Titreşimsel alandan baktığınızda her hangi bir hastalık sonrasında bedende bu tam bir iyileşme ile sonuçlanmamışsa o titreşimi çok uzun yıllar sonra bile alanda görebilirsiniz. Bu olağandır. Batı tıbbı hasta değil hastalıkla ilgilendiğinden bedenin semptomlarını ortadan kaldırmak batı tıbbı açısından iyileşme sayılır. Oysa titreşimsel açıdan gerçek şifa o titreşimle beden arasında, hiç bir sinyalin gelmesine gerek kalmayacak tam bir uyumlanma olması veya o titreşimin tamamen dönüşüp bedenin kendine has bilgelik dolu bir parçası haline gelmesi anlamına gelir. Kişilerde tıbben iyileşme olması bu uyumlanma ya da dönüşümü garantilemez.
Dönüşememiş veya bedenin uyum sağlamadığı bilge hastalık titreşimi kişinin alanında olduğu sürece bedene hizmet etmesi gereken savunma mekanizmasına ait titreşimler oradaki bilge hastalık titreşimi ile kavga etmeye onu kendisiyle uyumlanmaya veya alt etmeye gayret edecek, kişinin farkında bile olmadığı psikolojik veya somatik bir etkisi de uzun zaman boyunca görülmeyen bir savaş süregidecektir.
Madem hiç bir semptoma sebep olmuyor, varsın olsun, ne fark eder denen bu durum aslında çok da sanıldığı kadar masum değildir ve sonuçları epey sarsıcı olabilir. Bu durumun tekrar bedensel ya da psikolojik bir tepki ile ortaya çıkması ilk zamankinden çok daha sarsıcı sonuçlara gebedir genellikle. Beden uzun zaman savaşmış ve güç kaybetmiştir. Titreşim ortaya çıkabildiğinde beden ya da ruh çoktan savaşı kaybetmiş ve alan içinde onarılması epeyce zor bir hasar çoktan olmuştur. Bu durum çoğu zaman ağır ilaçlar hatta tıbbi operasyon gerektiren bir hastalıkla kendini ifade eder.
Bu durumda olan birine söz konusu titreşim hakkında bilgi verdiğinizde genellikle eski ve kendini hastalık olarak ifade etmiş deneyimi hatta o zaman aldıkları ilaçları anımsarlar. Azıları anımsamasa bile çoğunluk durumu bilir.
Yıllar önce Yunanistan’a sık gidip pek çok insanla tanıştığımda, orada yaşayan bir çok insanın gıda zehirlenmesi sorunu olduğunu fark ettim. Titreşimsel bedenlerinde belirgin bir gıda zehirlenmesi sinyali vardı ve bu konuda insanların hiç bir farkındalığı da yoktu. Birkaçının anımsamamsı olası bir durumdu ancak hiç birinin anımsamaması… bu çok tuhaftı, aslında daha da tuhaf olanı neredeyse bütün başvuranlarda aynı durumun “önemli/riskli durumlar yaratan titreşimler” seviyesinde bu bulguya ulaşmamdı.
Bu durumu yaratan ortak bir yiyecek ya da durum olması olasılığını düşündüm. İşin doğrusunu isterseniz aklıma ilk gelen domuz eti oldu. Ne de olsa domuzlar çok fazla mikro organizmayı kendi bedenlerinde ağırlayan bir cinsti ve 2 büyük organize dinde yenilmesi yasaklanmıştı. Konu bununla ilgili mi diye baktım, değildi…
Başka ne olabilir diye düşünüp araştırırken yaptığım titreşimsel sorgulamada bu durumun bir yaşamsal alışkanlığın sonucu ortaya çıkma olasılığını fark ettim. Nedir, ne değildir? Ne zaman oluyor? Hangi saat falan diye sorgulamaya devam ederken bir anda bunun akşam yemeği ile ilgili olduğunu gördüm.
Bu ülke insanları işe epey erken saatlerde başlıyorlar. Genellikle de bir şey yemeden veya çok az ve sağlıksız şeyler yiyerek gidiyorlar. Sebebini sordum, büyük çoğunluğu aynı yanıtı verdi: sabah acıkmış uyanmıyorum. Gün içinde genellikle saat 11.00 gibi acıkıp -kolayca tahmin edebileceğiniz gibi- bir şeyler atıştırıyorlar. Hava sıcaklığı ve nem oranının epey yüksek olduğu diğer Akdeniz ülkeleri gibi onlar da ya uzun öğle paydosu (siyesta) ya da -çoğunluk olarak- işi erken bitirip eve dönme alışkanlıkları var. Pek çoğu saat 14.30 – 15.00 arası çalışma saatlerini tamamlamış olarak eve dönüp tumturaklı bir öğle yemeği yiyorlar. Yemek ve sıcaklık… ağırlaşma ve uyku… bunlar vazgeçemedikleri alışkanlıklarından. Epey uyuyor, dinleniyor, tazelenip akşam saatlerinde uyanıyorlar. Gece uykusu… uzun bir öğle uykusundan sonra gece de uykuları pek gelmiyor. Saat 22.00 ve sonrası sosyalleşme zamanları. Herkes sokaklara dökülüyor, tavernaların ışıkları yanmaya, ocakları alevlenmeye başlıyor ve gelsin çipuro/uzo, gitsin meze ve ızgaralar… akşam yemeklerini gece geç saatlerde bitirip, sabaha karşı diyebileceğimiz bir saatte ertesi güne hazırlanmak üzere uyumaya gidiyorlar.
Güneş ışıkları ve gün saatlerine göre aktivasyona programlanmış olan bedenlerimiz için sindirim sisteminin kapalı olması gereken saatler belli. O saatleri geçirince çok acıkırsak sulu ve hafif bir şey yemek bir ölçüde kabul edilebilir. Oysa Yunan Halkı akşamları çok ağır yemekler de yiyorlar. Bu eğlenceli yaşamayı seven insanların o saatlerde yedikleri her şey de onları pek seviyor. Akşam yemeği midelerinde onlarla ve tabii sıcaklık ortamında kolayca üreyip çoğalan mikro organizmalarla birlikte midelerinde sabaha kadar kalıyor. Bu bakteri ve diğer mikro organizmaların uzun süre orada kalması hali her gece tekrarladığında ortaya yumuşak ve süreğen br gıda zehirlenmesi hali çıkarıyor (muş). Ben bunu böyle anladım, buna inandım, arkadaşlarımla paylaştım. Bir çoğu dediğimi anladı ve yeme saatlerini değiştirdi. Artık bedenleri gıda zehirlenmesi sinyali vermiyor.
Bedenimizin biyolojik saatlerine uymak hepimizin yararına değil mi sizce de. Mide ve pankreasın en aktif olduğu saatler 18.00-19.00 arası ise akşam yemeğini kaçta yiyelim dersiniz.