Haber sitelerinde gezerken, bir reklâma rastladım. Şehrin ücra köşelerinde konuşlanmış, benzerleri gibi cennet vaat eden villalar ve dairelerden oluşan bir sitenin reklâmı. Buraya kadar garip bir şey yok, hatta bundan sonra da olmayacak. Ancak, reklâmın kendini ele veren, belki de var oluşuna dair hakikatlerin tamamını su yüzüne çıkaran sloganıyla bu yazıyı yazmaya karar verdim: “Buradan Çıkış Yok!

Belli ki, “Burada yaşamaya başladığınız an o kadar mutlu ve mesut olacaksınız ki, hiç çıkmak istemeyeceksiniz” temalı bir şeyler söylemeye çalışıyor. Zaten bu tür “yaşam alanları” pazarlamacılarının da kurmaya çalıştığı imge hep bu hayal etrafında dönmüyor mu? Size yepyeni bir hayat sunuyoruz; herkesin mutlu, kaliteli, elit, sağlıklı, zayıf, kültürlü, doğayla bir nebze de olsa iç içe, zarif ve şık yaşayacağı bir gelecek vaat ediyoruz. Bu o kadar baştan çıkarıcı bir teklif ki, bir kere sahip oldunuz mu asla içinden çıkmak istemeyeceksiniz!

Ama bu hayalin arkasında saklanan başka gölgeler de var. Eğer ki “oradan çıkış yok” ise, oraya “yabancıların” girişinin de arzulanmadığı aşikâr. Yani bir başka deyişle “Buraya giriş de yok!” Bir reklâm sloganı bu kadar mı ele verir kendisini? “Yaşam alanı” projesinin internet adresine bakıldığında resim tamamlanıyor zaten. İçinden nehirler geçmesinin ve müthiş elit sosyal olanaklarının yanında, en çok vurgu yapılan temanın “güvenlik” olması da “sana da bu yakışırdı” dedirtiyor. “Ev içi güvenlik” ve dışarısı için “Kameralı güvenlik sistemi” adı altında iki ayrı başlık bile mevcut. İçine bir kedinin bile girmesinin imkânsızlığını üzerine basa basa vurgulamak istemiş bu yaşam alanı projesinin yaratıcıları ve pazarlamacıları. Güvenliğin, güvenlik kaygıların, endişe ve korkuların bu kadar öne çıktığı bir zamanda yaşıyor olmak insanı bir kez daha endişelendiriyor. Duvarları giderek daha da yükselen korunaklı siteler… Her yeni açılan alışveriş merkezi, bir öncekinden daha da “lüks” bir yüzle çıkıyor. Homojen, ortak tüketim pratiklerine sahip bir dolu kadın ve erkeği ağırlamak için hazırlanmış ışıklı alanlar. Bundan yıllar önce açılan Galleria, biraz daha yeni olan Akmerkez ve nihayet Kanyon ile İstinye Park’ı düşünmek bile bu farkı anlamaya yetiyor.

İçlerinden çıkmak istemeyecekleri, etrafı yüksek duvarlarla ve özel güvenlik birimleriyle çevrili korunaklı alanlarında içeriye haşerelerin girmesine de fırsat vermeden, her türlü “kaliteli yaşam” aktivitesini yapmaya hevesli bu orta sınıfların korkularıysa ister istemez günümüzün siyasi korkularına göz kırpıyor. Korkuyla beslenen, korkuyla büyüyen ve “korkulacak” bir şey olmadan varlığı anlamsız hale gelecek olanlarla, bu korkunun tavladığı milyonlar birlikte yaşıyor. Ferah evlerinin güvenliğine hiç şüphe olmayan arazilerinde, televizyonu açıp bir şeylerden korkan-korkutulan adamlar ve kadınlar yaşıyor. Evine hareket detektörlü buton koyan o “kaliteli” adamla, televizyondan “iç mihrak!” diye bağıran şık kadın aynı, bir oluyor.

Üç tarafı nehirlerle çevrili bu lüks sitenin “Buradan çıkış yok” lafına tav olacak potansiyel sakinleri, alt sınıflara ve bu sınıflara ait her şeye karşı duydukları korkunun bir başka kopyasını gündelik siyasetimizin benzini haline getiriyorlar. Dört tarafını demir duvarlarla ördükleri yaşam alanları, iç ve dış güvenlik sistemleriyle korunduğu an rahat bir nefes alan, sürekli korkan, korktukça duvarlarını daha da yükseltip ayrışan, diğerlerini ayıran bu insanlar… Üç tarafı denizlerle çevrili bu değişik ülkenin; Kürt’ten, türbanlıdan, travestiden, çingeneden ve onların bembeyaz dünyasına hiç de yakışmayan her türlü “sapma halinden” korkan, onlarla sokaklarını dahi paylaşmak istemeyen, korktukça duvarlarını daha da yükseltip diğerlerini ayıran bu insanlar… “Kurtarılmış bölgelerinde” satın alacakları tüketim alanlarının vaat ettiği o kurtarılmış yaşamı deliler gibi arzulayan insanlar. Sonra kalkmış, iç ve dış düşmanlar diye bir şeye sövüyor, bölücülük diye bir şeyi kınıyorlar.

Zeynep Oğuz