Basit adam, basit ve küçük evinin basit ve küçük mutfağındaydı bu sefer… İçeceği iki duble rakının yanına hazırlık yapıyordu. Önce dolaptan keçi peynirini çıkardı. Kare şeklinde iki dilim kesti ve sonra da iki kare dilimi, dört üçgen dlim haline getirip daha önce yıkadığı ve küçük kahvaltı tabağına yerleştirdiği bir yaprak marulun üzerine özenle yerleştirdi.
Tam yerleştirmişti ki Mustafa Kemal’in özendirmesi ve gözetimi altında kurulan Türk Dil kurumu aklına geldi nedense. Neler düşünmüştü kimbilir, böyle bir kurumun kurulmasına önayak olduğunda Mustafa Kemal… ve “Ülkesinin yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.” derken…

Aklına aniden o gün katıldığı sales and marketing… Pardon satış ve pazarlama toplantısı geldi.

Ne demişlerdi toplantıda? Zaten sistem olarak siz “production” planı çıkartırken “order” varsa göz önüne alıyorsunuz ve “order” varsa “forecast” koyulmayacak sisteme, bunu herkes biliyor, sistemde “must” olan “order” lardır, dolayısı ile gerisi “no problem”!

“Bu dil bu şekilde İngilizce ile karışıp, bütünleşirken biz şimdi dilimizi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmaya çalışmak gibi bir çaba gösteriyor muyuz acaba?” dedi kendi kendine basit adam…

Hem sonra neydi o, tüm zamane kızlarının konuşurken sözleşmiş gibi peltek bir aksan ile tıslayarak konuşmaları, kelimeleri ve cümleleri ağızlarından, sanki bir fok balığıymışcasına çıkarmaları?

Neyse ki erkeklerde böyle garip davranışlar henüz görünmüyordu, bir de onlar başlarsa bu fok balığı tarzı sesleri çıkartmaya o zaman duyanlar sanırım tüm erkeklerde cinsel tercih değişimi mi var diye kuşkulanacaklardı.

Canı sıkılmıştı birden, hemen bir sigara yaktı ne de olsa kendi dumanlı hava sahasında seyrediyordu ama seyircilerden biraz homurdanma duyuldu. Basit adam hemen bir konuşma balonu gönderdi havaya :

“Burası bir tiyatro olabilir, dumansız hava sahası da olabilir ama ben şu anda sahnedeyim ve bu sahnede de evimdeyim, evdeki gerçek davranışlarımı sergilemeliyim”

Homurdanmalar hemen kesilmişti.

Arkasından bir yudum aldı rakısından ve düşünmeye devam etti.

Hele gençlerin ve artık buna MSN, Facebook ve Twitter kullanan orta yaştakiler da dahil yazışma Türkçelerine ne olmuştu? Nbr… ok… Gidiyom… ii… brdmsn… Tşk… bn kctm… gibi sözcük(cük)ler neydi?

Birileri hızlı ve kısa konuşma adına bu ve benzerlerini yazdığı zaman cevap verebilmek için benim bunları sökmeye çalışmamın, onlara ve bana kaybettirdiği zaman ne olacaktı? Ya güzel Türkçeme ne olacaktı ya da oluyordu bu “fast food” tarzı yazışmalarla…

“Fast food” diyince bir den aklına eski günler geldi. Bu tarz dükkanlar ülkemizde ilk açıldığı günlerde bir hamburger menüsü alıp, hızla bir masaya oturanlar patatesi yemek için önce bir çatal aramışlar ve ardından kasaya giderek “bana çatal vermeyi unutmuşsunuz” dememişler miydi? Kasadakilerin cevabı da “onları elle yiyeceksiniz, çatalımız yok” olmamış mıydı? Bir başka “Fast food” dükkanında metal çatal, kaşık ve bıçaktan, plastik çatal, kaşık ve bıçağa geçtiklerinde, onlarla bir şeyleri kesmeye çalışırken çatalı bıçağı kıranlar ve onları ve olanları seyrederek kıs kıs gülenler neyin kurbanı olmuşlardı? “Cafe” ler de cam bardaklar ve porselen fincanlardan, karton ve plastik bardaklara geçerken kimler bu zevksizliğin, keyifsizliğin kurbanı olmuşlardı ve yine bunların sayesinde daha az adam çalıştıran ve daha çok para kazanan kimler olmuştu?

Ama bu millet, bu illete zaman içinde hem de çok kısa bir sürede yine tam uyum göstermiş ve Amerika’nın bu yoz kültürüne anında uyum sağlamamış mıydı?

Metal çatalına batırdığı bir parça peyniri ağzına attı basit adam ve peşinden de o ince uzun cam rakı bardağından bir yudum aldı.

Türk milletinin hem dili, hem tarihi, hem kültürü yavaş yavaş yok oluyordu. Mustafa Kemal’in uzun yıllarda ve güzel bir gelecek planıyla kurdukları yok oluyordu, yok ediliyordu. Tıpkı halk evleri gibi… Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu, Kültür dernekleri nerelerdeydiler? Onlar da mı yok oluyorlardı?

Y a bir zamanlar kardeş olarak yaşayan geniş bir yelpazeye sahip, kültürleri iç içe geçmiş o insanlara ne olmuştu? Ayrımcılık önceleri gizli gizli, şimdi ise açık açık körüklenirken…

Mustafa Kemal boşuna mı demişti “Ne mutlu Türk’üm diyene” sözünü…

Ne olmuştu ulus devlete, küreselcilerin yuvarlak yuvarlak sözleri ile…

İş kendilerine gelince ulus devleti devam ettiren ama bize ha bire küreselciliği dayatmaya devam eden büyük devletlerin kurbanı mı olmuştu bu vatandaşlar? Yoksa Türk milleti aslını unutup Mustafa Kemal’in açtığı yolu bırakıp kendini bu erozyona mı bırakmıştı?

Seyircilerin kimi “offf” lamaya kimi ise homurdanmaya başlamışlardı.

Basit adamın da keyfi kaçmıştı, topladı önündeki meze tabağı ve rakı bardağını ve ayağa kalktı.

Perde yavaş yavaş kapanırken, replikler bu durumdan çok utandıkları için sahnedeki birkaç parça eşyanın arkasına gizlenmek üzere sağa sola koşturuyorlardı, salondakiler ise birbirlerini yemeye başlamışlardı.

Baki kalan bu kubbede bir hoş “ülke” ve “ulus” idi.

Reha Ersavcı