Genç anne olursunuz… Bunun en güzel yanı; bebeğinizle birlikte büyümenizdir. Özellikle hala çocuk kalmak isteyen bir benliğiniz varsa, birlikte oyunlar oynamanın keyfini sürersiniz… Ama genç anne olmakla, genç ve bekar anne olmak arasında toplumumuzda ayrımcılık olarak görülebilen bir durum vardır. Bu yazıyı sanırım birkaç bölüme ayıracağım… İlk bahsetmek istediğim dul kadın mevzuu…

Şimdi; bir şekilde, bir sebeple yürümeyen bir evliliğiniz biter yada eşiniz ölür… Sizse hayatın size nimet mi, lanet mi sunduğunu anlayamazsınız. Boşandığınız için kendinizi mutlu, içi boşalmış ve hayata yeniden adım atmaya hazır hissederken, size göre nimet olan şey… Topluma göre lanettir çoğu zaman. Malum pek bir etiketleme meraklısıyız hepimiz. Dün yan komşunuzun bacım, kardeşim diye seslendiği sizler, anında hokus pokusla “kadına” çevrilirsiniz. O ana dek göze batmayan, herkes gibi olan davranışlarınız; (birilerinin gözünde!) bir anda içinde seksepalite kokan eylemlere dönüşmüştür. “Dul kadın” olmanın “potansiyel verici” olmakla eşdeğer sayıldığı bir devirden günümüze neler değiştiğini düşünüyorum da. Koca bir hiç…! Tamam, belki biraz anlam değişikliği oldu o kadar. Onlara sorarsanız mazeretleri çok açıktır. Dul kadının sevişmeye ihtiyacı yok mudur? Eee dünkü size bacım diyenler, her zaman bu ulvi görevi layığı ile yerine getirmek isterler. Cinsel ihtiyaçlarınızı karşılamayı vazife edinirler. Zaten dul kadının da düşünecek başka bir şeyi yoktur, tek derdi budur. Her şeyi bir yana bırakıp, Ah! Biri gelse de sevişsek diye bakınırlar hepsi! Üstelik bu hangi seviyede, kültürde, gelenekte bakarsanız bakın dul kadın olmak zorlayıcıdır bir kadın için.

Siz boşanırsınız, eşinizi kaybedersiniz; sonra şöyle bir çevrenize bakarsınız, değişen bir şeyler olacak mı diye? Bizim beynimizi geçmişte öyle bir boyamışlardır ki, arkadaşınızın eşinin arabasına binmeye bile çekinirsiniz… Yalnız yaşamaya çekinirsiniz… Yanınızda ki her erkekle işi pişirme ihtimaliniz vardır çünkü! Bir neslin filmleri, size bu dul kadınlarla ilgili birçok şey aşılamıştır… İnsanların bekarken yaşadıklarını yaşarsanız, size cüzamlı gibi bakıverirler.

Bir de işin şu yönü var: Diyelim ki; aileniz sizi bağrına basmıştır. Onlarla yaşamanız size, biraz daha namuslu bir hava kazandırır. Çünkü yalnız yaşayan bayanlar, imkanları! fazla geniş bayanlardır… İnsanlar yüzünüze bakıp gülümserken, içlerinde: “Hem dul, hem de yalnız yaşıyor. Bak bak bak. Kesin yatıp kalkıyordur bu kadın… Zaten geçen günde biri bırakmıştı araba ile… Şu gün geç gelmişti evine, çocuğundan da mı utanmıyor… Böylelerinden korkacaksın, her daim tetikte olmalısın… Evine mi alıyorsun o kadını, kocan evdeyken! Deli misin kızım sen…”

Bir dulsanız, hareketlerinize iki kez dikkat etmeniz gerekir. Nasıl oturulacağı kalkılacağı, nasıl gülümsediğinize bile en ince ayrıntısı ile dikkat edilir. Hep çarpı iki olacaktır her davranışız… En ufak açığınızda aradan sızmaya çalışılır. Hemcinsleriniz bekar bir bayanı süzerken, sizi iki kere dikkatle süzerler. Erkekler içinse; kolay avsınızdır… Nasıl görürler biliyor musun? Zorluk çıkartmaz, Tecrübelidir. İlişkilerde çocuksu davranışlarla sizi bezdirmez. Soru işareti ile biten cümleler pek kullanmaz? Yanınızdayken doğaldır, kendini farklı göstermeye çalışmaz, doygundur vs. diye liste uzayıp gider…

Bir düşünelim bakalım? İş görüşmesine giden dul ve çocuklu bir bayan; sorulan soruda şöyle bir düşünür. Hele ki çocuğu varsa; bekarım dese bir türlü, demese diğer türlü… En sonunda bekar ama çocuğu olduğunu belirtince, karşıdaki insanın bakışları, değişir mi değişmez mi? Ya da yeni tanıştığınız birisine bunu söylediğinizde. Bayansa size destek olma ayağında neden ayrıldığınız merek eder önce. Erkekse sizinle sevişmenin nasıl olacağı, ya da diğer tabirle kendisine verip vermeyeceğinizi. Bunlarında hepsini de, içine umut ve “ay sen ne güçlüsün” kelimeleri altında yaparlar.

Toplum için ya evlisinizdir, ya bekar. Kredi kartı başvuru formlarında veya önünüze sunulan çoğu belge de size seçenek sunarlar. Ne olduğunuzu seçmeniz gerekir. Hadi bakalım seçin ne olduğunuzu. Evli misiniz: hayır, bekar mı? Eh bekarım tabi ki diye düşünürsünüz. Ama sonra bir soru belirir beyninizde; niye utanmam mı gerekiyor benim dulluğumdan? Boşanmış olarak büyük ve affedilmez bir suç mu işledim ben? Yürümeyen evliliğimin suçunu kadın tarafına yüklerken, çok mu masumsunuz siz? Ama nedir? Boşanmış olmak, dikiş tutturamamaktır değil mi?

Ya ben… İkinci bir evliliğe sıcak bakıp, ama derinlerde deli gibi korktuğumu size nasıl açıklayayım. Hep insanların ne dediklerine bakan bir ailenin/çevrenin/arkadaşların yanında büyürseniz, empati yeteneğiniz ne kadar gelişken olur biliyor musunuz?

Bir de anneler vardır. Tek korkuları oğullarının dul kadınlara bulaşmasıdır. Maazallah kendi oğulları bir dul kadının oyuncağı oluverirse, o kadının çocuklarını besler halde buluverir kendini. Çünkü asla kendilerine “baba” demeyecek çocuklara bakmak için yetiştirmemişlerdir oğullarını… Bekar erkek ve dul kadın versiyonu daha kabul edilemez ölçülerde bizim ülkemizde. (Bir nebze bakirelik kavramı ortadan kalkınca, olabilirliği artmış bir durumdur.) Hımm napar bu anneler:

– evlatlıktan ret ederler oğullarını.
– sütlerini helal etmezler.
– kendilerine yazık ederler.
– intihar etmekle tehdit ederler.

Üstelik ne deseniz boş gelecektir. Siz kandıran taraf, erkekse kandırılan taraf olacaktır her zaman. Anlatmaya çalışırsınız, peygamberden tut, birçok örnekler sunarsınız. Ama o zaman dinin bile bir hükmü kalmaz. O zaman örf-adet-gelenek üçlemesi konuşur. Siz ne derseniz deyin, zordur bunları aşmak.

Hele ki aşan tarafın ayrıldığını düşünürsek, çıkacak söylemler, ben sana demiştimler havada uçuşur.

Velhasıl zordur dul bir bayan olmak. Bir sonraki evlilik hep korkutur insanı. Beyninizden şöyle bir geçer düşüncesi: “Ya bu da yürümezse…”

Mutluluğa inanıp inanmamaksa, tamamen size kalmış. Diliyorum hepimizin karşısına güzel insanlar çıksın her yönden.

Efsa