Bazı kitaplar vardır ki insanın hayatında; okuduğu diğer yüzlerce kitaba rağmen kalbinde özel, silinmez bir iz bırakır; geçen yıllara rağmen hafızasından çıkmaz, etkilediği andaki derin duygular körelmez, insan kitabı her düşündüğünde aynı heyecanı duyar.
Ben çok erken yaşta okumaya başlamıştım ve kısa zamanda birçok yaşıtımdan daha fazla kitap okuyup, edebiyatın ve felsefenin derinliklerine dalmıştım bile. Ama 5-6 yaşımda iken okuduğum bir kitap, kalbimde özel bir yer buldu. Clifford Symak’ın bir bilim-kurgu romanıydı; isminin Rusçası “DÜNYANIN YEŞİL KAPILARI” idi. Beni olağanüstü etkilemişti. Romandaki anlatım bir yunus tarafından yapılıyordu. Kitap, yunusların bizim medeniyetimizi (ve maalesef medeniyetsizliğini) nasıl algıladıklarını; insanların yunuslar üzerine birtakım bilimsel deneyler yaptıkları esnada, esasında yunusların bu deneyleri kullanıp insanları testlerden geçirdiğini, davranışlarını anlamaya çalıştıklarını anlatıyordu. İnsandan çok daha üstün zeka ve etik değerlere sahip olurken, insanlık medeniyetini hoşgörü ve sevgi ile “dünyanın yeşil kapılarından” seyrettiklerini; insanların hatalarını ebeveyn olgunluğu ve sabrıyla bağışladıklarını ve değişmelerini arzuladıklarını anlatıyordu. Bu kitap üzerine çok düşünmüştüm sonraki yıllarda da. Bilim-kurgu olmasına rağmen o hikayede kalbimi çarptıran bir gerçeklik “tınısı” vardı.
Birkaç yıl önce yunuslarla bir havuzda yüzdüm. Oğlumla birlikte bu deneyimi yaşarken hem mutlu hem de tedirgin olmuştuk. Gözleri mutlu değildi o gülümseyen yunusların.
Ancak işin gerçek dramını ve iç yüzünü birkaç hafta önce öğrendim. Güzel bir Pazar günü, kahvaltıdan sonrası gazete faslına geçtiğimde bir başlık ilgimi çekti: “GÜLÜMSEDİKLERİNE ALDANMAYIN, ONLAR ÖLÜRKEN DE GÜLÜMSÜYOR!”. Bu garip başlığın ne ile ilgili olabileceğini merak edip acilen göz gezdirmeye başladım ve iki saniyede “iki göz iki çeşme” oldum! Konusu tabii ki yunuslardı! Biz onları hep mutlularmış gibi algılamıyor muyuz?
Röportaj, belgesel yapımcısı Savaş Karakaş ile yapılmıştı ve yunus “eğlence” parklarındaki eğlenceli değil, dramatik ve acı dolu gerçekleri tek tek ele alıyordu: Acımasız bir kovalamaca sonunda nasıl yakalandıklarını, o esnada yaralandıklarını, kimi zaman sadece birkaç yunusu yakalamak için yüzlerce yunusun yaralandığını veya öldüğünü, güçlü aile bağları olan bu memelilerinin alıştıkları sosyal ortamından zorla koparıldıklarını, beğenilmeyip geri atılan yunusların şok yüzünden boğularak ya da ciğerlerine su dolması yüzünden zatürree olarak öldüklerini anlatıyordu! Yakalanma sonrasında da yine tehlikelerle dolu parklara taşınma işlemi varmış: Burada aşırı ısınma, suyun dışında ezilen iç organları ve stres yüzünden birçok yunus ölüyor; hayatta kalanların %53’ü ise 90 gün içerisinde birçok farklı sebepten dolayı ölüyor (zatürree, ülser, bağırsak hastalıkları, klor zehirlenmesi). Havuzlara eklenen klor ve bakır sülfat, yunusların çok hassas olan derileri ve gözleri üzerine çok zararlı etki yaratıyor. Yunusların çoğunda körlük meydana geliyor ya da gözleri kapalı yüzmeyi tercih ediyorlarmış! Üstelik doğal şartlarda canlı balık yedikleri halde tutsak oldukları gösteri havuzlarında ölü balık yemek zorundalar. Bazı yunuslar protesto edip açlık grevine giriyor; bazıları ölü balıklarını kusuyor ya da yiyorsa da hastalanıyormuş. Savaş Karakaş’ın konu ile ilgili İz TV’de “Flipper’in Kabusu” ve “Ağlayan Flipper” adlı iki bölümden oluşan bir program hazırladığını de öğrenmiş oldum.
Hemen harekete geçtim! Bu benim özelliğimdir: “HEMEN!” davranmak; beklemeden, zaman harcamadan! İnternet aracılığı ile Savaş Karakaş’a bir mektup yazdım. Konunun beni derinden etkilediğini ve üzdüğünü, bir müzisyen, bir anne, bir insan olarak üzerime düşenini yapmak istediğimi, özellikle ailelerin dikkatlerini bu konuya çekmek için tamamıyla gönüllü olarak elimden gelenini yapacağımı yazdım. Ertesi gün müteşekkir bir cevap geldi. Benim işbirliği çağrıma, ekipçe çok mutlu olduklarını ve bundan sonraki ulusal ve uluslararası faaliyetlerinde mutlaka faydalı olabileceğim alanları saptayıp benimle çalışmak istediklerini belirtti. Birkaç gün sonra ise bir mektup daha geldi; Sualtı Araştırmaları Derneği Deniz Memelileri Araştırma Grubu’ndan (SAD-DEMAG) Özgür Keşaplı Didrickson tarafından yazılmıştı. Hayatlarını ve araştırmalarını bu konuya adamış insanların varlığı beni duygulandırdı.
Müzisyen olarak yunusların dramını bir başka boyutu ile herkesten daha hassas bir şekilde algılıyorum. SES konusu! Bilirsiniz, yunuslar yüksek frekansta ses üretip çevrelerine yayarlar. Bu yüksek frekanslı seslerin objelerden yansıyıp geri gelen yankılarını toplayıp beyinlerinde değerlendirerek çevreleri hakkında bilgi sahibi olurlar. “Yankı yardımıyla yön bulma/Ekolokasyon” denilen bu sonar sistem sayesinde yunuslar metrelerce uzaklarındaki cisimlerin büyüklüğünü, şeklini, hızını, yerini hatta yoğunluklarını tespit edebiliyor; sinyaller aracılığıyla, «kimaglifler» («Cyma-Glyph») göndererek iletişim kuruyor, karmaşık akustik biçimi olan bu sesler, tonal sekanslardan ziyade görsel şekilleri andırıyor. (Yunanca «kima» dalga; «glif» oymak, simgesel figür anlamında.) Yunusların sesleri üretme yönteminin, insanınkinden çok farklı nitelikler taşıdığı biliniyor. Bizler konuştuğumuzda, ses dalgaları mekanda kaçınılmaz olarak dairesel şekilde, diğer bir deyişle tüm yönlere yayılırken; yunuslarınki genellikle yüksek frekanslı ve bir el fenerinin ince huzmesi gibi belirli bir noktaya yöneliyor. Kimaglifler ise ses huzmesinin içindeki frekans dalgalanmalarını (modülasyon) temsil ediyor. Bu farklı modülasyonların belki de her birinin belirli anlamları vardır; tıpkı kelimeler gibi. İşte doğal hayatını SES aracılığı ile sürdüren yunuslar, beton havuzlarda bu yetenek ve özelliklerini tamamen kaybediyorlar! Klorun etkisi ile kör olmaları yetmiyormuş gibi, onları bir de sağır ve dilsiz hale getiriyoruz! SES’in değerini çok iyi bilen bir MUTLAK KULAK sahibi olarak yunusların “eğlence” oyuncağı ve köle haline getirilmesine nasıl izleyici kalabilirim!?
Savaş Karakaş ve ekibi ile işbirliğimizin ilk meyvesi, İz TV’de ilk kez 4 Ekim’de yayınlanan “Flipper’i Kurtarmak” belgeseli oldu. Müzikleri bana ait. Saatlerce, günlerce ağladım, müziğin montajı esnasında çok zor anlar yaşadım: Yunusları konu alan o kanlı sahnelerine hiçbir yürek dayanamazdı!…
Dünya’da ve Türkiye’de ele alınacak birçok problemli konu var; savaşlar, aç çocuklar, ahlaksızlık ve saldırganlık, adaletsizlik ve ikiyüzlülük… Tüm bu konular ajandamda, özel takibimdedir. Çevremize zarar vermeden, her şey ile uyum içinde yaşamanın şartlarını ve kurallarını öğrenme zamanı geldi, geçti bile! İnsan doğanın “tacı” olabilir; ancak bu tacın üzerindeki taşların gerçek ve değerli olmalarının şartı ise, kalbinde taşıdığı merhamet, saygı, mesuliyet duygusu ve alçakgönüllülüktür. Aksi halde Doğa, bir zamanlar taçlandırdığı insanı, çıkarttığı zirvesinden indirir! “Kral çıplak” kalır!