Yaz bitiyor. İzinler de. Dinlendik ama yine eğlenmeyi unuttuk. İşte, unutmayanları düşündürecek, “uçtuk” diyenleri yere indirecek, “dağıttık” diyenleri toparlayacak bir yazı: Eğlence hayatımızdaki dönüşümün ve değişimin kısa tarihçesi.
Geleneksel toplum yapımızda eğlence, temel yaşamsal gereksinimler karşılandıktan sonra, vakit geçirmek, insanın ve toplumun kendisini fiziksel, ruhsal ve zihinsel anlamda “yenileme”si için gerçekleştirdiği bir etkinlikti. Başka bir anlamda, zamanın tekdüzeliğine meydan okumaktı. Asli olarak “toplumsal”dı. Topluluk halinde gerçekleştirildi ve sosyalizasyon işlevleriyle de yüklüydü.
Ancak modern zamanlara gelindiğinde eğlence giderek bireyselleşti ve esasen modernitenin “işliği” ve orada süregelen rekabetçi ilişkileri hayata hakim kılan cenderesinden geçici “kaçış”lar sağlayan bir etkinliğe dönüştü. Günümüzde artık eğlence hayatımızın içinde kendisinden kaçış yollarını aramak zorunda kaldığımız bir bağımlılık. “Aktık”, “dağıttık”, “uçtuk” ve “azıttık” diyerek andığımız bir alan.
Bu süreçte “oynayıp eğlenen insandan” geriye, “izleyip eğlenen insan” kaldı. İşte Türkiye’de bu son süreç, son 30-35 yıla denk düştü.
Zeki Müren’in yeni varisi İbrahim Tatlıses
1970’ler geldiğinde artık kişi tükettiği kadar vardı. Kentte kazanmak ve tüketmek isteyenlerin sayısı giderek arttı. Ve gün geldi kent doydu. İstanbul gibi büyük kentlerde yeni göçenler iş kalmadığını gördü. Artık “yırtmak” imkansızdı. Emek yenilmiş, adam olmak değil, zengin olmak önemli bir hale gelmişti. “Yırtma” umudunu kaybedenler arabesk yöneldiler ve bu tür geniş kitlelere yayılarak en çok dinlenen tür oldu o dönemde.
1968 yılında ilk plağı 45.000 satan Orhan Gencebay’ın , 70’li yıllarda çıkardığı ikinci plağının satışı 600.000 aştı. Ve Maksim’de, Kazablanka’da “gazino tarzında” okuyan Zeki Müren’in tahtına arabesk söyleyen İbrahim Tatlıses kuruldu.
Eğlence hayatımızda “diskotek”in girişi yine o yıllara rastladı.
Ancak türler arasındaki gerilim bu yıllarda arttı ve 70’lerin gergin havası içinde kavgaya dönüştü.
Dönem filmlerinde -hatırlarsanız Orhan Gencebay ve İbrahim Tatlıses’in filmlerinde- arabesk okuyan fakir oğlanın diskoda eğlenen şımarık zengin çocuklarıyla karşılaşmaları ve çatışmaları çok sık tekrarlanan bir sahneydi. Filmin sonunda kazanan tabi ki arabesk söyleyen fakir oğlan oldu.
80’lerde arabeskçiler kesin galibiyetlerini ilan edeceklerdi..
Ailenin yeni “reisi”, eğlendiricisi : “Televizyon”
70’li yıllarda sosyal hayatı büyük ölçüde etkileyen en önemli gelişme televizyondu. Aileye sonradan gelmesine rağmen hemen baş köşeye kuruldu ve kısa sürede sözü dinlenen tek fert haline geldi. Gazino gibi eğlence mekanları bu dönemde solistlerini televizyona kaptırdı.
Televizyon, maddi durumu kötüleşen ve artık dışarıya çıkamayan orta sınıf için eğlenceyi eve daha ucuza sokarken, hiç dışarıya çıkmayan –gece hayatı olmayan- özellikle kırsal kesimde yaşayan kitleyi de eğlence sektörüne eklemledi. Ancak televizyondaki eğlencenin de sınırları vardı ve resmi ideolojinin izin verdiği ölçüde eğlenmek serbestti. TRT dansözlere ve arabeskçilere uyguladığı ekran ambargoları yine 80’lerin sonunda olaylı bir şekilde delinecekti.
1980’den sonra gündelik hayat tarihi hiç olmadığı kadar hızlı ve sürekli bir değişim yaşayacaktı…
Özal : “Olduğunuz gibi görünün”
12 Eylülden sonra iktidara gelen Özal, yeni devşirme elite, komplekslerini aşmada kılavuzluk eden isimdi. Artık arabesk dinleyen ve “olduğunuz gibi görünün” diyen bir lider vardı karşımızda.
Bir önceki dönemde türküleriyle şehrin uzak mahallelerine yerleşen kırsal, acılarını arabeskle şehrin göbeğine doğru taşımaya başladılar.
Yeni eğlence mekanlarında arabesk, önce utangaç bir yüzle “taverna arabesk” olarak çıktı karşımıza. Ferdi Özbeğen, Arif Susam ve Ümit Besen gibi isimler bir dönem orgla arabesk yaparak tavernaları coşturdu. Daha sonra arabesk, Müslüm Gürses önderliğinde olabildiğince acısıyla karşımıza dikilecekti.
70’li yıllarda orta sınıfa hitabeden “birahane ve bira kültürü” 1980’lerde ve özellikle 90’larda yerini “cafe-bar kültürü”ne bıraktı. 2000’lerde “entel bar”, “sosyete bar”, “gay bar”, “rock-bar”, “caz-bar” ve son olarak da “türkü bar” gibi çok seçenekli bir bar kültürüne ulaştık… Hatta hatırlanırsa 80’li yılların ilk yarısında “bar entelleri” gibi göndermeler ortaya çıkmıştı.
Bodrum gibi sezonluk yerler eğlence ve gece hayatıyla ünlendi…“Millette para var”dı, eğlenebiliyordu.
Çeşitlenen ve benzeşen bir endüstri : Eğlence
Eğlence kültürümüz son 30-35 yıldır çeşitlenirken ve bir taraftan da ilginç bir şekilde benzeşirken metropollerde ve tatil bölgelerinde dev eğlence merkezlerinin sayısı giderek arttı. Son teknolojiyle donanmış büyük diskoteklerin birbiri ardınca açılmasıyla “eğlence endüstrisi” birden bire palazlandı. Bütün bunlara dünyaca ünlü, eğlence merkezlerinin ülkeye ithali de eklenince durum büsbütün değişti. Tatilya, Disneyland gibi sadece çocuklara yönelik eğlence merkezleri de kuruldu. Ve bugün artık bu endüstri, boş zamanın nasıl değerlendireceğini ve nerede-nasıl eğlenmemiz gerektiğini bir çok iletişim kanalından bize empoze ediyor. Sadece boş zaman değil gündelik hayatın her köşesi showbizin bir parçası olabiliyor.
1990’ların başından itibaren özel televizyonların devreye girmesiyle gündelik hayatımız büsbütün değişti.
Artık en yaygın zevk, en yaygın alışkanlık televizyon “izlemek”ti. Ekran başında harcanan saatlerin ötesinde televizyon, gündelik hayatın büyük bir bölümüne damgasını vurdu.
Haberler, reality show’lar, tartışma programları, popstar yarışmaları “eğlencelik” unsurlarla bu “gösteri”nin devamını sağlıyorlar.
Bu “seyirlik” haliyle eğlence, artık her yerde…
Gündelik hayat ve eğlence kültürü çerçevesinde değişim geçirip eğlence sektörüne eklemlenen olgular sadece bunlarla sınırlı değil.
Şirketlerin “sponsorluk” kurumunu devreye sokmasıyla büyük “konser” prodüksiyonları yapıldı. Yerli sanatçıların Gülhane ve Hipodrom konserleri dışında uluslararası düzeyde de “dev” konserler düzenlendi.
Ancak bu dönemde sektörün merkezine inen futbolun popülaritesine hiçbir şey erişemedi.
Şifreleri ya da paralı kanallardan da olsa maçları takip etmek, alınan her galibiyetten sonra sokağa dökülmek, sabahlara kadar eğlenmek ve ertesi gün işte, evde maç üzerine konuşmak, yorumlar yapmak en sık yaptığımız şey oldu.
Yine bununla bağlantılı olarak sektör içerisinde yeni eğlence mekanları türedi ve 80 sonrasında halı sahalar neredeyse her semtte hizmete girdi. Mahalle ve iş arkadaşları arasında özel halı saha grupları kuruldu, ayağına hiç top değmeyenler de topla buluştu.
Eski eğlence tarzları ise bu ortamda ya tamamen değişerek ya da dönüşerek ayakta kalmaya çalışıyor: Mesire geleneği piknik adıyla kadınlı erkekli bir hafta sonu eğlencesine dönüşse de, kahvehanelerdeki muhabbet daha çok televizyonda olup bitenleri içerse de devam ediyor. Meyhane kültürü ise Kumkapı gibi eğlence merkezlerinde “Sulukule gibi olma” kaygısı içinde olsa da yaşıyor.
Toplumsal İktidarların hazza (eğlenceye) boğarak denetlediği günümüz dünyasında artık eğlence, sadece seyircilerin ve müşterilerin olduğu “feleğin bizden çaldığı” bir bağımlılık alanı haline geldi.
Ve felekten çalınan geceler çok uzaklarda kaldı.