Konumuza girmezden önce, anlatmaya çalışacağım hususların daha iyi kavranabilmesi için  “Tiyatro”, “Tiyatro sanatının işlevi”, “Türk Tiyatrosu” ve doğal olarak da “Tiyatroda oyun yazarlığının önemi” bağlamında tanımlamalar ve açıklamalar yapmak istiyorum izninizle…

Sanıyorum bu açıklamalar, durumun daha iyi kavranması bakımından katkı sağlayacaktır hepimize…

*      *      *      *

 

“Tiyatro” sözcüğünün bana göre en iyi tanımını Türk Tiyatrosunun kurucusu Sayın Muhsin Ertuğrul yapmıştır.

Tiyatro; insanı insana, insanla ve insanca anlatan bir sanat dalıdır.”  diyor Sayın Ertuğrul.

Ancak bu yaklaşıma bir küçük ekleme yapmak gerekir diye düşünüyorum :

Tiyatro; yazılı bir metinden yola çıkarak, insanı insana,insanla ve insanca anlatan bir sanat dalıdır.”

Neden böyle bir eklemeye gereksinim duydum?

Çünkü tiyatro sanatının oluşmasının temelinde önkoşul, yazılı metindir.

Bunu söylemekle  tiyatroda; oyuncu,yönetmen, sahne, dekor, giysi, ışık ve izleyicinin yerini ve önemini  yadsımış değilim… Biliyorum ki bunlar olmadan tiyatro olayı/eylemi gerçekleşmiş sayılmaz.

Ancak, tiyatronun temeli olan yazılı metin, geleceğe kalmayı başaran tek kalıcı unsur olduğundan, bu  önemli başlangıç noktasında yer almasını sağlamaktadır…

Aristophanes, Sophokles,Euripides, Shakespeare, Moliere ve benzeri yazarların, bazı oyunlarının günümüze kadar ulaşması,  yaşamlarını sürdürerek hala sahneleniyor olması, yaklaşımımızı doğrulayan en önemli örneklerdir.

*     *     *      *

Böyle zorunlu bir girişten sonra Oyun yazarlığımızın dolayısıyla ulusal tiyatromuzun asıl gelişiminin,  Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde kazanılan Kurtuluş Savaşımız sonrasında kurulan laik Cumhuriyet’ten sonra gerçekleştiğini söyleyebiliriz..

Kapitülasyonlarla çökertilen bir imparatorluğun küllerinden genç ve bağımsız bir devlet olarak ortaya çıkmayı başaran Türkiye Cumhuriyeti yeniden yapılandırılırken, önderimizin ileri

görüşlülüğüyle hem yapılan devrimlerin daha iyi özümsenmesi, hem de çağdaş anlamda yeni Türk insanının oluşması için, kültür ve sanat bağlamında da bir çok eksiklik hızla giderilmeye çalışılmış ve bu arada tiyatro sanatının da gelişmesi ve çağdaş dünyayla düzey olarak yarışır hale getirilmesi için bütün engeller kaldırılmaya çalışılmıştır Cumhuriyet döneminde…

Bu yalnızca tiyatro alanında değil edebiyatın ve sanatın diğer alanlarında da böyle olmuştur..

Bu görüşümüzü kanıtlayan en önemli örnek Mustafa Kemal Paşa’nın Reşat Nuri Güntekin’e onun ve Türk romanının en önemli doruklarından biri sayılabilecek “Yeşil Gece” romanını yazması için yaptığı telkinde gizlidir…

Gene Mustafa Kemal’in ulusal kültüre önem vermemiz gerekliliği konusunda yazarlarımızı, bestecilerimizi, ressamlarımızı  özendiren, ulusal kültürümüzün ancak kendi yaratıcılarımızla gerçekleşebileceği gerçeğinde buluşturma çabaları da sayısız örneklerle açıklanabilir…

Bugün gelinen noktada Cumhuriyetimiz, en temel kültür kurumlarından Devlet Tiyatrolarını, yurt çapında yaygınlaştırmayı sağlamış, sayıları gün geçtikçe çoğalan Konservatuarlarıyla sanatçı kadrolarını yetiştirme yolunda büyük adımlar atmayı, Dünya Tiyatrosu içinde Ulusal bir Türk Tiyatrosu olarak var olmayı başarmıştır…

Kaldı ki kurulan ve kurulmakta olan ödenekli Belediye Tiyatrolarıyla da tiyatro sanatının ülkemizde gelişmesi ve yaygınlaşması bağlamında

önemli adımlar atılmasında ciddi çabalar gösterilmiştir.

Gene Cumhuriyet öncesinde kurulmuş olan Darülbedayi de Cumhuriyet sonrasında İstanbul Şehir Tiyatroları adıyla yeniden yapılanmış ve Türk Kültür yaşamının gelişmesi için çok değerli katkılarla bu alanda hizmet vermeyi sürdürmüş ve sürdürmektedir…

Yalnızca ödenekli tiyatrolar bağlamında değil, özel alanda da  özellikle ellili yıllardan sonra önemli gelişmeler olması da asla göz ardı edilmemelidir.

Kuşkusuz bunun itici gücü de her zamanki gibi Mustafa Kemal Atatürk’ün sağlam öngörülerinden hareketle gerçekleştirilebilmiştir.

*      *       *      *

“Tiyatro sanatının işlevi”ine gelince.

Bunu kendi yaşamımdan bir örnekle açıklamak yararlı olacak sanırım…

1978 Yılında  Milli Eğitim Bakanlığı’nda Şube Müdürü olarak görevliyken Genel Müdürlükçe 3 Şube Müdürü arkadaş on gün kadar sürecek Ağrı, Van, Hakkari, Erzurum illerinin halk eğitim merkezlerini kapsayan bir geziyle görevlendirilmiştik…

Tiyatro sanatının işlevi bağlamında ters bir örnek de olsa size, oralarda tanığı olduğum bir olayı anlatmak istiyorum…

O günlerde ayrılıkçı terör hareketi yeni yeni tezgahlanmaya çalışılıyordu ülkemizde…

Gezimiz boyunca gittiğimiz illerde az sayıda da olsa terörist eylemler başlamıştı… Hatta Ağrı ‘da bir kurumun misafirhanesinin henüz kurşunlanmış olduğunu da oraya vardığımızda öğrenmiştik…

Bu durum bizi oldukça üzmüştü…

Halkın bize olan sıcak ilgisine rağmen sayıları az da olsa bu tür eylemleri yapanlar nasıl çıkabiliyordu ortaya?

Bu durumu Hakkari Halk Eğitim Merkezi Müdürüne sorduğumuzda

şöyle yanıtladı  yönetici:

Bu olayları onaylamıyor halkımız… Öyleyse nasıl çıkıyor bu gençler dağlara? Yanıtı çok açık… Gençlere yönelik propaganda içeren oyunlar sahneliyorlar… İzleyen  gençlerin büyük bölümü maalesef dağlara yönleniyor…. Üzgünüz ama bu böyle…”

Bu daha önce de söylediğim gibi tiyatro sanatının işlevi bağlamında olumsuz bir örnek…

Ama olumsuz bir örnek bile olsa tiyatronun etkisinin anlaşılması bakımından üstünde titizlikle durulması gereken bir durum….

8 Yıllık bir örgün eğitimle bile zorlukla edindirebileceğiniz bir davranışı, yarım saatlik bir gösteriyle sağlayabiliyorsanız tiyatronun olumsuz da olsa işlevini ve gücünü kanıtlayan bir örnek…

Çünkü tiyatro izleyiciye birebir sunulan, arada başka bir engelin olmadığı bir gösteri… Hemen etkiliyor ve kötü bir örnek de olsa gencecik insanların kendi kardeşlerine silah çekecek hale gelmesini sağlayabiliyor…

Şimdi asıl konumuza girebiliriz…

Madem ki Cumhuriyet kendi ulusal tiyatrosunu kurmayı başardı, öyleyse Mustafa Kemal Atatürk’ün de öngördüğü gibi bu etkileyici sanat dalıyla bağımsızlık savaşımızı ve arkasından gelen devrimlerin halkımız tarafından benimsenip kavranmasını da sağlayabildi mi?

Cumhuriyetin ilk yıllarında bu yönde çabalar olduğunu görüyoruz…

Ancak tiyatronun esası olması gereken oyun metinlerinin, maalesef hamasi, derinliği olmayan, insanları bilinçlendirmekten daha çok onların geçici heyecanlara kapılmalarını sağlayan metinlerden oluştuğunu üzüntüyle görebiliyoruz…

Zaten ilk yıllar için Reşat Nuri Güntekin’in “İstiklal” oyunu dışında elle tutulur bir metne de ulaşamıyoruz… Kaldı ki o metin bile sanatsal bağlamda tartışılabilir eksikler taşıyor…

Daha sonraki yıllardan günümüze Kurtuluş Savaşı ve devrimlerimizi içeren metinlerin daha çok Mustafa Kemal’in Nutuk‘undan hareketle yapılmış iki belgeselde yoğunlaştığını görebiliyoruz.

Bunlardan birincisi Ergin Orbey’in  “Kurtuluş Savaşı“, diğeri ise Özdemir Nutku’nun “Nutuk” adlı belgesel oyunlarıdır.

Bu iki belgesel dışında kuşkusuz dramatik anlamda oyunlar da yazılmıştır ülkemizde…

Bunlardan önemli sayılabilecek çalışmaları sıralayacak olursak:

Güngör Dilmen’in “Hakimiyeti Milliye Aşevi”, Ataol Behramoğlu’nun “Lozan” , Erol Toy’un “Parti Pehlivan” , “Lozan”,

Nazım Hikmet’in “Yolcu”, Orhan Asena’nın “Candan Can Koparmak”, Ülker Köksal’ın “Kubilay”, Turhan Selçuk’tan Engin Ardıç, Genco Erkal, Mehmet Akan tarafından oyunlaştırılan “Abdülcanbaz”, Coşkun Irmak’ın “Siyah Çoraplılar”, Bilgesu Erenus’un “Halide” ve İsmet Küntay’ın “Tozlu Çizmeler” adlı yapıtları öne çıkan oyunlar olarak görülebilir…

Bu saydığım oyunlardan bir tiyatro metninde olması gereken özellikleri taşıyanlar ise oldukça az… Örneğin eğlenceli bir anlatımla izleyiciyle sıcak bir ilişki kurmayı başaran “Abdülcanbaz”, Bir istasyonda kişisel didişmeleriyle kendilerini tüketmekte olan üç kişinin ansızın gelen bir Kuvayi Milliyeci tarafından etkilenmesi ve Mustafa Kemal hareketine katılmalarının sağlanmasını anlatan”Yolcu” ve başta İstanbul olmak üzere Anadolu’nun emperyalist güçlerce işgal edilmesi nedeniyle tüm umutlarını yitirmiş bir subayın yeniden hareketlenip Mustafa Kemal hareketine katılmasıyla sonuçlanan bir öyküyü anlatan “Tozlu Çizmeler” bu oyunlar arasında hemen dikkati çekebiliyor…

Soruyu bana yöneltecek olursanız benim de bir oyun yazarı olarak bu konudaki çalışmalarımdan söz edebilirim…

Doğrudan kurtuluş savaşımızı tiyatro sanatına uygun olarak yazmaya çalıştığım iki, Kurtuluş savaşımıza ve Türk Devrimine göndermeler yaptığım bir çalışmam var… Yani toplam üç oyun…

Doğrudan kurtuluş savaşımızı anlatmaya çalıştığım iki oyundan biri bir uyarlama… İlhan Tarus’un “Varolmak” adlı romanından hareketle yazdığım “Biga 1920” adlı oyunum bu konudaki ilk çalışmamdır…

İlk kez l987 yılında Bursa Devlet Tiyatrosu’nda  Yalın Tolga’nın rejisiyle sahnelenmiştir “Biga 1920”.

Aynı oyun daha sonra Antalya Devlet Tiyatrosu yapımı olarak da başarıyla sahnelenmiştir…

Diğer oyunum “Yıldırım Kemal” ise özgün bir çalışmadır…

İzmir’in işgali sırasındaki 24 saatlik bir dönemi anlatmaktadır…

Ama oyun bütün çabalarıma rağmen ilk kez İzmir, İstanbul ve Ankara gibi merkezlerde değil de Van Devlet Tiyatrosu’nda sahnelenmiştir yakın tarihlerde…

Oyunun başlangıcında bir erkek sesi hoparlörden salona şunları söylemektedir:

“Önce Alman, sonra da Fransız sigorta şirketleri İzmir’de birer itfaiye örgütü kurdular.

Bunları diğer ülkelerin itfaiye örgütlerinin kuruluşu izledi.

Daha sonra ise bütün yabancı sigorta şirketlerine ait itfaiye örgütleri birleştirildi.

Yeni kurulan bu güçlü itfaiye tekeli, kapitülasyonlara dayanarak başka bir  Türk örgütünün İzmir’de çıkan bir yangını söndürmesine izin vermiyordu.

İzmir’de bir yangını söndürmek bile yabancıların tekelindeydi.

Kısacası ekonomi her alanda yabancı şirketlerin elindeydi…

İzmir, l4 Mayıs 1919….”

“Biga 1920” de de “Yıldırım Kemal” de de anlattığım temel düşünce:

Bağımsızlık savaşının ancak ve ancak halkın büyük kesimiyle bütünleşmiş düzenli bir orduyla kazanılabileceği gerçeğidir…

Üçüncü çalışmam Reşat Nuri Güntekin’in romanından hareketle yazdığım “Yeşil Gece” dir…

Bilindiği gibi Mustafa Kemal’in özendirmesiyle Reşat Nuri Güntekin tarafından yazılan Yeşil Gece’de gericiliğe karşı bir avuç aydın öğretmen, mühendis, asker ve polisin verdiği mücadele anlatılmaktadır…

Oyunlaştırdığım “Yeşil Gece” geçtiğimiz dönem Ankara Devlet Tiyatrosu’nda Murat Karasu’nun rejisiyle sahnelenmiş ve ancak kapalı gişe olarak sürerken hala anlayamadığım bir nedenden dolayı apar topar kaldırılmıştır…

Ulusal Kurtuluş savaşımımızın değeri, önemi ve örnek bir hareket olduğu yadsınamaz bir gerçektir.

Öyle bir örnektir ki Cezayir’de bağımsızlık için eyleme geçen yurtseverlerin göğüslerinde Mustafa Kemal’in fotoğrafının bulunması hiç de yadırgatmamıştır bizi…

Gene Çin’de ilk okuma kitaplarında emperyalizme karşı ilk ciddi ve başarıyla sonuçlanan savaşımız ve onun önderi Mustafa Kemal’e oldukça geniş bir yer verilmiş ve verilmeye devam edilmektedir.

Kaldı ki yirminci yüzyılın sonuna gelindiğinde büyük önder ve siyasetçi olarak tanınan nerdeyse çağına damgalarını vurmuş bir alay liderin heykelleri meydanlardan sökülüp atılırken, bütün yıkıcı çabalara rağmen Mustafa Kemal çökertilememiş, tam tersine sarılmamız gereken doğru bir düşünce olarak adeta simgeleşmiştir.

*       *       *       *

Öyleyse bugün ne yapmalı?

Bana göre yapılacak iş bellidir.

Dünyanın bugün içinde bulunduğu durum da göz önüne alınarak, Ulusal Kurtuluş savaşımızı ve Türk devrimini, tiyatro sanatının ölçütleri göz ardı edilmeden yeniden değerlendiren, özgün yapıtların yazılmasını sağlamak…

Kuşkusuz bu görev biz oyun yazarlarına düşmektedir.

Ancak iş bununla da bitmemekte, bu yapıtların en yetkin kadrolarla halkımızla buluşmasına ön ayak olmayı da gerektirmektedir…

Bu durum gerçekleştiğinde yaratılacak coşkuyla laik Cumhuriyetin olası tehlikelerden korunması ve Türkiye Cumhuriyetinin aynen Mustafa Kemal döneminde olduğu gibi Dünyada sözü dinlenir bir ülke olması bağlamında ilk ciddi ve önemli adım atılmış olacaktır.

Görev hepimizindir.