Kurtlar Vadisi, Alacakaranlık veya Deliyürek gibi dizilerin bende dahil pek çok kişi tarafından büyük ilgi ile izlenmesinin nedeni nedir hiç düşündünüz mü? Ben kendimi yeterince tarafsız bir şekilde  incelediğimi sanıyorum ve bu merakımın temelinde mafya olmaya özentimin hiç olmadığını biliyorum. Sırtlarında ağır çantaları ile okula giden kuzucukları görünce bile gözleri yaşaran bir yufkanın mafya özentiliği nesine. Medyayı izleyince, insanları dinleyince, suçluların bir türlü gerçek ve adil şekilde cezalandırılamadığını görünce, hele bir de adaletin maddi varlığınla uyumlu bir şekilde biçim değiştiren bir bukalemun haline geldiğini görünce çok kabaca ve aslında utanç verici bir biçimde kafaya sıkarak kendilerince adaleti uygulayan insanların başrolleri paylaştığı bu dizilerle içim soğuduğu için izliyorum. Melekler Adası, Sahra vb. dizilerde her bölümde elli kötülük yapıp her birisinden tereyağından kıl çeker gibi kurtulanları görünce sinirden tepem atmış bir şekilde, bir de üstüne üstlük modern kadın satıcılığı, eşleştirme programları olan kaynanalı, gelinli yapımlara duyduğum öfkeyi, Memati pisliklerin kafasına sıkınca içimden atmama yardım ettiği için ilgimi çekiyor. Ha bir de söylemeden geçemeyeceğim her diziye, her yazıya göre Türkiye’yi Türk devletini sevmek acayip out, eski moda ve utanç verici bir durumken, ülkenin bölünmesine, Atatürk’ün bu millet için ve bu milletle birlikte gerçekleştirdiği mucizevi değişimin geri döndürülmesine destek vermek çağdaşlığın bir göstergesi iken sadece bu dizilerde devletini, ülkeni sevmenin, yani vatansever olmanın iyi ve onurlu bir şey olduğu anlatılıyor.

Hukuk fakültesinde yedi yıl okumuş, avukatlık stajını bitirmiş ama hiç avukatlık yapmamış, dünya evine pardon mahkeme salonuna avukat olarak hiç girememiş birisi olarak zaman zaman hayıflansam da hukuk sisteminin bugünkü haline bakınca doğru bir karar verdiğimi düşünmekteyim. Hukuk işi bana göre değil. Her camia da – yani topluluk demek istedim ama spor kulüpleri hep bu terimi kullanıyorlar bir sihri olsa gerek bende böyle kullanayım bari – bozuk birimlerin bulunması kaçınılmazdır, asker, polis, gazeteci, siyasetçiler arasında olduğu gibi hukukçular arasında da tabii ki bulunacaktır ama arkadaşları olmaktan her zaman gurur duyduğum hukukçu sınıf arkadaşlarım ve ağabeylerimin dürüstlük ve iyi niyetlerinden zerre şüphe duymadığımdan, hukuk adamlarının değil hukuk sisteminin düzgünlüğünden ve yasama erkini kullananların ne yaptıklarının pek farkında olmadıklarından şüphelenmeye başladım.

Hitler ve Mussolini devirlerinin devletçi ve istibdada eğilimli sistemlerine özenen bir ceza hukuku, Fransızların geldi gitti akıllarına uyan ve mecelleden de etkilenmiş bir medeni hukuk, Osmanlı mı yoksa Arap mı nereden etkilendiği pek belli olmayan borçlar ve ticari hukukları ve bunların hepsinde komünizm korkusu ile yapılmış uyduruk yamalardan oluşan tüm bir hukuk sistemi, üstüne üstlük birde AB bastırması ile temeli ve amacı bilinmeden birkaç gecede çıkartılan yüzlerce yeni yasa ve düzeltmeler ile bu sistem iyiden iyiye kördüğüm haline gelmiş bulunmaktadır. Devlet vergi toplayamaz, daha doğrusu toplarda memurun, işçinin, gariban esnafın ne devleti korkutacak gücü nede çarkların farklı yöne dönmesini sağlayacak varlığı vardır. Bankaların neden olduğu krizde görülmüştür ki en az zararla kalkanlar en büyük zararı veren, en büyük yolsuzluğu yapanlardır yani bu işten en büyük parayı kapan ve gereken yerlerle bölüşebilenlerdir. Kördüğümü çözecek İskender’i beklerken filminden öğrendik ki oda cinsel tercihi olmayan bir triseksüelmiş (ne demekse) umutlarımız yeni bir filme kaldı, yeni bir bahara kaldı derken duydum ki yeni İskender’ de Leonardo oğlanı olacakmış, yazık bizim iş çözülmeyecek.

Olanaksız işler, istekler vardır, bizim hukuk sistemimizde bu hale gelmiştir. Şartnamede tanımlarlar alınması düşünülen borunun boyu en uzun 1 metre, ancak en az 102 cm olacaktır diye, haydi buyurun cevap verin 102 cm nasıl 100 cm den kısa olur veya 100 cm 102 cm den nasıl daha uzundur diye.

Son günlerde gazetelerde benzeri haberlerden geçilmiyor. Birkaç meyve, bir kilo baklava çalan çocuklar neredeyse ömür boyu hapis yatarken, aykırı tiyatro oyunu sergileyenler altıyüzelli kişilik özel timle basılırken, babaları işsiz kalmasın eve yiyecek getirebilsin, okula gönderip arada bir çikolata alabilsin diye devletin 80 yılda zor bu hale getirebildiği fabrikaların kapatılmasını protesto eden çocuklar yüzyıllık sürgünlere gönderilmeye çalışılırken, çikolata bayisi yüksek kişiler ne pahasına olursa olsun onları AB’li (Açlar Açıktakiler Birliği) yapacağız diye parmak uzatarak tehditler savururken, SSK’na katrilyonluk ilaç kazığı atanlar üstüne taltif alarak anlı şanlı törenlerle tahliye ediliyorlar, çantasını gasbetmeye çalışırken araba altında bir kadını ezen, birçoğunu yaralayan kapkaççılar mahkeme salonundan girdikleri hızla zafer işaretleri yaparak, Türkiye sizinle gurur duyuyor diye alkışlanarak çıkıyorlar, yüzbinlerce paket sahte ve öldürücü ilacı üretenler taklit ürün yapmaktan tutuksuz yargılanıyorlar, en son olarak da sahte rakı üreterek kasten ve bilerek şimdilik yedi insanın hayatına kıyanlar ise daha tutuklanmadılar bile. Tutuklansalar da evsafı bozuk ürün üretmekten tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılırlar onlarda metil alkollü rakı yetmez diye arsenikli viski üretimine başlarlar.

Şimdi gelin bu şartlar altında siz çocuklarınıza doğru düzgün insan olmanın erdemlerini anlatın biraz önce harçlığını çabucak bitirdi diye azarladığınız için ağlamaktan kan çanağına dönmüş gözlerine bakabilirseniz, gelin onlara emeğiyle üretmenin namuslu olmanın güzelliğini anlatın mankenler, Sinem ve Semra hanımlar ekranlarda tüm edepsizlikleri ile arzı endam ederken, bilmem hangi hikmetine 30 trilyon verildiğini Anelka’ nın (gerçektende gidip ayaklarına sürsek hasta yerlerimizi acaba bir hikmet gösterirde şifa verebilir mi?) anlamaya çalışırken TV’nin sesini açıp da, çocuğa yeni ayakkabı almak gerek diyen annesine çaresizlik içinde bağırdığınızı kavga ettiğinizi duyan minicik kulaklarına fısıldayarak, haydi çıkın karşısına vatanseverlik nutukları atın her akşam haberlerde gerçek vatanseverlerin bugün hangi ihalede yolsuzluk yaptıkları, ne kadar hortumladıkları ile meşgul beynine erişmeye çalışarak.

Kızınızı manken, ekranda canhıraş sinir krizleri geçiren gelin adayı, popstar umutlusu, bed sesli muhteşem vücutlu şarkıcı, adı konmamış o. olmaktan vazgeçirip pırıl pırıl çocuklarının annesi olmaya, oğlunuzu Memati, Çakır, 30 trilyonluk futbolcu, kafasında bardak parçaladığı için başbakandan bile çok ekranlarda yer alan damat, homoseksüel, hortumcu ahlaksız olmaktan kurtarıp ülkesinin gurur duyacağı bir bilim adamı, hukukçu, polis veya kutsal emeğiyle yaşayan işçi olmaya nasıl ikna edeceğinizi düşünerek baş ağrıları ile mücadele edin.

Polis teşkilatı sürekli olarak yargıya kızar biz tutuyoruz onlar bırakıyorlar diye, bu durumda tüm yargıçların, savcıların Türkiye ve Türk insanları eza cefa çeksin diye gizli bir karar alarak yasadışı bir örgüt kurduklarını mı düşünmeliyiz, böyle olamayacağı çok açıktır, öyleyse ya deliller mahkemeleri ikna edecek yeterlilikte değil yada yasalar iyice içinden çıkılmaz karmaşa içinde, her iki durumda da olan masum, dürüst ve sisteme saygılı insanlara oluyor, zarar görüyor haklarını arayamıyor, vergi ödüyor karşılığını köprü, yol değil eza cefa olarak alıyorlar.

Bu iş, zaten içinden çıkılmaz karmaşıklıktaki hukuk sisteminin ne yazık ki Avrupa insanına uymakla birlikte bizim insanımıza hiç uymayan AB yasalarına uyarlanmaya çalışılmasındaki çarpık bakış açısını ortaya koyuyor, adam yaralayan birisi özellikle de annesini yaralayan birisi tutuksuz yargılanır mı, yargılanıyor yani suç işlesin diye ortaya salınıyor, bir kadının kızını kaçırıyor, kadın kızını bulup kurtarıyor vay sen misin kızını kurtaran bu sefer kadını öldürüyor. Şimdi yine iyi halden tahliye edilir sanırım. Tutuklu yargılansaydı hiç olmazsa o katil olmayacak birkaç yılla kurtulacak bir insan daha az ölmüş olacaktı.

Hukukçular özellikle de akademisyenler diyecekler ki sanık ile suçlu arasında fark vardır, evet vardır, sanık suçu kanıtlanıp temyizi kabil hüküm verilene kadar suçlu değildir, yani sizden bizden farklı değildir, aksini kimse iddia edemez, bir yığın insan hakkında asılsız, kasıtlı suçlamalar yapılmıştır ve o insanlar kendilerini temize çıkartmak için ne denli uğraşmışlardır ve belki de ispatlayamadıklarından suçsuzluklarını birkaç yalancı şahidin, bir yığın dolabın kurbanı olmuş, toplumdan uzaklaştırılmış, suçlu damgası ile utanç içinde -çünkü o türde insanlar suçsuz yere suçlu damgası yeseler de utanırlar- yok olmuş gitmişlerdir.

Peki, şimdi utanan kaldı mı, reklamın iyisi kötüsü yoktur diye her şeyi lehlerine kullanmayı becerenler, biraz gözden düşünce iyi bir şey yapıp adımızı duyuramadık bari bir suç işleyelim de bizi hatırlasınlar şeklinde manşetlere çıkmışlardır. Toplumun balık hafızasına sahip olması gerçeğini iyi değerlendirenler çocuklarını kurban ettikleri ana babalardan oy isteyip iktidarlara gelmişler ve ardından kurban ettikleri neslin çocuklarını kurban etmeye soyunmuşlardır. Sıradan insanlar torunlarını ancak görecek kadar yaşayabilirken onlar mahvettikleri ilk neslin torunlarını da mahvetmek üzere hala daha siyaset kapılarını koçbaşı, at nalı gibi enstrümanlarla zorlamaktadırlar. Bunları hatırlamak, söylemek, yazmak acıdır ama görülüyor ki bu acı ancak birkaç dinazor kelaynak kuşunun yüreğini acıtmaktadır sadece.

Hukuk fakültesinde okurken idama tümüyle karşı idim, ama şimdi bakıyorum insani mülahazlar (düşünceler-kaygılar anlamına geliyor güzel Türkçe’mizde) toplum adına hareket etmeyen, yetki almayan birilerinin daha kolayca ve fena vicdanlarından kaynaklanan kişisel kararları ile idam hükmü vermesine ve infaz etmesine neden oluyor. Tabii ki o zamanlar haksız yere, insanı isyan ettiren, içini yakan idamlar çoktu, vatanı için en değerli şeyini yaşamını ortaya koymaktan asla kaçmayan isimsiz ve fark edilmeyen kahraman, Atatürk’ ün Süvarilerinden Binbaşı Fethi Gürcan, Albay Talat Aydemir ve Deniz Gezmiş, hepsi şüphesiz vatanseverdiler, idam edilmediler, iktidar hırsı ile gözleri dönmüş, güç müptelası muhterislerin siyasi manevraları sonucu cinayete kurban gittiler ve bu leke evrenin son gününe kadar bu karara neden olanların, katılanların alınlarından silinmeyecektir. Lütfen Nesrin Turhan’ın “İhtilal’in Süvarisi” adlı kitabını bulun ve okuyun. Da Vinci’nin şifresi kadar heyecanlı olmasa da gerçektir ve bir vatansevere vatanı daha çok sevdiklerini iddia edenlerce neler yapıldığını, ailesinin, çocuklarının nasıl başları dimdik, mağrur ama babasız bırakıldıklarını, buna rağmen babaların ellerinden alanların yönettikleri vatanı her birisi canlarını verecek kadar çok sevdiklerini görün ve elinizdeyse ağlamadan okuyun.

Görülmektedir ki idam geri dönülmesi, hata yapıldığında tamiri olanaksız bir cezadır. Bu nedenle idamın alelade ve kolayca verilebilir bir karar olmaması gerekir.

Bakın ABD idamı kaldırmadı, biz ise Avrupa’nın birilerini kurtarmak için zorlamaları sonucu kaldırdık, idamın kalkması aslında gittikçe nihai barışa yaklaşan dünyanın olmazsa olmaz bir zorunluluğu diye düşündük. Ancak gördük ki en çok barıştan söz edenler en çok gizli idam, kurşuna dizme kararı verenlermiş meğer, Saraybosna’da, Hırvatistan’da, Afganistan ve en son olarak da Irak’ ta izledik, barışın, demokrasinin nasıl kilotonlarca patlayıcı olarak düştüğünü insanların ve de masum çocukların. Zavallı çocuklar kendilerine Saddam, Bin ladin gözü ile bakanlar tarafından öldürülmekten kaçmak için vatanlarını savunduklarını iddia eden amcalarına doğru koşarken, sağ kalanları güya düşmana sıkılan kurşunlardan can verdiler. Katil her yerde katildir değişmez, işgal ederken veya vatanını savunduğunu iddia ederken.

Birkaç paragraf yukarıda idama karşı, bir önceki paragrafta idamdan yana tavır aldığım, yani kendi içimde çelişkiye düştüğüm fikrine kapılabilir okuyanlar, öyle gibi görünmekle birlikte asıl isyanım adaletin bir türlü tecelli edememesinedir, yani alnından öpülmesi gereken başların darağacında sallandırılmasına, bir saniye daha fazla omuzları üstünde durmasının insanlığa en büyük ihanet olduğu kafaların ise okşana okşana tıka basa doyurulmasınadır.

Çok demokrasi taraftarı olmanın daha çok hata yapmak anlamına geldiği fikrinin mimari Ecevit çiftinden Rahşan hanımın duygusallığına kapılıp af çıkardık, anneleri içeride diye mahpus damlarında büyüyen, güneşi parmaklıklar arasından yüksek ve pencerelerde gören Umut’ lar değil ilk çıktığı gün değilse de bir hafta geçmeden daha şiddetli bir suçtan içeri girmeye ahd etmiş ve and içmiş tiryakiler salındılar ama yarısından çoğu yeni cinayetlerle içeri girdi. Hukuk aymazları ve insan (?) hakları savunucuları hemen suçsuz ama içeri düşmüş insanlardan, kader mahkumlarından, suçlu bile olsa insan haklarından söz edecekler, ama bu arada yetmiş milyon insanın, öldürülen gasp ve darp edilen, tecavüze uğrayan insanların haklarından hiç söz etmeyecekler. Çünkü öldürülenler insan sayılmadıklarından hakları yoktur. Teröristlerin hakları vardır ama, kurbanların canlı olmadıklarından dolayı hakları yoktur, eşkıyanın, hırsızın hakları vardır hele birde cafcaflı sözlerle özgürlük mücadelesi verdiklerini söyler ve onları kullanan gizli efendileri de onları özgürlük savaşçısı ilan ederse, ancak jandarmanın, polisin, askerin insan olmadığından hakları yoktur.

Merak ediyorum insan hakları savunucuları ne zaman gerçek insanların bunca baskıya rağmen suç işlememe sabrını gösteren, dünyayı omuzlarında, parmak uçlarında, sevgilerinde ve yüreklerinde taşıyan hem de sayıları diğerlerine oranla kat kat çok olan masum ve sessiz çoğunluğunda insan olduğuna, onlarında hakları olduğunun farkına varacaklar. Ne zaman kendilerinin de içinde oldukları insanlar için bir şeyler yapmaya başlayacaklar.

Yılmaz Güneylioğlu