Halise Baydar, kamuoyunun “Aile Sergisi” adlı kendine özel terapi çalışmalarıyla tanıdığı ve uzun yıllar Almanya’da yaşamış bir isim (Kendisi ve çalışmaları hakkında daha fazla bilgi için bkz. www.ailesergisi.org). Çalışmalarıyla kalplerimize taht kuran Halise Baydar’la çekirdek çıtlama tadında kadın erkek rolleri üzerinde konuştuk. Konular biraz ağırdı elimizden geldiği kadar eğlenmeye çalıştık. Umarım sizler de aynı keyfi alırsınız. Söyleşinin tadına varmak için bir çekirdek paketini hışırdatın veya mısır cipsi de olur -heyecanlı yerlerinde durum idare ediyor-. (Parantez yorumlar kendimi tutamayıp benim araya sıkıştırdıklarımdır; isteyenler hiç okumadan geçebilir – Banu)
Banu Akın: Şimdi Halise’cim Ankara’da kadın-erkek ilişkileriyle ilgili fikirlerini söylerken duyduğum kadarıyla sözün “bırakalım bunları da aile sergisinden konuşun” denerek kesilmiş ve o sırada söylediklerin dinlemeye değermiş. Eğer hatırlıyorsan nelerden bahsediyordun?
Ayrıca bir soru da benden: Almanya’ya ve Türkiye’ye bakacak olursak kadın-erkek ilişkileri farklı mı ? Senin gözünle Türkiye’de durum nedir?
Halise Baydar: Evet fikirlerimi hatırlıyorum.Öncelikle Türkiye’de gördüğüm kadarıyla erkeklerin kadınlarla gerçek bir ilişkisi yok. Seks dışında. Sadece cinsel ilişkileri var onun dışında gerçekten ilişkileri yok.
B. A.: Peki. Sence Türkiye’de erkekler kadınları dinliyor mu? Kadın ne anlatıyor, fikirleri nedir? sıkıntıları neler? Neler hissediyor? Bunları gerçekten dinliyorlar mı?
H. B.: Hayır. Türkiye’deki erkekler kadınları ikiye ayırmışlar. Anneler ve Fahişeler. Annelerden sürekli affedilmelerini bekliyorlar. Yani çocuk dışarıya gider oynar gelir, istediğini yapar, karnı acıkır eve gelir yemek yer, başka bir kadınla ilişki kurar eve geldiği zaman annesi onu hep bekler bir şekilde affeder bazen arada kızar ama çok ciddiye alınmaz. Öbür türlü de seviştikleri kadın var onlara da saygı gösterilmez çünkü onlar kötü… Çünkü onlarla sevişiyorlar seks yapan kadın kötüdür.
B. A.: Yani insan sevdiğini s….mez sendromu var diyorsun. Tam Türk erkeği psikolojisini anlatıyor. Sanırım sevgi ve seksi birbirinden ayırmışlar.
H. B.: Evet tamamıyla ayırmışlar. Almanya’daki kadın erkek ilişkisine gelince onlar daha çok ilişkiyi yani yaşamı paylaşıyorlar, beraberliği paylaşıyorlar, birbirlerinin konuşmasını dinliyorlar orada kadın da erkek de birbirini dinliyor. Tabi. ki orada buradaki gibi yasakları yok. Örneğin evlenmeden önce bir kaç sene bir kadın ve bir erkek beraber yaşayabiliyor, ilişkiyi deniyor evlenebilir miyiz?, birbirimize uygun muyuz?, cinsel olarak uyumlu muyuz? Maalesef Türkiye’de bu özgürlük yok.
B. A.: Burada da hiç yoktan bazı çiftler bu tip şeyleri bütün zorluklarına rağmen yaşamaya başladı bir 10 senedir. Yani bunu yapabilenler var ama bu sefer de şu durum ortaya çıkmaya başladı. Erkekler bu rahatlığa erişince kadınlarla evlenmez oldu çoluk çocuk filan hayal oldu. Meğersem mecburiyetten evleniyorlarmış. İyi mi oldu pek bilemiyorum. 🙂
H. B.: Ama erkek gene aynı gözle bakıyor ancak evlendiği kadını sayabilir (Onlar genelde dışarıda ki kadınları skor yapıyor ya neyse). Beraber yaşadığı kadın gene onun için kötü kadın, çünkü sınırları aşıp dışına çıkmış.
B. A.: Peki sence kadınlar erkekleri çaktırmadan idare ediyor mu, yoksa bu bir züğürt tesellisi mi?
H. B.: (gülüşmeler arasında) Evet tabi idare ediyor ama konuşarak değil. Suçluluk duygusu vererek, yalnız bırakarak. Şunu gördüm Türkiye’de kadınlar çocuk doğurduğu andan itibaren erkekleri yalnız bırakıyorlar. Öç alıyorlar, erkeklerden öçlerini bu şekilde alıyorlar. Tabii ki başka ülkelerde de olduğu gibi Türkiye’de kadınlar kızgın. Hakları yenilmiş, sopa yemişler, taciz edilmiş, tecavüz edilmiş, hep susmuşlar ve bunu yutmuşlar. Tabii bunların yıllardan beri öfkesi var. Bu öfkeyi nasıl çıkaracaklar? Ne yapacaklar? Dışarı vurmasını bilmiyorlar. Kadın kadına da düzgün bir ilişkileri yok, gene erkeklerin birbirleriyle ilişkilerinden daha iyi ama. Kadınların ilişkileri kırsal kesimlerde daha iyi bence. Şehirdeki kadınlar birbirlerinden nefret eder gibi bakıyorlar birbirlerine. Gidiyorsun bir kahveye kapıdan içeri giren kadın öyle yukarıdan aşağı süzüyor sanki onun birşeyini elinden almışsın gibi veyahut ta bilmiyorum ne düşünüyor, aklından neler geçiyor ben artık dilimi çıkarıyorum bu kadınlara. Kadınlar çocuk doğurduğu an bütün sevgisini, yaşamak istediği ilişkiyi çocuğuna aktarıyor. Genelde de erkek çocuğuna aktarıyor maalesef. Yani erkek çocukları duygusal eşleri oluyor kadınların ve böyle olunca erkek çocuklarına çok büyük bir yükleniyor. Çünkü bir çocuğun ruhu hiçbir zaman koca insanın yerini alamaz ve çocuk büyük çelişkiye giriyor. Bütün bunları hissediyor çocuk. Anneler sürekli “seni çok seviyorum muck muck muck aman da ben seni ne çok seviyorum muck”. Bunu yapan anneler kimi tatmin ediyor? Kendisini mi ediyor? Yani kocasıyla yaşasa o sevgiyi, o gösterdiği ilgiyi, evliliğine emek harcasa evliliği çok daha güzel olabilir. Ama evliliğe cesareti yok. Birbiriyle ilişkileri olmadığı için konuşamıyorlar, anlatamıyorlar duygularını, öfkelerini, içlerinde olanları. Anca öfkelenip bağırıp çağırıyorlar. Zaten erkek onu ciddiye almıyor birşey değişmiyor, sadece öfkesini boşaltmış oluyor. Bu yüzden bütün bu duygularını erkek çocuklarına aktarıyorlar. Sürekli seviyorum seviyorum. Bok seviyorsunuz, kendinizi seviyorsunuz, erkek çocuklarını sevmiyor anneler, onlara karşı da öfkeleri var. Çünkü oğlu da erkekler kabilesine ait, hiçbir zaman giremeyeceği bir kabileye ait. Ama yine de kendine içindeki duygularını yaşamak için bir çıkar yol buluyorlar. Bu sefer ne oluyor böyle büyüyen çocuk narsist oluyor sürekli istiyor. Hadi bebekken diyelim doğurdun ki ben inanmıyorum doyurduğuna. Çok az anne Türkiye’de çocuklarına gerçekten annelik yapıyor. Bence kendileri çocuk oluyorlar çocuklarının yanında ama yargılamıyorum. Çünkü onlar da aç, nerden alacaklarını bilemiyorlar sevgiyi. Kötü birşey yaptıklarını söylemiyorum bunları söylerken sadece farkındalık yaratmak istiyorum. Erkek çocuğuyla annenin arasında güçlü bir bağ başlıyor çocuk kendini çok yüksekte hissediyor. Kendini babasından güçlü hissediyor, babasından daha iyi olduğunu düşünüyor. Bu da çocuk ruhu için çok kötü birşey. Çünkü babası büyük o küçük, ama o küçüklükten çıkıyor.
B. A.: O zaman biraz büyümeye başladığı zaman da kadınlardan böyle birşey beklemeye başlıyor. Yani annesi kadar kendini güçlü hissettirecek.
H. B.: Beklemek değil kadınlardan nefret ediyor çünkü annesi onu yutmuş, nefes bırakmamış ve kadınlardan kaçmaya başlıyor doğruyu söylemek gerekirse. Çünkü annesi onu tamamen bitirmiş. Büyüdükçe başka bir hayata girmek istiyor bu da ona suçluluk duygusu veriyor. Annemi çok seviyorum beni bu kadar seven birini nasıl bırakabilirim diyor. Ama hayır annesi kendini seviyor. Oğlunu göründüğü kadar seven çok anne yok Türkiye’de. İsterlerse bana küfür etsinler ama birazcık düşünsünler küfür etmeden önce. Edebilirler de. Ondan sonra erkekler kadınlardan kaçmaya başlıyor. Çünkü ilişki kurmaktan korkuyor. Çünkü annesi tarafından yutulmuş bir kere bir daha yutulmak istemiyor
B. A.: Azıcık bir potansiyel de varsa bir kere daha yutulabiliyor o da karısına.
H. B.: Evet bir kere daha yutulabiliyorlar. Çünkü kadınların karnı aç. Sevgiye aç, saygıya aç, duyguya aç, cinselliğe aç. Doğru dürüst cinsellik de yaşanmıyor. Çok arkadaşım anlatıyor yüzüne bile bakmıyorlarmış sevişirlerken.
B. A.: O zaman da sorgulamayı bırakıp gerçekte ne istediğini bilmeden senelerce evlilikle sürünen erkekler mutsuzlukla ödüllendiriliyorlar. Mutsuz ve uzun süredir evli erkekler dışarıda çok büyük aşklar da yaşasa neden ayrılmıyorsun sorusuna çünkü o beni çok seviyor, bensiz hayatını yürütemez, vicdan azabı çekiyorum gibi cevaplar veriyor. Esasında ağır travma geçiriyorlar belirli yaştan sonra.
H. B.: Evet bence erkekler kadınlardan da kötü durumda Türkiye’de. Annelerin yaptığı sonra kadınların yaptığı duygu sömürüleriyle… Erkekler egemen değil ki Türkiye’de. Maalesef dışarıda kendilerini güçlü ve maço gösteriyorlar ama içlerine bir bak. Yazık gerçekten acıyorum onlara ve buradaki erkekler çok sadakatli (ben daha bir tanesine denk gelemedim ama neyse Allah’tan umut kesilmez). Avrupa’da mesela çocuk sevilmek istediği zaman gelir annesinin kucağına oturur ya da babasının. Sınır aşılmaz. Burada sürekli taciz ediliyor sınırlar, ben çok çocuk biliyorum öpüldükten sonra elleriyle yanaklarını silen.
B. A.: Ama bu ilgi tamamen fiziksel. Gerçek, işe yarar ilgi ihtiyaç olan bölgeye verilir. Benim başım ağrıyor sen bana mide ilacı veriyorsun iyileşeyim diye ve sonra da iyileşmemi bekliyorsun bu çocuğu iyice kaosa iter bence. O zaman erkeklerin kafasında sevgi ve cinsellik birbirine karışıyor yada bir türlü karışmıyor. Sevgiyi daha çok fiziksel birşey sanma ve sevgi boşluğunu cinsellikle doldurmaya çalışmaya itiyor onları.
H. B.: Bir de sevgi göstermek için çocuklara habire yemek yedirirler. Bence en büyük sevgi saygıdır. Başkasının sınırlarına saygıdır. Onu olduğu gibi kabullenmektir. Seni illa da bana benzetmek zorundaysam çok korkuyorum demektir senden. Çünkü sen yeşilsin ben de maviyim. Önce kabul etmeliyim. Ama öyle olmuyor önce sen mavi olacaksın ki ben rahatlayayım korkuyorum senin yeşilliğinden.
B. A.: Tabii ki kendi maviliğinden emin olmazsan yeşilden korkarsın çünkü seninle karıştığı andan itibaren senin rengini bozar.
H. B.: Ya da turkuaz olursun. Ne yapıyorsun turkuaz olmamak için çabalıyorsun. Oysa daha ne renkler var. Halbuki daha kırmızı var, beyaz var, siyah da var. Ama en çok macera başkasının rengini görmekte olur onu seyredip tanımak da.
B. A.: Ve bunu bir saldırı olarak almamak da…
H. B.: Evet bir saldırı olarak değil ondan ne öğrenebilirim diyerek.
B. A.: Sence ilişkilerde kadın rolü değişmeye başlayınca, bu konuda öncü olan kadınlar ne tip sıkıntılarla karşılaşıyorlar? Bazen sırf bu yüzden cezalandırıldığını hissettiğin oldu mu? ya da yalnız bırakıldığın? ya da madem bana ihtiyacın yok ben ihtiyacı olana gideyim gibi durumlar?
H. B.: Tabi kii. Güçlü kadınlardan korkuyor erkekler. Kendilerine ihtiyacı olan pısırık kadınların yardımlarına koşuyorlar, çünkü onun yanında kendini güçlü hissediyor. Fakat şu da var bazı kadınlar da erkeklere karşı savaş açmış durumdalar, savaşla birşey halledemeyiz. Peki Türkiye’de ki kadınlar ne yapacaklar? Ruhlarını iyileştirecekler, öfkelerini görecekler, kim olduklarını bilecekler, acılarını görüp içlerinde ne olduklarını, kendi isteklerini bilecek ve paylaşacaklar. Yani Türkiye’deki kadınların bence çok bilinçlenmeleri gerekiyor.
B. A.: Ünlü Fransiz düşünür Simone de Beauvoır kabaca şöyle söyler : Kadının kariyeri, zekası ve gücü istenilebilir olmasıyla ters orantılıdır. Böyle olduğu sürece kadının kendini geliştirmesini kim bekleyebilir? Bu konuda sen ne düşünüyorsun?
H. B.: Kadınlar kendilerini geliştirdikçe, bilgilendikçe, çocuklarına başka türlü davranacaklar o zaman başka erkekler oluşacaktır dünyada.
B. A.: Yani üç kuşak sonrası demek istiyorsun… 🙂
H. B.: Evet üç kuşak sonrası maalesef biz boku yedik. Kadınlar bilinçlendikçe çocuklarını daha çok doyuracak, taciz etmeyecekler, kötüye kullanmayacaklar ve bu da kadınları kabullenebilecek daha bilinçli erkeklerin yetişmesine olanak sağlayacak.
B. A.: Sence bilen kadınları seviyorlar mı? Bence seviyorlar ama onlarla olamıyorlar. Belki bu kuşakta bilmeye çalışan bütün rollere ters başka bir kadınla tanışıyorlar seviyorlar, hayranlar ama?
H. B.: Eş olarak seçmiyorlar. Çünkü annesine benzemiyorlar. Akıllı kadınlarla konuşmak, birşeyler paylaşmak zorundalar. Ama bunu erkekler evlilikte paylaşamıyor.
B. A.: Etrafımda kendilerini çok seven, ama bir türlü birlikte olmayı başaramayan erkekler dolu kadın arkadaşlarım var. Ne diyorsun buna kadınlar bir yerde hata mı yapıyorlar? Tabi ki her değişim bir çeşit savaşla olur.Alışık olanı değiştirmek için ama daha akılcı pratik yöntemler olabilir mi bu konuda ne diyorsun? Kendi içlerindeki boşluğu doldurmaya çalışan kadınlar erkeklerine nasıl davranmalılar? Kavga etmeden onları nasıl değiştirebiliriz?
H. B.: SEVGİYLE… Birbirimizi onurlandırarak… Herşeyi senden iyi biliyorum demeden bir de böyle bir yol var diye davet ederek…
B. A.: Ya duymuyor ve kabul etmiyorsa?
H. B.: Kabul etmiyorsa yapacak birşey yok (işte en önemli bölüm buydu… b. a.). Kadınlar bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de gelişmekte ama erkekler gelişmedi, yani senin karşında muhattap olacak erkek çok az. Tabii ki kabul etmez, anlamaları güç, adam başka türlü eğitim almış, başka türlü bilgilere sahip, onun için sen uzaydan gelmiş gibisin. Ama yine de söylüyorum o adamları da biz kadınlar yetiştirdik. Çocuklarıyla en çok ilgilenen annelerdir. Baba dışarıdadır hatta çoğu kadın çocuklarını babasından ayırmak için elinden gelen herşeyi yapar. Evin içinde erkekleri yalnız bırakıyorlar. Ben, terapilerime gelen insanlardan da kendi hayatımdaki insanlardan da babanın hep kötülendiğini bilirim. Anne hep kendini güçsüz gösterir, ağlar, üzülür. Bunu gören hiçbir çocuk annesinin ağlamasına dayanamaz. Bunun sonucunda anneye yönelir ve babaya cephe alır. Bu da çocuğun ruhu için kötüdür. Çünkü bir çocuğun hem anneye hem babaya ihtiyacı vardır. Kavgayı bile beceremeyen ailelerde çocuklar arada kalıyor ve bu ruhlarına zarar veriyor.
B. A.: Hatta çocukla baba arasında bazen anne kalkan görevi görüyor annenin rolunden dolayı, birbirlerini göremiyorlar. Anne evde olmadığı zaman işler düzelecekken, annenin eve dönmesiyle herşey eski haline geri dönüyor.
H. B.: Evet doğru aynen öyle ve bunun dramı da çok büyüktür. Şayet kız çocuğuysa bu sefer bütün erkekleri öyle görürsün baba gibi kadınları üzen, kadınlara değer vermeyen, evde olmayan, hep geç kalan, sorumluluk almayan.
B. A.: Ve esasında bilinçaltında sana böyle davranan erkeklere çekilir, kendini onlara yakın hissedersin. Seni üzenlere.
H. B.: Oradan da annen gibi mutsuz olursun. Annen de bu duruma çok sevinir ki… Annenin yıllarca yaptığı dırdırı sen de gider annenle paylaşırsın, beraber dertleşirsin, hiçbirşeyi değiştirmeden hayata böylece devam edersin. Anneler kızlarının başka türlü olmasını istemiyorlar. Hatta annelerin kızlarını kıskandıklarını söyleyebilirim. Şimdi annelerden bir küfür daha yiyeceğim. 🙂 O kadar çok anne var ki kendileri uzun yıllardır mutsuz bir evlilik sürdürmelerine rağmen kızlarına evlenmeleri için baskı yapan.
B. A.: Yani yeter ki benim hayatımı, mutsuzluğunla onayla bana benze diyen anneler.
H. B.: Evet. Ama Türkiye’de bize örnek olabilecek büyüklerimiz yok, onların anneleri de öyle, ceplerinin dolu olması lazım ki kızlarına verebilsinler. Fakat bunun bir geçiş dönemi olduğunu düşünüyorum. Ben Türkiye’ye bunun için geldim, biraz kadınları sevgiyle sarsıp kendilerine getirmek için biliyorum bazen haklarında sert konuşuyorum, ama ben de bir Türk kadınıyım, ben de onların yaşadığı acıları veya saygısızlıkları yaşadım.
“Bak ben becerdim, bunun içinden çıkabildim, sevgiye dönüştüm ve sizi de sevgiye dönüştürmek ve bilinçlendirmek için buradayım.”
B. A.: Evet biliyoruz ki Türkiye’de buna çok ihtiyaç var.
H. B.: Sevgili anneler bırakın çocuklarınız büyüsünler, evlensinler, sorumluluklarını kendileri taşısınlar, bırakın hür olsunlar, çocuklarınızı kendiniz için yetiştirmeyin. Bana terapiye gelen bir çok erkek anneleri yüzünden eşlerinden ayrıldıklarını söylüyorlar. Bırakın erkekleri, bırakın çocukları, ufakken bırakın, büyünce değil. Kızlar kadar oğullarınıza da sorumluluk verin. Allahtan askeriye var. Benim yeğenim asker de, orada başka şeyler düşünmeye ve değişmeye başladığını söylüyor.
B. A.: Ben de buna benzer birşey yaşadım. Annem yarı bilinçli bir kadın olarak abime de ev işi yaptırmaya başladığı sıralarda bu sefer arkadaşları onunla dalga geçtiği için abim bir daha elini ev işlerine sürmedi. Ve o gün son oldu.
H. B.: Hıhh. Çünkü 99 tane anne oğlunu mutfağa sokmuyor, maalesef bir tanesi girince çok tepki doğuyor. Geçenlerde terapiye gelen biri “Benim oğluma gelinim iş yaptırıyor, ben onu öyle mi büyüttüm” diye yakınıyordu. Böyle birşey olabilir mi? Bu annelerle nasıl çözülebilir. Yani o kötüledikleri erkekleri, onları döven, onlara taciz ve tecavüz eden erkekleri de maalesef kendileri yetiştirdiler… Atatürk bize kadın haklarını tanıdı. İşte böyle olunca, hak hak edilmeden alınınca, ne olduğu anlaşılmamış oluyor. Kimse hakkın ne olduğunu bilmiyor. Çünkü kadın bunun için çaba harcamadı ve bu yüzden de çocuk gibi. Çocuk ruhu nasıldır? Çaba harcamadan almak ister ama her şeyin bir karşılığı vardır. Parayla ödemezsen ruhunla ödersin ya da bedeninle ödersin. Veya duygularınla ödersin. Ama biz beleşten almaya alışığız. Maalesef beleşten alamazsın birşeyler bunun bedelini ödersin.
B. A.: Bu bana şu açıdan biraz sert geliyor.Kadınların tarih boyunca böyle davranmasının ardında erkeklerin beklentisi de yok muydu? Kadının hayatı böyle görmesinde ve çocuklarına yaklaşım biçiminde erkeğin de katkısı yok mu sence? Kadın her değişmeye kalktığında erkeklerden ağır tepkiler görmedi mi?
H. B.: Elbette ki..Ellerindeki iktidarı kolayca vereceklerin mi sanıyorsunuz? Millet iktidara gitmek için savaşıyor.
B. A.: Biz arka kapıdan feth etmeye çalıştık zannediyorum sürekli… 🙂
H. B.: Evet arka kapıdan da olmamış bir türlü.
B. A.: Şimdi soru geliyor… Tek eşlilik ve çok eşlilik gibi asırlardır tartışılan, nice ilişkileri bitiren belki de aşktan sonra üzerine en çok konuştuğumuz ve sıkıntı yaşadığımız bu yaşlı konu üzerine ne düşünüyorsun? Sence insan hangi ilişkide daha rahat eder?
H. B.: Benim kendi görüşüme göre insan tek eşli ilişkide daha rahat eder. Çünkü çok eşli yaşayınca dağılırsın. Bir çok farklı duyguyu aynı anda yaşarsın ve kendi bu senin duygularının da değişmesine sebep olur. Bence ideali tek eşlilik. Fakat onu Türkiye’de bulmak çok zor. Daha çok erkekler çok eşli yaşadığı için onlardan bahsedelim. Erkekler zannediyorlar ki kendi ruhlarındaki deliği başka birisi doldurabilecek. Dışarıda başka bir kadınla beraber oluyor. Ondan sonra da başka kadınla… Fakat bir türlü tatmin olamıyor çünkü ruhundaki deliğin anlamı o değil. Başka birşey. Kadınlarda da öyle hiç kimse bu şekilde ruhundaki deliği dolduramaz. Kadınlarda kendini tatmin etmek için alışveriş yapar mesela. Ama bu şekilde tatmin olmak mümkün değil. Ancak aldığın ayakkabıya beş dakika sevinebilirsin. Bir süre sonra o da olmaz. Buna en net bağımlılık diyebiliriz .Birçok bağımlılık çeşidi var… İşkolik olmak, seks bağımlılığı, alkol bağımlılığı, alışveriş bağımlılığı vs. Bağımlılıklar anne babadan yeterli sevgiyi alamazsan oluşur. Bir Alman psikoterapisti şöyle söyler: anne çocuklara sadece benden al diyerek babanın dışlanmasına sebep olursa; bu, çocuğun ruhunda delik olur ve bağımlılıklar oluşur.
B. A.: Şimdi birkaç komik soru. Erkekleri mutfağa sokmanın bize bir zararı var mı? Ev işi yapan erkek araba tamir etmeyi öğrenelim diye bize baskı yapar mı?
H. B.: Tahmin etmiyorum zorlayacaklarını. 🙂 Ama sorun sadece erkekleri mutfağa sokmakla çözülmez. Kadınların çoğu bunu şöyle zannediyor: Eğer erkek mutfağa girerse bana eş olur. Hayır! Duygusal paylaşım, hayatı paylaşmak önemli. Ama belki de küçükten başlamak gerekir. Yavaş yavaş… 🙂
B. A.: Bir soru daha. Evli erkeklerle beraber olmak özgür kadının zorunlu kaderi mi?
H. B.: Öyle gibi gözüküyor. 🙂 Çünkü güçlü kadınlar evlilikte yeteri kadar başarılı olacağını zannetmiyorlar. Çünkü erkeklerin temel yapılarını görüyorlar. Baktıkları zaman içini görüyorlar. İçini gördüğün zaman o kadar enteresan gelmiyor. Evlilik denen şeyin iyi birşey olmadığını biliyor güçlü kadınlar. O zaman ne yapıyor? Evli erkeklerle birlikte oluyor. Ama bu çok büyük bir aptallık. Çünkü sen o adamın evliliğine enerji yollayarak onu mutlu etmiş oluyorsun. Seninle sevişip güzel vakit geçiren bir adam eve gidince karısına çok iyi davranır. Suçluluk duygusu vardır üstünde. Böyle sadece onların ilişkisine enerji vermiş ve tazelemiş oluyorsun. Yoksa o evlilik yürümez, seninle yürümüş oluyor.
B. A.: Ateşi harlamış oluyorsun yani….:)
H. B.: Evet aynen öyle. Seninle birlikte olan adamın evliliği düzelir. Hatta cinsel hayatları bile..:)
B. A.: Spritüel bir kadın kendisini kıskanan sevgilisiyle nasıl başa çıkmalı?
H. B.: Oooyeeee… 🙂 Büyük birşey… Onu da spritüelliğe yönlendirsin!
B. A.: İşte o da tam maviyi yeşil yapmaya çalışmak olmuyor mu?
H. B.: Zorla değil tabi ki. Bence akıllıysanız okudugunuz kitapları sağda solda bırakın. Yatağın kenarında bırakın. O bir gün canı sıkıldığında şöyle bir bakar; ne yazıyormuş burada? Ne kadar da saçmaymış diye… Ondan sonra yavaş yavaş ilgisini çekebilir. Zorla yapmayın. Hiçbir zaman direkt olarak spiritüelliğe yönlendirmeye çalışmayın onları. Ama kıskanan insanların zaten kendi özgüvenleri eksiktir. Onun da kendine özgü bir travması vardır.
B. A.: Bu soruyu istemezsen cevaplamayabilirsin tabi… Kalp çakrası sonuna kadar açık bir kadın nasıl tek eşli olabilir?… 🙂
H. B.: Hahahahaha… Bence cinsellik çakrası açılsın kalp çakrası yetmiyor… Kalp sevgiyle çalışır.. Tek eşliliği belirleyen kalp çakrası değil cinsel çakradır. Aslında hiç kimse tek eşli olmak zorunda değil. İstediğini yapabilirsin başkalarına zarar vermeden. Önce kendine zarar vermeden. Bu soruyu önce kendine sor ben bunu hazmedebilir miyim diye. Herkesin hazım kapasitesi başkadır. Ama hazmedemiyorsan arkasından aşık olup ağlayacaksan, duygusal olarak oraya buraya takılacaksan o zaman yapma. Kendine zarar veriyorsan yapma. Yapabilen yapsın ama ilk önce kendi ruhuna zarar vermeden ikincisi karşındakinin ruhuna zarar vermeden.
B. A.: Nedir bu kutupluluk yasası? Okudun mu bilmiyorum ama şöyle tarif edeyim. Kadın ve erkeğin enerji alanlarında birbirini iten ve yanyana olabilmek için çaba göstermeleri gerekli olan bir kutupluluk durumuydu anlatmak istediğim. Yani belki de birbirimizi sevmeyi öğretmek için ama birbirine pek benzemeyen iki varlığın sevgisi. Birbirini anlamak zorunda olan.
H. B.: Bir defa kadınlar daha spritüel. Çünkü biz doğuruyoruz, biz içimize alıyoruz. Taş devrinden beri bu böyle erkekler dışarıda avlanır, kadınlar içeride birşeyler yapar. Şimdi biz de dışarı çıktık avlanmaya. Fakat zorluk çekiyoruz. 🙂 Biz doğurgan insanlarız, biz spritüeliz. Biz Tanrı’ya daha yakınız. Çünkü kendimizi açıyoruz, görüyoruz. Ama erkekler genlerinde yok öyle bir şey. Onlarda savaşmak, yırtmak, parçalamak, almak, kazanmak, başarılı olmak, kupa kazanmak var. Ama kadınlarda daha başka şeyler var. Bence kadın olmak daha güzel. Fakat biz bilmiyoruz kadın nasıl olunur.
B. A.: Evet, belki ben de 30 yaşımdan sonra böyle hissetmeye başladım. Çünkü çocukluğum boyunca erkek olamamış olduğum için kızgındım. Şimdi yavaş yavaş kadın olmayı seçmiş olmanın güzel olduğunu düşünmeye başladım.
H. B.: Evet, kadın olmak güzel birşey. Karnında çocuğu hissetmek, spritüelliğe açık olmak, Tanrı’ya yakın olmak, mistik şeylere açık olmak. Çünkü birçoğumuz artık gözle görülmeyen çok şeyin olduğunun farkına vardık.Tabi daha bunu erkekler yeteri kadar fark etmedi, ama dediğim gibi kadınlar değiştikçe erkekler de değişecekler. Bir de önemli birşey var bütün bunlara rağmen hala çocuğuz bu politikaya da böyle yansıyor. Bas bas bağırıyoruz İMF bize para versin diye. Birileri bizim için birşey yapsın istiyoruz, kendi imkanlarımız kullanamıyoruz. Bu çocukça birşey. Bu gene anneden gelen birşey, çocukların duygusal gelişimine izin vermiyorlar, yetişkin biri gibi davranmasına izin vermiyorlar. Yetişkin biri kendi kazancını sağlayabileceğini bilir. Bu toplumda herkes ağlıyor, kimse birşey yapmak istemiyor herkes almak istiyor. Vermek istemiyor. Kim öyledir. Çocuk öyledir. Çocuk hep almak ister, benim gücüm yok vermeye “bir saniye ben çocuğum” der. Ve böyle kalıyor erkekler. Hepsi çocuk kalıyor. Politikacılarımız da böyle. Onlar da dışarıdan istiyorlar. Halbuki Türkiye’de o kadar güzel şeyler var ki kullanabileceğimiz hiçbirini kullanmak istemiyoruz. Başkası versin. Ama bunun da bir bedeli var. Ben sana verdiğim sürece seni güçsüz kılarım, sen kendi içindeki gücü hiçbir zaman keşfedemezsin, ben seni hergün doyursam sen yemek bulmak için çaba harcamazsın, para nasıl kazanılır ögrenmezsin. Böyle yapınca sana iyilik etmemiş oluyorum ben. Aksine senin gücünü almış oluyorum. Seni küçültmüş oluyorum vererek.
B. A.: Teşekkür ederim Halise’cim. Benim sorularım bu kadar…
(Umarım elinizde hala çekirdek veya mısır paketi duruyordur. Eğer bittiyse röportaj uzamış demektir…)