Bu aralar pek bir moda oldu dilimiz yani güzelim türkçemiz üzerinde konuşmak,  yazmak, çiziktirmek. “dil elden gidiyor!!!” , “türkçemiz gittikçe yozlaşıyor!!!”, “amerikan emperyalizmi dilimizi de eline geçirmeye başladı…” diye bir yaygara… Bu yaygarayı da koparan sağ duyulu bir kısım medyatik insanlarımız oluyor çoğu zaman. Bayılıyorum bu tanımlamaya da. Faili meçhul der gibi. Biraz onların içinde var umursayan ama onlarda sadece umursamakla kalıyor, ötesine gitmiyorlar, gidemiyorlar…

 

Umursamıyorlar, çünkü onlarda her gün onlarca “e-mail” yolluyorlar, mesaj “forward”lıyorlar, bi dünya dosya “download” ediyorlar netten. Öğle aralarında zamana karşı yarıştıkları için “fast food” zincirlerinde oturup “MC chicken” yada “wooper” menülerden yiyorlar. “Seven Hill” den, “Lacoste” den alışveriş yapıyorlar. Bizler gibi. Hadi Lacoste kökeninde yabancı bir marka. Onu anladık. Ya bizim istanbul’un bağrından kopup gelen gencecik insanlarımızın yarattığı marka olan “Seven Hill” e ne demeli. Gazetede okudum kısa bir süre önce. Haklı başarıları için övüyorlardı genç arkadaşları. Kısa sürede zirveye yerleşen bir marka yaratmışlar diye. İstanbul’un kod adını seçmişler marka olarak da kendilerine Yedi Tepe… Eeee, nesi vardı Yedi Tepe’nin. Daha orijinal olmaz mıydınız ??? Yapılmayanı yaparak… İngilizce olunca isim daha mı satılabiliyor oluyoruz yoksa. Kalitemizin tescili midir İngilizce isimler ???

 

Bazen kendimi uzak doğunun bol ışıklı, neonlarla donatılmış tabelaları ile dolu sokaklarında dolaşır gibi hissediyorum. Her yanımız sanki işgal altında. Ülkemiz bu kadar hızlı ve rahat globalleşen dünyaya entegre olurken benim yurdumun medyatik insanlar ordusu nasıl olsunda diline sahip çıksın ??? Sorarım size… Sahip çıksın da sonra çağın gerisinde mi kalsın ??? Hele de elde ettiği medyatik kimliğini “reyting”lere, gerçekleşen satış rakamlarına, izlenme oranlara borçluysa şu piyasada. “Best seller”, “pop idol”, “medyatik” yada “popüler” olmanın da bir bedeli olmalı değil mi ama canım. Üstelik arkamızdan da gümbür, gümbür bir yeni nesil geliyorken, çağın gerisinde kalmak olmaz…

 

Şu sıralar çok sevdiğim ve kitaplarını hayranlıkla okuduğum bir yazarı son kitabını okuyorum. Vedat Türkali’nin, KAYIP ROMANLARINI… Kitabın bir bölümünde, kitabın baş karakteri olan doktor Nahit bey, genç sevgilisi ESME’ye şu sözleri sarfediyor (Tevfik Fikret için) ;

 

“İyi ozan da, kullandığı dil geçerliliğini yitirdi yazık ki. Yeni kuşaklara Hotanto dili gibi. ………….. Bugün de kendini sürekli eliyor Türk dili, değişiyor. Neredeyse Nazım’da anlaşılmayacak bu gidişle. ……..” 

 

Evet, gittikçe kendimize yabancılaşıyoruz ve bu süreçte hiçbirimizin canını acıtmıyor. Acıtmıyor, çünkü daha bir çoğumuz bu sürecin işlediğinin farkında bile değiliz.

 

Ne yapılabilir peki? Kimler ne yapabilir ? İnanın benim bu soruya verecek bir cevabım yok. Ben sadece kendi evimin önünü temiz tutmaya çalışıyorum. Türk Dil Kurumu bile kendini zamana uydurabilecek kadar güncel ve genç tutamıyorsa başka kimden ne beklenebilir bilemiyorum. Dilimize yerleşmesine izin vermemek adına Türkçeleştirilmiş bazı yabancı kelimeler ve çevirilerine bir bakın lütfen;

 

Dvd : Yoğunlaştırılmış çok yönlü tekerler.

Hostes : Hava konuksal avrat.

Otobüs : Çok oturgaçlı götürgeç.

Tren : Alttan ittirmeli isten tüttürmeli çok oturgaçlı götürgeç.

 

Yapmayın Allah aşkına, bu kadar da anlaşılır olmayın. Kim kullanacak bunları gündelik hayatta. Ülkemiz nüfusunun büyük bir çoğunluğu genç nüfus.  Selam verdiğiniz insana, bir de borçlu çıkacaksınız. İki kelam edecek insanlar, bitirme tezi hazırlamayacak.

 

Bir de üstüne üstlük, etrafımızda dilimize, Türkçemize özen gösterdiklerini zannedenlerin içine düştükleri komik durumları görünce, “Aman, siz özen göstermeyin Allah aşkına…” diyorum içimden. Dili güzel kullanacak, güzel konuşacak diye her akşam ekranları dolduran ekran güzellerimizin ağzından kırk yıllık “Devlet eski bakanı” , “Eski devlet bakanı” olunca nevrim dönüyor. Kan sıçrıyor beynime, yahu bizim devletimizin neresi eski ??? Ne zaman eskidi de, bizim neden haberimiz olmuyor ayrıca??? Hay sizin dilinizi eşek arıları soksun. Hay bizim dilimizi eşek arıları soksun…

 

Çırpındıkça batmak diye buna derim ben işte.

 

Bırakalım o zaman boşuna havanda su dövmeyi de işimize bakalım. Koca, koca “residence” lar dikelim, “Medya Towers” larımız olsun bolca dabülülü hem de. Ne de olsa önümüz AB.

 

Hazırlık yapmak lazım…

 

Sonra rezil mi olalım elim adamlarına. Herkes hazır Avrupa birliğine, bizim güzel türkçemizin ne eksiği var?

Emre Sakaryalı