Bir doğum günü…Ortada bir yüzme havuzu… Amaç, çocukların yüzdüğü ve eğlendiği bir ortam yaratmak… Buraya kadar resim iyi, renkler fevkelade, insanlar güzel. Anne ve kızı davetli olduğu bu partiye giyinmiş kuşanmış bir şekilde gidiyorlar. Aslında, anne bir gece önce çok kötü bir rüya görmüş, kızının kendi kızı olmadığını, iki çocuğunun da öldüğünü ve eşinin başkasının çocuklarından biriyle kendininkinin yerini değiştirdiğini… Ondan önce de deprem olacakmış, Yalova’dalarmış, rüya bu ya, anne denizin üzerinde yürüyerek karşıya geçecekmiş ki bir anda denizin altındaki yer kaymış ve suya gömülürken babası sudan anneyi kurtarmış.
Annenin sinirleri gergin. Eşi, kızıyla kendisini uğurlamak için kapıya geldiğinde, bu tür gitmek ve bulunmak istemediği ortamlara gitmek zorunda hissettiği için babaya da kızgın. Baba, bunu anlayamıyor, O zannediyor ki annenin adet öncesi sendromları yine tavan yaptı. Demek istiyor ki anne; ” Ben gitmek istemiyorum!!!!” baba ise; ” Bu kadar büyütülecek ne var? Sonuçta gidilen bir parti ve üstüne üstlük havuz partisi, keyfine bak!!” diyor. O an ipler kopuyor ve anne; “O zaman sen git, cinsiyetini değiştir de git mümkünse, kadın olmak her bulunmak istenmeyen ortamda çocuğunla bulunmak anlamına geliyorsa!” diyor gözleri çakmak çakmak, ağladı ağlayacak…Gerçekten de büyük bir sıkıntı…
Anne kızıyla beraber barut fıçısı gibi partiye geliyor. Bir sürü sıkıntılar yaşadığı insanlarla öpüşüp, içeri geçiyor. Ufaklık, dünyadan habersiz, ilk işi kıyafetlerini çıkartıp, havuza girmek. Burada, değişik bir baskı var. ” Çocuğunuz yüzme bilmiyor mu?!!!” A aaaaaaa! Çok ilginç… Böyle bir surat ifadesi, aynı zamanda çocuğu balık yüzgeçleri çıkartmak aşamasında olanların (!) şöyle bir kaykılarak birbirlerine aşık atma vaziyetleri…Görmek ve yaşamak lazım, anlatmak zor.
Lara’yla ilk buraya geldiğimizde, deniz kültüründen havuz kültürüne atladık. Bu çok farklı bir durum. Denize girildiğinde sahilden yavaş yavaş bir açılma yaşanır, dolayısıyla ayaklar yere hep basar. Derin yere giderken de yaşa uygun olarak simit ya da kolluk kullanılır. Daha suya adımını atmamış olan bir çocuğa dan! diye hadi hoopppp! yüz bakalım dendiğinde en büyük hata yapılmış olur çünkü ilk iş çocuğa suyu sevdirmek. Kaçımız bu yaşta kolluklarla ya da simitle yüzüyoruz? Neyse…
Bir kere, burada simit kullanılmıyor. Yüzme öğrenilmezmiş simitle. Bilmem, ben ilk yüzmeye başladığımda çok iyi hatırlıyorum, iki kolluk bir simitle ancak kendimi rahat hissederdim, eh biraz da oyunuydu o işin. Sonradan gayet iyi yüzmeye başladım, şimdi iddialı derecede iyi yüzerim. İlk zamanlar yaşadığım nefes problemiydi o kadar. Bunu da gayet iyi hatırlıyorum. Galiba sorun, benim kendi çocukluğumu çok iyi derecede hatırlamamdan kaynaklanıyor. Yetişkinler analarının karnından çıkar çıkmaz yüzme, eskrim, bale ve okuma yazma öğrendikleri için (!) yapamayan ya da yaparken çekinen çocuklarına bir de kızma hakkını bulurlar kendilerinde.
Anne, ufaklık üstünü çıkartmaya çalışırken insanlarla konuşmaya bile vakit bulamaz. Birkaç kelime edip, hemen köşeye çekilmiş bir çiftin yanına, havuzun başına gider. Kimsede kolluk yoktur, ortada simitler yüzmektedir. Dolayısıyla, kendi son aldığı kolluklar da kızına çok büyük geldiği ve yenilerini almaya vakti de kalmadığı için kızının ayakları yere basabilecek kısımda yüzmesini izlemeye başlar. O sırada, insanlarla da gözü ufaklıkta olmak kaydıyla sohbet eder. İlk önce oraya hiç gelmek istemediğini paylaşır, havuzlara güvenmediğini anlatır. Ortamda herkes kendi çocuğunu gözlemektedir herhalde çünkü cankurtaran namına kimseyi de görememektedir. Çift de aynı fikirde olduğunu ve kendi kızlarının biraz önce boğulma tehlikesi atlattığını anlatır.
Türklerin oturduğu grup, pergolanın altındadır. Havuzu görmek o noktadan oldukça zordur. Ayrıca, hiçbir anne baba da suya girmek üzere gözükmemektedir. Anne, sevdiği bir arkadaşının pergolanın altında el salladığını görünce o noktaya seyirtir. Küçük yerlerin ve azınlıkların yaptığı türden dedikoduların döndüğü hissini yenmeye çalışarak kadınların arasına ilerler. Sınav anı…İğrenç bir titreşim…Ortama gelip, insanları kullanıp, çöpe atan kötü kadın karakteri…Anne o stresle diğerleriyle şöyle bir konuştuktan sonra oradan kaçmak istediğini düşünür ve ” Ufaklığı buradan göremiyorum, kusura bakmayın, ben O’nun yanına dönüyorum.” diye ayrılır.
O an, olaylar sanki yavaş çekime girer. Kendi kızını görür. Bir kadın havuzun içinde yürüyerek derin tarafa geçer. Boyu uzun olduğu için yürümeye devam eder. Ne olduğunu izlemeye başlar anne çünkü bir anda kendi kızının kadının arkasından seyirttiğini yakalar. Saniyeler…” Laraaaaa, kızım o tarafa geçme!!” Lara duymuyor nedense, geçti… Saniyeler, bir anda küçücük başı suya girip çıkmaya başlar… Saniyeler…”Laraaaaaa!” Yüzüyor mu?! Hayır, yüzemez öyle, boğuluyor mu?!… Evet boğuluyor!!!!!
Geldiklerinden beridir sürekli çocuğunu seyreden bir baba ve anne aynı anda karşılıklı suya atlarlar. Anne geçirdiği şoktan adama teşekkür bile etmeden ” Anne, bilmiyordum!” diye ağlayan kızını kucağına alıp sudan çıkar.
O an hissedilen nedir? Bir kere, o adama karşı büyük bir minettarlık duygusu, kızgınlık, kolluk takmama, şükretme, zamanlama mükemmel olduğu için…
Sırılsıklam olan anne, yanında olayın şokundan kurtulmaya çalışan titreyen kızı, ileri geri sallanıp, insanlara ne olduğunu anlatmaya çalışır…Sırılsıklam olmak bir kenara, zaten bunun ne önemi var ki? Ya, saniyeler içinde kızım orada boğuluyor olsaydı?
“Olayın her karesini seyrettim ben. Sesi çıkmıyordu, bağıramıyordu bile. Suya girip çıkarken de havuzun içinde olan diğer otuza yakın minik kafanın yaptığı düzenli hareketleri yapıyordu. Gözün O’nu seçmesi imkansızdı. Eğer, ben kızıma bakmıyor, o olayı yakalayamamış olsaydım? Çocuğumu kaybetmiş olacaktım.”
“Bu olayın sorumlusu kimdi o zaman? Bu, bir parti hanımlar beyler, kendimize gelelim ve olagelene bakalım… Aynı mekanda bir masanın başında konuşan bir sürü ebeveyni ele alalım şimdi. Konuşma anında çocuğumuzla olan göz temasımız kayboluyor ve bu, saniyelik bir iş. Bu tür havuz mekanlarında çocukların atlattığı tehlikeleri ve neredeyse herkesin kendi çocuğunun boğulma hikayelerini öğrenmeye başladığınızda şoka giriyorsunuz. Beni en derinden etkileyen olaylardan bir tanesi kızımın öğretmeninin suyun içinde iki kızından biriyle ilgilenirken arkaya döndüğünde diğer kızının suyun dibinden kendisine baktığını görmesi…”
Bırakın havuzun içinde bir görevlinin olmasını ki yetmez çünkü otuz tane çocuk oluyor, belki daha fazla, kesinlikle can kurtaranın havuzun üstündeki bir seviyeden havuzun içindekileri gözlüyor olması gerekiyor. ” Efendim, anne baba var, burada o kadar da insan…çocuk bir şekilde görülür ve kurtarılır, bazıları zaten annesini babasını korkutmak için bu tür numaralara başvuruyor!!” mantığıyla hiçbir yere varılmaz! Böyle koşullarda ebeveynlerden birinin kendi çocuğunun sorumluluğunu üstüne alarak havuzda bulunması lazım. Çocuklara kesinlikle kolluk takılmalı ve bu da yaşına, ayrıca da kilosuna uygun olmalı.
Evlat sizin evladınızken, O’nu küçücükten bu seviyelere taşımışken, başka sivri zekalıların hayatınız hakkındaki yorumları sizleri bağlar mı? Bahsettiğimiz dört beş yaş grubu! O yaşta bir çocuk suya batıp çıkarak anne babasını kandırma noktasına gelebilmek için suyu çok iyi kontrol edebiliyor halde olması gerekir ki kendimizi düşünelim, kaç yaşında yorulmadan bir noktadan bir noktaya yüzdüğümüzü hatırlayalım. O yaş için çok iyi yüzme biliyor triplerinde bile, çocuğun yüzme faaliyetinden yorulup, tutunacak yer bulamadan birkaç kulaçtan sonra suyun altına gitme olasılığını düşünün.
Sonra olayları hatırladım, babası iki çocuğundan biriyle ilgilenirken, boğulup ölen çocuğunu, insanların o babanın ve annenin acısına bakmadan; “O’nun suçuydu, saldım çayıra mevlam bayıra bırakmasaydı o zaman!!!” diye sorguladıklarını…Uzun saçlı bir kızın su deveranı yapan deliklere saçlarını kaptırıp annesinin babasının gözleri önünde boğulmasını…Kızımın öğretmeninin yazdığım olayını…geldiğimden beridir anne babaları suçlayarak, her şeyi onların hatası gibi algılatarak yapılan konuşmalardan ne kadar etkilendiğimi düşündüm ve kendime kızdım…
Partiden ayrılırken üstüm başım ssırılsıklamdı ama ne önemi vardı ki, kızıma sahip olduğum için bin kere şükrettim. Olayların gidişatının bana yol gösterdiğini düşündüm. Rüyalarımın da…Hayatımdan rol yapan, timsah gözyaşları döken herkesi sildim.” İnsanlar ne zaman ki birbirlerine empati ile bakmayı, birbirlerinin acılarında silahlarını doğrultmadan, eleştirmeden yorum yapmayı öğrenir, o zaman benimle bir şeyler paylaşmayı hak ederler.” dedim kendi kendime. Bu yolda hayatını kaybetmiş olan küçücük bedenler için bir kez daha yüreğim parçalandı, geride kalan anne babalar ve kardeşler içinse yazacak bir şey bulamıyorum.
Böyle bir olay başınıza gelir ve eğer çok daha büyük kayıplarla kapatırsanız bir tek şey için kendinizi affetmeyin, o da çocuğunuzun hayatıyla başkalarının sidik yarıştırma duygularını tatmin etmeye kalktınız! Çocuğunuza göz kulak olacağınız, her an O’nu gözetleyeceğiniz yerde; O’nu ” Aman, bu kadar da gtme üstüne! Bak, korkak olacak, hayata emin bakamayacak, çocuk düşe kalka büyür! ” diyenlerin kurbanı ettiniz. Hayatımızda büyüyememiş çoook yetişkin ve kendini tatmin etmek uğruna çocuğunu kullanan bir o kadar da ebeveyn var. Ve tekrar…Çocuklarımızdan daha değerli olan hiçbir varlık yok! Bize ihtiyaç duydukları an biz orada olmalıyız. Bu, her dakika şahin gibi olaylara müdahele edip, kişiliği bastırmak, çocuğu ezip unufak etmek anlamında değil ama uzaktan bakıp, imdat! dediğinde yanında olmak demektir.
İnsan ne kadar akıllı olursa, çocuğunun birinci adımında, beşinci adımının ne olacağını hesap eder. Bana göre ana babalık sanatı da budur. Olasılık hesabı…