Hayatta kendime ve çevremdekilere sorup da bir türlü tatmin edici yanıt alamadığım bir soru vardır: “Diyelim bu dünyada isteyebileceğiniz herşeyi ama herşeyi elde ettiniz. Acayip zenginsiniz; harika bir aileniz, dünyalar güzeli bir eşiniz var; yediğiniz önünüzde, yemediğiniz arkanızda… ve yaşınızda henüz öyle yaş haddinden ötürü hayattan emekli olacak durumda da değil; yaşayacak en az bir 40 seneniz daha var dünyada. İşte tam bu noktadan sonra hayat sizin için nasıl olur? Nasıl yaşarsınız? Ne yaparsınız?”. İşte bu soruya bir türlü tam yanıt verebilen olmadı açıkcası sorduklarım arasında. Artık koyabilecek ulaşabilmeyi isteyeceğiniz bir hedefinizde yok çünkü zaten hepsini elde etmişsiniz. Peki ya sonrası?

Kendinizin David Beckham olduğunuzu düşünün, ya da Tom Cruise ya da Madonna… Dünya starısınız, sizi gezegen üzerinde tanımayan insan evladı yok. Para desen Varyemez Amca’nın içine atlayıp yüzdüğü kasasındakilerden daha da çok, eş desen götüremeyebileceğin kimse de pek yok… Daha da yaşın 40’a bile varmamış, ne yapacaksın kalan ömründe?

İşte bu noktada, böyle kişilerin genellikle “ne yapacaklarını şaşırma” veya Michael Jacksonvari abuk sabuk hareketler yapma haline girdiğini görüyoruz, ha bir de kendini “içsel huzur ve mutluluk arama” modasına kaptıranlar da var ki işte bu yazıda böyle bir akıma göz atacağız: Kabalistlere…

Kabbala, XII. yüz yıldan başlayarak Yahudi gizemciliğini tümüyle etkisi altına almış olan ezoterik bir akımdır. Her zaman temelde sözlü bir gelenek olan Kabbala, İbranice’de sözcük anlamı olarak da “gelenek” karşılığını taşımaktadır. Kabbala’nın kökeni İ.S. I. yüz yılda Filistin’de filizlenen “Merkava” (ya da Merkabah) gizemciliğine kadar geri götürülebilir. Merkava gizemciliğinde temel uğraş, Eski Ahit’te peygamber Ezekiel’in düşlediği “ilâhî taht” ya da “araba” (merkava) hakkında derin düşüncelere dalmak ve bu sayede coşku içinde kendinden geçmektir. Gizemci Merkava yazımında, coşku içindeki ruhun yükselişi, düşman meleklerle dolu “yedi küre”yi ya da “yedi gök katını” aşmak için yapılan tehlikeli bir yolculuk olarak tanımlanmaktadır. Ruhun bu yolculuktaki amacı, merkava’nın üzerinde bulunan ilâhî tahta ulaşmaktır.

Peki nedir bizim Beckham’ın, Madonna’nın veya diğer ünlülerin böyle gizemli, derin ve ağır bir tanımla anlatılan konuyla ilgileri? İşin püf noktası tanımın sonundaki “ilahi tahta ulaşmak” ifadesinde gizli. Bu ifade kimi dinlerde Nirvana, kimilerinde Cennet, kimilerinde Valhalla… olarak nitelendirilebilecek ama özü itibariyle aynı olan bir hal’i betimliyor: “Sonsuz huzur ve mutluluk hali”. İşte deyim yerindeyse “malın gözüne vurmuş” bu arkadaşlarımızın da hayatlarının kalan kısmında aradığı olay bu.

Tabii kimse bu arkadaşlarımızı böyle bir faaliyet için de oldukları için suçlayamaz. Fakat arada ince bir çizgi var ki bu: öğretileri gerçek anlamıyla takip edip, öğretinin yolunda yürüyenlerle; bu işe moda olduğu için kalkışan ve birileri tarafından söğüşlenen kazların arasındaki çizgi bu. Malum aynı olay son zamanlarda ülkemizde de özellikle Reiki olayında yaşanıyor. Kendim de uyguladığım için gerçekten çok faydalı bir teknik olduğunu bildiğim Reiki, bazı ünlülerimiz tarafından sadece moda haline getirildiği için öğreniliyor ve resmen “iç” ediliyor. Öğretiyi ciddi anlamda öğrenip, uygulayanlara saygım sonsuz, ama böyle değerli öğretilerin sırf para kazanma hırsında olan birileri tarafından “öğrenin, mutlu olacaksınız” vaatleriyle pazarlanan moda bilgiler olması ve hiç de hazır olmayan birilerine verilmesi, pek de hoş sonuçlar doğurmuyor ve tıpkı Reiki ve Seren Serengil örneğinde yaşadığımız üzere, değerli bir öğreti son derece yanlış bir biçimde tanınabiliyor.

Batı dünyasında yoga, meditasyon, Reiki ve diğer öğretiler bu şekilde hacamat edildikten sonra sıra Kabalizm’e gelmiş belli. Peki böyle derin bir öğreti nasıl olmuş da Britney Spears’ın bileğindeki kırmızı bileklik haline dönüşmüş? Bu noktada Sabah gazetesinde yayınlanan “Hollywood huzur arıyor” başlıklı habere göz atıyoruz:

“Kabalist öğretinin A.B.D.’de yayılmaya başlaması esasında1960’lara dayanıyor. İsrail’e yaptığı bir iş seyahati sırasında Usta Kabalist Rav Yehuda Brandwein’le tanışan Amerikalı Feivel Gruberger, onun öğrencisi oluyor. 1969 yılında Brandwein öldükten sonra, ismini Philip Berg olarak değiştiren Gruberger, Kabala felsefesini tüm insanlara tanıtmaya karar veriyor. Bu amaçla da ilk Kabbalah Centre’ı 1970 yılında İsrail’in başkenti Tel Aviv’de açıyor. 90’lı yıllarda hem internetin, hem de Los Angeles’a taşınmasının sayesinde Kabbalah Centre Amerika’da da tanınmaya başlıyor. Bugün Amerika’da, Los Angeles’ın dışında Boston, Miami, New York gibi şehirlerde de birer şubesi bulunan “Kabbalah Centre”lara çeşitli dinlerden birçok insan akın ediyor. Kabala felsefesini öğrenmek isteyenlerin Musevi olmaları gerekmiyor. Hangi dinden olursa olsun, bu felsefeye gönül verenlerin ortak amacı bu dünyada mutluluğu ve neşeyi yakalamak. Merkezlere devam edenler, mutluluğun paylaşmak ve negatif duyguları kontrol altında tutmakla geldiğini ve iyi veya kötü şansın da kendi davranışlarımızın bir sonucu olduğunu öğreniyorlar. Bugün 200 binden fazla takipçisi olan Kabbalah Centre’ın yıllık kazancı 5.5 milyon dolar civarında (Görüldüğü üzere kazanç fıstık). Merkezlerin para kaynağı ise kurslara katılanlardan alınan ücret. Aslında Kabbalah Centre’lara devam etmek ücretsiz. Ama merkezlerde düzenlenen 10 haftalık kurslara katılmak isteyenlerin 270 dolar ödemesi gerekiyor. Ayrıca rozet, su, kitap ve video CD satışlarından da gelir elde ediliyor.”

Görüldüğü üzere tesis sağlam, hava ve yol koşulları da müsait ve keyifler de gıcır. Aynı haberin devamında Madonna’nın ve diğer ünlülerin kabalizme ilgisi şöyle anlatılmış:

“Kızı Lourdes’i Kabbalah Centre’ın çocuklar için açılan özel bölümüne gönderen Madonna, bu felsefeyi o kadar benimsemiş ki, Londra’daki merkezin ek binası için 6 milyon dolar bağışlamış. Kabala felsefesini Madonna gibi hayatlarının her alanına yayan ünlüler arasında Hilton otellerinin güzel varisi Paris Hilton da var. Bileklerinden kırmızı kurdeleyi eksik etmeyen ünlü isimler; Kabala felsefesinden yola çıkarak kurdelenin kendilerini negatif enerjiden koruduğuna inanıyorlar.”

Umarım ben önyargılıyımdır ve Madonna gibi kulaklarımızın, Paris Hilton gibi gözlerimizin pasını silen bu isimler, gerçekten de bu öğretiyi hakkıyla takip edip, içsel huzura erişmişler, en azından böyle öğretilerin dejenerasyonuna katkıda bulunmamışlardır. Tabii ki böyle öğretiler insanlar içindir ve amaç insanların mutluluğudur, ama koluna her kırmızı bilekliği bağlayan da kendini “ilahi taht” da bulacağını zannederek dolarlarını saçıyorsa ortada bir problem var demektir (gerçi alan da memnun, satan da).

Bakın Kabala öğretisi, Kaballah Center web sitesinde nasıl açıklanıyor:
“Kabala, her türlü din ve teolojiden farklı bir felsefedir. Kabala öğretisine göre; evren belli başlı prensipler doğrultusunda işler. Bu prensipleri anlayan ve bu prensiplere bağlı kalarak uyum içinde yaşamayı başaran insanların hayatları anlam kazanır. İnsanların isteği dışında ve haberi olmadan varolan temel fizik kanunları gibi evrenin ruhani kanunları da insanların her anını ve gününü etkiler. Kabala, insanların bu ruhani kanunları öğrenmelerini, onlarla uyum içinde yaşamalarını sağlar. Kısacası “Kabala”, insanların ruhani ve fiziksel gerçeklerden yola çıkarak dünyevi arzularına ulaşmalarını sağlayacak güçlü ve pratik metotlar bütününü temsil eder.”

İşte bu noktada ülkemizde bu akımın temsilcisi bir kitaptan bahsetmemiz gerek. Her ne kadar ülkemizde henüz bileğine kırmızı bileklik takıp gezen kardeşlerimiz olmasa bile, böyle akımların yayılım hızı düşünüldüğünde çok yakında TV ekranlarında yada “güzide” semtlerimizde kırmızı bilekli Türk evlatlarımızı görmemiz olası. Ülkemizde bu akımın temsilcisi olan kitap da Gahl Sasson ile Steve Weinstein’ın “Bir Dilek Tut”. OWO Basım Yayın’dan çıkan kitabın tanıtım yazısına dikkatinizi çekerim:

“Gahl Sasson’un Kabala’ya-Kadim Musevi mistisizmi öğretilerine-sürükleyici, yaratıcı ve yepyeni yaklaşımı, maddi ve manevi tatmini arayanlar için tam bir doyum oluşturur. Onun meditasyon, rüyalar ve gerçek yaşam olaylarını efsaneler, ritüeller, ve felsefelerle bağdaştırdığı ve Dünya çapında yaptığı meşhur Yaşam Ağacı eğitimlerine dayanan, Bir Dilek Tut kitabı, yaşamdaki tüm zenginliklerin keşfedildiği ve kucaklandığı evrensel bir yolculuğa çıkmanızı sağlar. Her inançtan ve dini kesimden gelen okuyuculara Yaşam Ağacının- Evrenin Yaratılma Şablonu- enerjilerinin ister maddi olsun (yeni bir araba, daha yüksek bir maaş) ister kişisel gelişim ve keyfi (kilo kaybetmek, daha iyi bir iş imkanı, eşinizle daha yakın bir ilişki) veya hayatınızı değiştirecek derecede önemli bir Tanrı mesajı olsun bu dileğinizi gerçekleştirmek için nasıl kullanılacağını öğretir.”

Eh bize de allah gönlünüze göre versin demek düşüyor.

Eğer siz de bu öğretiye merak salmak üzereyseniz, umarım hakkını vererek ilgilenirsiniz. Çünkü moda akımına katkı bulunmanın ötesinde, öğretinin gerçekten işe yaramasını ve dileklerinize kavuşmak istiyorsanız, öyle yarım yamalak ilgilenerek değil de kendinizi ciddi ciddi bu işe adayarak bir sonuç elde edebilirsiniz. Yoksa alabileceğiniz tek sonuç; bileğinize bağlı, etkisi Bodrum işi bileklikten öte olmayan, bir kırmızı ip parçası olabilir.

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...