Aklım almıyor, neden bulamıyorum, cevap veremiyorum kendime. Sokaklarda kadınlar görüyorum, yanlarında çocukları; sürekli bağırıp çağırıyor bu gördüğüm kadınlar, sürekli konuşuyorlar, azarlıyorlar. Kimi? Tabi ki çocuklarını! Onlara yük gibi davranıyorlar, bağırılmaktan, dövülmekten başka şeyden anlamazlarmış gibi…
Sinirlerim tepeme çıkıyor, çocuğuna verdiği şiddeti ben de alıyorum, kolundan tutup “napıyorsun sen!” diye bağırasım geliyor. Halbuki sen değil misin, onun varlığı üzerine hayaller kurup, bir bebeğinin olmasını isteyen. Onu dünyaya getirmeye karar veren sen değil misin? Küçük kıyafetlerini hazırlayıp, yolunu gözleyen? Ona adını, koşullarını veren sen değil misin?
Şimdi aynaya bakıyorsun, yaşlanmışsın…Kilo almışsın, çirkinleşmişsin sanki. Hep o velet yüzünden değil mi? Şımarık, laf anlamaz bir çocuk! Dokuz ay karnında taşıdın, besledin, büyüttün, yaşı oldu dört. Şimdi hiç bir şeye vaktin yok! Sabrın kalmadı daha fazla koşturmacaya…
Peki, tamam da… Sormazlar mı adama? O çocuğu kim şımarttı diye. Kim bu kadar çığlık çığlığa ağlamasına neden olan diye.
Bu anneler, babalar ki sokağa çıktığım her zaman gözlemliyorum, çocuklarına sürekli ceza veriyorlar. Yaşamlarını bir cezaya dönüştürüyorlar. Çocuklarının uslu, talepsiz, mümkünse soru sormayan, varlığı yokluğu belli olmayan, çanta gibi taşınabilen “şeyler” olmasını istiyorlar. Üstlerinde hakimiyet sağlayarak, ezilmiş egolarını tatmin ediyorlar.
Her yerde görüyorum bu insanları. Kimisi 30 yaşında oluyor kimisi 40. Kiminin başı bağlı oluyor, kiminin ayağında son moda yüksek papuçlardan var. Hiç farketmiyor sınıfsal özellikleri.
Yine geçen gün bir balık restoranında bir kadın gördüm. Kızına sürekli bağırıyor, bir yandan da telefonla konuşup “anneme çocuğu bırakamadım bugün! Susmuyor bir türlü Allah kahretsin bu çocuğu!” diyordu. Kızın da öyle çığlıklar attığını falan sanmayın! Sipariş ettiği balık geldikten sonra bu kadın, ağzına tepe tepe çocuğunu “besledi”. Sürekli de “aç ağzını, allah kahretsin seni” dedi, tekerleme söyler gibi.
Bugün, “yapma lütfen beni götürme” diye hıçkıra hıçkıra ağlıyordu bir çocuk, baktım ki bebek arabasını ite ite hızla yürüyen anne; duruma tepkisiz sadece hızla yürüyor.Bu şiddet değil de ne şimdi?
Ben mi abartıyorum yani. Bu “küçük” davranışlar bile bir çocuğun dünyaya bakış açısını anında etkilemez mi? Evet! Üç yaşında ya da dokuz yaşında bir çocuğun da bakış açısı vardır. Hatta bizlerinkinden çok daha net bir bakış açısı… Çocuk kameraya kaydediyor her şeyi, müthiş bir hafızası var.
Elbette siz değerli okuyucular bunları daha önce görmüş, gözlemlemiş hatta tepki de göstermişsinizdir. Aranızda anne baba olanlar varsa daha da farkındadır zaten. Yok canım! Olur mu hiç, siz çocuğunuza asla böyle davranmazsınız! Anne baba olmasanız da ne de olsa her “yaşayan insan”ın bir gün çocuk sahibi olma ihtimali yüksektir.
Bana göre çocuk bir armağan gibi görülmeli-çocuğa bir armağanmış gibi davranılmalı demiyorum. Onlar bu davranışların hiç birini haketmiyor. Biz ne verirsek onu alıyorlar. Bir nevi aynamız onlar bizim…
Yani şu da var; markette bir kadın, yanındaki obez olmaya meyilli oğluyla alışveriş yapıyordu. Bir sürü hazır mama(hani şu bol vitaminli olanlardan(!)) doluydu sepeti. Tam bu çikolata ve hazır mama reyonundan çıkarlarken dönüp “aaa canım gel şu brownilerden de alalım bir kaç tane, yersin tenefüslerde” dedi. Bir nevi örnek anne modunda, sempatik tavırlarla oğluyla soru cevap şeklinde konuşarak, dolduruyordu sebeti-çikolatalı keklerle. Orda kadına “yahu bu hazır mamalar da ne kaloriliymiş, geçen gün izledim bir programda” ya da “biliyor musunuz bu keklerin içindeki koruma ve boya maddeleri kanser yapıyormuş…” demedim, diyemedim. O biliyordur, bilmelidir diye düşündüm. Ama her halinden belliydi zaten umursamadığı…
Bir de bunlar gibi içime dert olan bir şey daha var. Hayvanlar. Bizim sokağımızdaki kozmatik dükkanında bırakılan bir golden retriever var. Hayvancağız her gece orda tek başına yatıyor. Gündüzleri de dükkanın dışına bağlanıyor. Dükkanın sahibi adamla konuşmaya çalıştım, lafı ağzıma soktu. Ne yapsam diye düşünüyorum çünkü hiç de neşeli goldenlara benzemiyor bu köpek. Hep mutsuz bir hali var….
Bazen siyam bir kediciğe rastlıyorum. Korka korka bir köşeden bir köşeye saklanıyor. Kirlenmiş gümüş tüyleri, yorgun bir hali oluyor… Hayvan almak, koltuk almak mı? Gerçi bazı insanlar koltuğa ya da ne bileyim her hangi bir eşyaya daha çok önem veriyorlar.
Çocuklar da hayvanlar da bize emanet…
Yürüdüğüm sokakların köşelerinde karton kağıtlar üzerinde dilenen adamlar var. Sokaklardan insanlar geçiyorlar, hepsi kendi hayatının peşinde. Sahipli mutlu köpecikler, bir köşede sessiz sakin ölüveren başka köpeklerin önlerinden geçiyorlar. Bu yer, gitgide yalnızlaşan insanlarla doluyor. Paylaşmayı hiç mi düşünmüyoruz. Paylaşamaz mıyız? Görmezden gelmekle, yok saymakla hallolur mu?…
Aranızda benim gibi böyle bir yerde yaşadığını hisseden var mı? Eğer sizin yaşadığınız yer böyle değilse, bir mail atın bana. Ben, benimkileri toplayıp, oraya taşınayım.