Belki  hiç motosiklet kazası geçirmediniz ya da geçirmeyeceksiniz. Bununla birlikte benim motosiklet kazalarım sırasında ortaya çıkan fiziksel, ruhsal ve duygusal dengesizliklerim, hayatta başka nedenlerle sizin başınıza da gelebilir. O nedenle bu yazıya biraz ballandırılmış bir ilk yardım yazısı ya da ufak kazalar sonrası alternatif yöntemler diyelim.

Trafiğin en büyük sorun olduğu bir şehirde yaşayınca, A’dan B’ye bir an önce ulaşabilmek için bulduğum cözüm bir motor almak olmuştu. Kendisine görünüş ve güç itibariyla motorcuk demek daha uygun olur. 50 cc motor kapasitesinde ve Taiwan malı kırmızı bir scooter. Üstünde PGO Comet yazısı ve acayip renkli bir kayan yıldız sticker’ı var. PGO en bilinen İtalyan scooter markalarından yine en meşhur klasik modellerinden Piaggio’yu çağrıştırıyor olsa gerek. Olsun, önemli olan işlevi. Ben bu kitch, az benzin yakan, her yere parkedilebilen, tüm trafik tıkalıyken gerektiğinde kaldırıma çıkıp herkesi geride bırakabilen motorcuğumu çok seviyorum. Hele güneşli bir yaz günü motorcukla alıp başımı gidebilmenin keyfi gibisi yok. Başımdan geçen onca maceraya, belki ölümle ya da sakat kalmayla yüzyüze kalsam da vazgeçemedim.

 

 

Eski bir Marmaris çocuğu olarak, senenin 300 günü yağmurun eksik olmadığı tropikal bir adada yaşamama rağmen sürücü belgemi alınca araba kullanmak yerine motorcuğu aldim. (Ehliyet hocam hala beni numune olarak diğer öğrencilerine anlatıyormuş.) Motorcuğumun ilk kazasını “bi tur versene” diyen ve scooterin üstüne bindiği anda kendini motor cross yarışlarındaymış gibi hisseden bir arkadaş yaptı. Motoru alıp iki dakikalığına gözden kayboldu. Döndüğünde sinyal lambalarından biri kırıktı. Bir binanin köşesinden yatarak (!) dönerken sinyal lambasını kırmıştı. Aldığımın ikinci haftasıydı. Ne kadar maddeyle işim olmaz demeye calışan bir spiritüel olmaya çalışsam da içimde bir şeyler incecik cız etti. Bu kazadan sonra yaşadığım hafif hayalkırıklığı ve keder duygularım için herhangi bir şey yapmamıştım ama şimdi düşünüyorum da bir kaç damla portakal yağı koklayıp neşelenebilirdim ya da kazayı yapan kişiye olan kızgınlığım için kalp çakramın üstüne bir damla gül ya da bergamot yağı koyabilirdim.

 

 

Motorcuğun ikinci kazası da bana nasip olmadı. Tatile çıkarken kaskımı ve motorcuğu ağabeyime bıraktım. O da hazır elinin altındayken motorcukla bir kaç tur atayım demiş. Önceleri fena gitmiyormuş, hoşuna da gitmiş. Bir gün yine bir tur attıktan sonra eve dönmüş. İşte tam park edeceği sırada, frenle gazı karıştırınca duvara çarpmış. Evle kendi sağlamdı, ama motorcuğun ön kaportasında kocaman bir çatlak vardı. Daha motoru alalı iki-üç ay olmuştu. Bu durumda şifalı bitki ya da uçucu yağ düşünmek yerine bir bardak soğuk su içmiştim.

Üçüncü kazayı beklemeden motoru kimseye vermeme kararı aldım. Bu sefer motordan  geçmiştim, ödünç alan kişiye bir şey olmasını istememiştim. Motorcuk görünüş itibarıyla bir oyuncağa benziyordu ve insanlar ona öyle muamele edince kırılıp dökülüyordu.

 

Benim ilk kazamsı olayımın ise adrenalin ve utanç derecesi yüksekti. Sabah güneşle evden çıktım ve işe gelip motorcuğu park ettim. Bu park yeri meşhur bir modacının mağazasının önüydü. Bir-iki saat sonra anormal bir yağmur başladı. Motorcuk da yenice ya yağmurda kalmasın, korunaklı bir yere götüreyim diye koşa koşa yanına gidip çalıştırdım. Elim ıslak, hafif gaz vererek otomatik ateşleyiciye bastım. Hafif gaz biraz fazla kaçmış, ben hala motorun yanında duruyordum bir yandan direksiyonun iki yanından ellerimle tutuyordum ki motor, gazı fazla gelince şahlandı! Ön tekerlek mağazanın vitrinine 10. cm kala şahlanmış vaziyette üç-dört saniye kaldı. Her şey çok hızlı oldu. Motor vitrin camının içinden geçmeden nasıl durdurdum hala bilmem. Çevredeki dükkanlardakiler motorcuğun gürültüsünden ve yaşanan absürd manzaradan dolayı dışarıya çıkıp şaşkın bakışlarla bana bakıyorlardı. Hemen daha fazla kızarmadan, ıslak koltuğa oturup olay mahallinden uzaklaştım. İşe dönüp bir papatya çayı içtim. Fazla heyecan yaşamıştım, tüm sistemim stimüle olmuştu. Papatya çayının sakinleştirici etkisi bir nebze rahatlattı. Daha sonra eve geldiğimde, bir günlük buğusu yaptım. Hem ritmini sapıtan nefes ve kalp atışlarımı düzenlemek hem de aklımdan çıkmayan ‘ya motor camın içinden geçseydi’ manzarasını kafamda bir daha yaşamamak için. Günlük, geçmişi geçmişte bırakıp ana döndüren özellligi ile bu gibi durumlar için mükemmeldi. Hazır gevşemeye çalışıyorken banyoyu da doldurayım dedim. Bir miktar badem yağının içine, gelmiş geçmiş en meşhur sakinleştirici olan lavanta yağıyla (2 damla), dengeleyici ve özellikle ruhsal olarak son derece güçlendirici sedar yağını (2 damla) ve sıcacık, neşeli hisler getirici, iyi bir temizleyici ve rahatlatıcı olan portakal yağını (2 damla) karıştırdım.

 

Hazır aromaterapi karışımlarından söz ediyorken, bir kaç püf nokta da vereyim: Genellikle uçucu  yağlardan yeni bir sinerji yapılıyorken üç yağı karıştırmak yeterli olmaktadır.  Ayrıca banyoya karıştırılacak olan damla sayısının beş ila on damla olması yeterlidir. Uçucu yağların, bir fincan süt içerisine karıştırılıp banyo dolduktan sonra suya katılması tavsiye edilir. Hem yağlar suda çözülemediği için bir yere toplanmaktan kurtulmuş olur hem de çabuk buharlaştıkları düşünülürse banyoya girmeden hemen önce katıldıklarında maksimum etki alınmış olur.

En büyük kazamı ise geçen yıl temmuz ayının sonlarında yaptım. O dönem bir kızgınlık, ağırlık, boşluk hissi gidip geliyordu. Depresyonda olduğum söylenemez ama hayat biraz kapasitemin üzerinde yüklenmiş gibiydi. Motorun üzerine bindiğimde duygu durumum biraz aşağılardaydı. Dışarıda ahmak ıslatan başlamıştı. Bir dört yol ağzına varmadan, soldan gelen bir arabayı fark ettim ama geçiş hakkı benimdi ve o araba için dur işareti vardı. Süratimi azaltmadan devam edecektim ki, arabanın içindeki kız yüzüme baka baka hızını azaltarak ama kesinlikle durmaya yeltenmeyerek arabasını sürmeye devam etti. Ben de arabaya çarpmamak için aniden sola kırdım, yerler kaygan, fren derken ben bir yerdeydim motor bir yerde. İlk önce kafam çarptı, sonra bütün sol tarafımın sürünüşünü hissettim. Elim, dizim kanıyordu ve sonradan fark ettim ki dirseğim de morarmıştı ama ilk şokla ayağa kalkıp arabasını park etmiş ve ne durumda olduğumu görmek için yanıma gelmiş kızı azarlamaya başladım. O benden daha fazla panik içerisindeydi. O halde hemen telefon numarasını, plakasını aldım. Tesadüfen yoldan geçmekte olan römorklu iki adam beni eve bırakma teklifinde bulundular. Motorcuğu römorka atıp eve geldim. Bir an önce duşa girmek istiyordum, her yanım çamur içindeydi. Duşta hüngür hüngür ağlamaya başladım ki duygusal birikim ve kazanın şoku bir anda ortaya cıkmış oldu yoksa daha vücudumun acısının çıkması için bir gün geçmesi gerekecek, bu ağrı bir haftadan önce bitmeyecekti. Lavanta yağımla yaraları temizledim. Lavantanın anti bakteriyel, antiseptik etkisi yara temizlemek için birebirdir, ayrıca hücre yenileyici özelliği sayesinde yaraların bir an önce kapanmasını da sağlar. Bir kağıt mendile bir iki damla damlatarak kokladım. Lavantanın anne gibi hali özellikle böyle bir travmadan sonra insanı kucaklıyordu.

 

Bu kazadan sonra içime yerleşen korku, diğer kazalardan daha derindi. Motorcuğa binmeye çekiniyordum. Bazen öylesine yavaş gitmeye başladım ki hani yürüsem daha iyi olacaktı. Bu noktada, ufak bir danışman yardımı aldım. İnsanın fiziksel yaraları çoğu zaman kolayca kapanırken daha derindeki yaralarını iyileştirmek için bu tip yardımlara ihtiyacı olabiliyor. Ayrıca derine yerleşmiş korkular, duygusal ve psişik blokajlar için; sedam, kananga, günlük, selvi, sandal ağacı, melissa, karabiber, kakule, benzoin, melekotu (angelica), spikenard, mur gibi  uçucu yağlar kullanılabilir. Kendim için korku ve kızgınlığa karşı sedar, kananga ve portakaldan oluşan bir sprey yapmıştım ve onu sık zaman geçirdiğim odada bol bol kullanıyordum.

 

Son kazamı ise yine yağmurlu bir gecede, geçenlerde yaptım. Galiba artık lastikleri de değiştirmek lazım, fena kaydılar. Şiddetli bir yağmurda ve karanlıkta motorcuğumla eve dönmekteydim. Eve neredeyse 20-30 metre vardı, yağmur öylesine şiddetliydi ki kaskımın içi bile ıslaktı. Sanırım aküm zayıfladığı için de sinyal lambalarım çalışmıyordu. Arkamda bir araba vardı ve ben doğal olarak çok yavaş gidiyordum. Arabaya engel olmamak, bir an önce de eve varmak için direksiyonu karşı kaldırıma kırdım. Arkamdaki araba sinyal vermediğimden midir, yavaşlığımdan mıdır ya da arabayı kullanandaki hormonsal bir bozukluktan mıdır nedir öyle bir korna bastı ki gecenin sessizliğinde  yerimden oynadım. Zaten havayla, karanlıkla, trafikle, yaşanan tüm günle yeterince cebelleştiğimden olsa gerek benim de beynimdeki nöronların elektrik kontaklarında aşırı zorlanma sonucu sigortalar attı. Yine de kibarlığı çok fazla elden bırakmayarak direkt bir orta parmak işareti yerine arabaya doğru  ters bir  zafer işareti yapıvermişim. Sonra motor üzerinde olduğum düşünülürse bu ters zafer işareti yaptığım elimi direksiyona geri koyana kadar dengemi kaybedivermişim ve saçma bir şekilde yine duüşüvermişim.

Her şey yine üç saniyede gerçekleşti. Bu düşüş arabanın arkasından beni daha terbiyeli yapmadı. Eve gelip vücudumdaki hasara baktım, çok fazla bir zarar ve şok yoktu ama sağ elimin avucundaki yaralar derindi. Gidip motorcuğumu toparladım. Tekrar eve geldim. Bu sefer evde manuka (Yeni Zelanda’ya özgü tea tree) yağı vardı ki bulabileceğim en iyi antiseptikti. Manukayla yaraları temizledim. Kendime bir ıhlamur, kantaron karışımı kaynattım. Ihlamurun yumuşacık, sakinleştirici etkisiyle, kantaronun negatif ruh halini pozitife dönüştüren etkisi kaza geçirmediğim zamanlarda da zaten sıkça kullandığım bir karışımdır. O akşam yatağa gittiğimde, elimin acısı ve kafamda motoru satsam mı düşünceleriyle uyuyamadığımı fark ettiğimde kedi otu yağımı alıp bir damlasıyla şakaklarıma masaj yaptım.  Nasıl uykuya daldığımı uyuduğum için hatırlamıyorum. Elimdeki yaraların iyileşme sürecinde de özellikle yaralar kapanıp yeni deri kuruyunca, saf aloe vera jelinin nemlendirici etkisinden de yararlandım.

 

Henüz beni hastaneye düşürecek kadar ciddi bir kaza geçirmediğim için şükrediyorum. Kazalar ve hastalıklar bu maddi ve düal hayatın gerçeği. Hayatımda yaşadığım tüm kazaları, şokları, hastalıklari ise allahın tokadı ya da kötü karma olarak görmek yerine hayatımın hediyeleri, hızlandırılmış kendimi ve yaşamımı geliştirme olanakları olarak kucaklıyorum. Ve yine yaşadığım bu kazalar sonucu ruhumda derin yaralar, korkular kalabilecekken beni elimden tutup kaldıran, iyileştiren tüm bitkilere ve bitkilerin özleri olan uçucu yağlara da sevgimi sunuyorum.