dünya savaşının kokuları her yeri sarmışken, nasıl bir barıştan söz edilebilir dünyada?..

Yeni doğan bebelere, artık “Savaş” ismini daha çok koyuyorlar, dünya üzerinde savaşılacak o kadar çok konu var ki… Ehh isimleriyle büyüsün çocuklar… Barış, bir anlamı olmayan, sadece akıllarda kalan hoş bir isimdir artık…

Mesela benim aklıma artık Barış diyince sadece “Barış Manço” geliyor. Onun o güzel şarkıları, engin kültürü, beden dilini çok güzel kullanması, dilini bilmese de tüm dünya ülkelerinin insanları ile o güzel mimikleri, el hareketleri ve içinden taşan insan sevgisi ile anlaşabilen, uyuşabilen o “Barış Manço”… 7 yıl olmuş o gideli…

“Barış”ı rahmetle anıyorum ve dünyada bir sona doğru yaklaştığımız bu günlerde, sizlere kısa zamanda daha da büyüyüp serpilecek “savaş”larınızda başarılar diliyorum.

Reha Ersavcı