”Önemli olan ebeveynleriniz karşısında haklı olmaksa bir ”büyüklük” yapın ve affedin. Fakat önemli olan mutlu olmaksa birküçüklük yapın, çocukları olduğunuzu dillendirin ve karşılarında eğilin.”
Geçenlerde yine kendi hayatımı düşünüyordum. Kendi içerisinde çok travmatik olmadığını düşünüyordum elbette ama hipnoz eğitiminin 1. modülünde açığa çıkan şey, bir anda 3 yaşıma geri dönüşüm ve kavga eden anne babamın korkusunu tekrardan yaşayışımdı. Hem de sadece gevşeme ve derinleşme egzersizleri sırasında. O anda yaşadığım terör ve korku duygusuyla karışmış olan umutsuzluk hali, bir bebeğin korku duygusunun yaşama nasıl akabildiğini göstermişti bana. Normal şartlarda hatırlayamayacağım bu durum, elbette kavgalardan kaçmama vekavga/tartışma gördüğümde donup kalmama sebebiyet verir hale gelmişti. Tek bir farkla; ilkokul zamanlarında küçük kardeşimi karıştığı bir kavgadan çıkarmak için kalabalığın ortasına dalışım. Onun dışında herhangi bir kavganın ortasına hiçbir şekilde girişmedim.
O anda açığa çıkan kavgaya karşı korku duygusu, ardından bu korkulu halimde ağlama krizine tutulmam ve tam bu sırada, bir çocuk olarak attığım yardım çığlıklarının cevapsız kalması beni doğal bir umutsuzluğa yönlendirmişti. Bir çocuk ağladığında ebeveyninin kendisini sakinleştirebilmesini bekler. Doğadaki tüm canlılar belli amaçlarla kendilerinden güçlü olanayönelirler ve teskin edilebilmeyi umarlar. Bu kaotik ortamında nasıl güven bulabileceklerini öğrenirler böylece. Böylece canlılar arası bağlanma gerçekleşir. Çocukların gelişimsel dönemlerinde nasıl bir bağlanma tarzına sahip oldukları, ilerleyen yaşlarını çok etkiler. İhtiyaçlarımı ara-sıra karşılayabilen ebeveynimle Kaygılı/Kararsız bir bağlanma geliştirmiş olmuştum böylece. Bu durum, daha sonraki hipnoz seanslarımda açığa çıkmak üzere büyük bir öfkenin de varlığını haber veriyordu. Nitekim, öyle de olmuştu.
Saklı duygular, ya da diğer bir değişle bastırılmış duygular çoğu zaman yaşamımızdaki erken dönemlerde açığa çıkan bağlanma çabaları üzerine gerçekleşir. İhtiyaçlarını dile getirebilmek için çocuklar sadece ağlar. Bu ağlamalarında da ebeveynlerinin kendilerini anlamalarını ve ihtiyaçlarını karşılamalarını beklerler. Bu ihtiyaçlar karşılanamayıp, çocuk teskin edilemediğindeyse o anda öfke, umutsuzluk, yarım bırakılmışlık hissiyatları doğabilir. Dolayısıyla, ebeveyn bu yaşamda ne yaşamış olursa olsun, isterse kendi ailesi tarafından terk edilmiş olsun, bebeğin kendi ebeveynlerinden tek bir beklentisi vardır: bakım! Özellikle yakın zamanda doğmuş olan başka kardeşler de varsa, çocuğun bu bakım ihtiyacı içerisinde ekstra bir çaba gözlenebilir. Diğer kardeşlerin çok haylaz olduğu bir ailede, bahsi geçen çocuk çok sessizleşebilir ve ebeveyne sessizlikle yaranmaya & iyi çocuk olmaya özen gösterir. Fakat bu durum tam bir özyıkım sürecine dönüşür. Çünkü çocuk sessizleştikçe ihtiyaçlarını dillendiremez olur ve o ihtiyaçlarını dillendiremediği sürece ebeveynler çocuğa ilgi gösterme gerekliliğini görmeyebilir. Böylece aferinleri toplayan fakat sıkıntılarını içinde büyüten, ifade yeteneği zayıf bir bireyin temelleri atılmış olur. Aynı zamanda temel ihtiyaçlarını anlayamayan ve karşılayamayan ebeveynlere karşı kırgınlık ve kızgınlık da birikmeye başlar.
İhtiyaçların anlaşılmaması ve karşılanmaması sonucu oluşmaya başlayan yıkıcı duygular ilerleyen zamanlarda, en iyi ihtimalle, sadece ebeveynlerle iletişim ve etkileşim problemine yol açacaktır. Daha başka ihtimaller ise şu şekildedir;
– Partner seçiminde başarısızlık
– İnsanlara güvenme problemi
– Obsesif davranışlar
– İlişki sonrası travmalar
– Yaşamın her alanına mutsuzluklar
– Sürekli öfkeli haller
– Yaşamdan zevk alamama ve depresif ruh halleri
SAKLI DUYGULAR VE AFFETME GİRİŞİMLERİ
Çocuk bilinciyle içimizde ukte kalan bu duygular, zaman geçtikçe üzerine katman katman gelen yaşam deneyimiyle birlikte daha az hissedilir olurlar. Aynı zamanda bilincimiz bu duygusal yük karşısında çok yorulacağını bildiğinden, onu parçalara ayırıp bölerek ya da donuklaştırarak daha derin kayıtlara doğru iter. Fakat bir noktaya açıklık getirelim: daha az hissedilir olmaları, daha az etkili oldukları anlamına gelmez. Vücudumuzda sayıları milyonları ve hatta milyarları bulana kadar çoğalan virüsleri hissetmeyiz. Ama bizleri elden ayaktan kesebilecek kadar güçlü sonuçlar doğuran hastalıklara sebebiyet verebilirler. Hissetmeyişimiz, etkili olmadığı anlamına gelmez.
Son yıllarda sürekli gördüğümüz affetme çalışmalarının kimi insanlar için başarılı olduğunu hepimiz görebiliyoruz. Başarılı olmasaydı bir şekilde bu kadar yayılmazdı. Fakat diğer bazı kişilerse affetme çalışmalarının uzun vadede hiçbir yararı olmadığını gün ve gün daha net fark etmeye başladılar. Herkesin iç dünyası çok kendine özeldir, herkes çok biriciktir; bir kişiye etki eden başkalarına etki etmeyebilir. Şahsi olarak ben de uzun süre affetme çalışmaları yapmış biri olarak, hipnoz eğitimine katılana kadar ruhumun derinliklerinde bastırılmış halde bulan kırgınlığın ve kızgınlığın farkında değildim. Bütün bu ağır duygular, elbette bana bakılmasına yönelik beklentimden kaynaklanıyordu. O kadar büyüktü ki, yaklaşık 10 dakika boyunca hıçkıra hıçkıra ağlayıp, öfkemi kusuyordum. Bastırılmış duygunun açığa çıkartılıp özgürleştirilmesi çok önemlidir. Böylece onun kapladığı alan artık rahatlayabilir ve oraya başka bir dönüşüm yerleştirilebilir. Fakat yine önemli bir hatırlatma: yetkin terapistlerin yanında bu sağaltımı yapmak önemlidir. Yoksa kişi kendini daha fazla travmatize edebilir.
Bu örneği biraz daha farklı bir şekilde açıklayalım. Bir danışanımın hikayesini göz önüne almakta yarar var:
Ayrıldığı eşiyle sürekli kavgaya tutuşan bu danışan, ”affettim ve ilerliyorum” şeklinde bir cümle ortaya atıp duruyordu. Biz onunla konuşurken beden dili sürekli stres işaretleri açığa çıkartıyor ve direnç belirtileri gösteriyordu. Bunları takip etmek önemlidir. Yaklaşık 4 dakika süren hafif bir hipnotik trans oluşturulması ardından bir anda o bastırdığı öfkeye erişim sağladı ve bütün öfkesini kusmaya başladı. Gözyaşları içinde hıçkıra hıçkıra ağlıyordu ve yine de ”yeter artık” diye bağırıyordu, öfkesini kusuyordu… aslında ne kadar affedemediğini görüyordu.
Bu gizli öfke perdesi aralandıktan sonra altından başka bir şey çıktı. Danışanımın eski eşiyle kavga ettiği konular arasından kendi payına düşen kısımlar açığa çıktı. Bunu da ”bana çektirdiklerinin intikamı” şeklinde bir ödetme arzusunda kullanıyordu. Çoğu zaman eşler ayrıldığındabaşlangıçta madur olanın her zaman öyle kalacağını düşünürüz. Fakat bu durum zaman içerisinde değişir ve eski madurdan yeni bir katil doğar. Bert Hellinger’in dediği gibi: Katilin içinde 1 tane şeytan varsa, Madurun içinde 2 tane şeytan vardır.
Böylece ”gizli öfke” duyguları altında aynı zamanda intikam dürtüsü, ”bana bakmak zorundasın”düşüncesi ve daha başka farkındalıklara götüren pek çok duygu çıktı. Mevcut durumda olduğu gibi, eski madur artık öfkesinin ve intikam duygusunun da kontrolü altına girmiş olarak yeni katile dönüşüyordu. Bu sürecin farkındalığına varmak önemlidir. Böylece Madurlar ve Katiller Döngüsünden dışarı adım atılabilir ve yaşama bu yargılar olmadan devam etmek için gerekli adımlar atılmaya başlanabilir.
O nedenle duygularımız için ”sadece kızgınım” gibi bir düşünce çok doğru değil. Bu düğümün altından pek çok iplik çıkıyor. Bunları ayırmak ve farkındalık alanına taşımaksa dikkat ve ince bir beceri gerektiriyor. Çoğu zaman da dışarıdan bakan bir göz…
DÜZENİ KABUL ETMEK VE HİYERARŞİYE SAYGI GÖSTERMEK
Uzun araştırmalar ve yılların getirdiği bilgi birikiminden sonra Psikoterapi çalışmalarının temelivar olanı kabullenme yönünde bir eksene tamamiyle oturmaya başlamış durumda. Bu hayatta yaralandıysanız yaralanmışsınızdır, geçmişte acı çekmişseniz çekmişsinizdir, beklentileriniz varsa vardır, öfkeliyseniz öfkelisinizdir, mutluysanız mutlusunuzdur… VAR OLAN her ne ise öncelikle onun kabullenilmesine üzerine başlar dönüşüm. Konumuzu daha çok ebeveyn ekseninde tutmak istediğim için, burada o noktaya odaklı açıklama yapacağım. Zaten onlarla olan bağlanmamızın şekli nihayetinde yaşamın diğer pek çok alanına da etki ediyor.
Dağ DAĞA küsmüş, DAĞIN haberi olmamış diye bir atasözümüz var. Bizler ebeveynlerimiz karşısında Dağ gibi durursak, ki onlar DAĞ oluyorlar, onlara küssek de haberleri olmaz. Bütün sistemlerde olduğu gibi, aile sistemi de bir hiyerarşik yapıya dayanır. Biraz resmedelim bunu kafamızda:
Ebeveynlerimiz HER ZAMAN İÇİN bizden büyüktür. Tekrar ediyorum: HER ZAMAN İÇİN. Ne kadar becerikli ve başarılı oldukları önemli değil. Hatta bizim başımıza ne çoraplar ördükleri, bize zarar verip vermemeleri de önemli değil. Onlar ne olursa olsun bizim varoluşumuzun sebepleri. Onlar olmasaydı biz hiçbir şekilde olamazdık. Varlığımızın %50’si annemizden, diğer %50’si babamızdan gelir. Hangisini reddediyorsak bu yaşamda %50 eksik olacağız demektir. İkisini birden reddediyorsak zaten durum vahim. Bir an önce yeni bir adım atmak gerekiyor.
Bunu dillendirmekle birlikte, ayrı bir VAR OLAN gerçekliğe de saygılı olmak önemlidir: Eğer bizi kırdılarsa ve göz ardı ettilerse, bunu yaptılar ve onlara kırgınız ya da kızgınız. Bunu dillendirmek ve bunun kabulüne geçmek de çok önemli. Birazdan bahsedeceğim kısa imgeleme/hayal etme çalışmasını yapmadan önce bütün bu kırgınlıklarımızı dillendirmemiz de çok önemli. Yazının başında hipnoz eğitimi sırasında bende açığa çıkan öfkenin miktarı, durumun ne kadar vahim olabileceğini hatırlatıyor. Biraz bile dillendirmek ruhunuzu rahatlatacaktır. Ayrıca karşınızdakilerden ebeveynlik istediğinizin sinyalini de onlara ulaştıracaktır. Derin duygularla konuşmak, yüzeysel yargılarda bulunmaktan çok daha etkilidir.
Ebeveynlik istedikten sonra, yine Dağ ve DAĞ arasındaki ilişkiye dönmemiz gerekiyor. Ebeveyninizin karşısında, onu azarlayan bir Anne ya da Baba duruşuyla ”Sen neden çocuğunla ilgilenmedin bakayım? Çabuk ilgilen” tavır sergilemeniz durumunda işleri daha da karıştırmanız kesinlikle kaçınılmaz. Onların karşısında aciz olduğunuzu hatırlamak için küçülmelisiniz. Ebeveynler her zaman için DAĞ iken, çocuklar en fazla Dağ olabilir, ya da Tepe… belki de Tepecik. Bu VAR OLAN gerçeğin karşısında küçülmeniz önemlidir. Onların karşısında küçülürseniz, YAŞAM akışına açılmış olursunuz. Biliyorsunuz, su her zaman yüksekten alçağa doğru akar. Yani DAĞ’dan Tepe’ye, oradan ovalara ve yeraltına… Bu kural asla değişmez. Eğer DAĞ karşısın Dağ olmaya çalışırsanız, kendi akışınızı kesersiniz.
Gelelim bahsettiğim imgeleme/hayal etme çalışmasına: Bert Hellinger kendi çalışmalarında evlatları ebeveynlerin karşısında karşısında secde ettirecek kadar yerlere eğer. Onlara saygının en derinini göstermelerini sağlar. Burada da benzer bir format izleyeceğiz. Her zamanki gibi adım adım gidelim:
– Annenizi ve Babanızı gözlerinizin önüne getirin.
– Yüzünüz onlara dönük şekildeyken anneniz sağ önünüzde, babanız sol önünüzde duruyor.
– Avuç içleriniz yukarı bakacak şekilde ellerinizi onlara uzatıyorsunuz.
– Annenize bakarak: ”Sevgili anneciğim. Sen benim annemsin, ben senin kızınım/oğlunum. Sen büyüksün, ben küçük. Lütfen!”
– Babanıza bakara: ”Sevgili babacığım. Sen benim babamsın, ben senin kızınım/oğlunum. Sen büyüksün, ben küçük. Lütfen!”
– Ardından önlerinde küçülün. İyice küçülün. Boyunuz da küçülsün onların karşısında hatta. Saygıyla önlerinde tamamen eğilin. Japonların bir selamı vardır, herkes bilir. İyice eğilirler. İşte Aynen öyle.
– Bunu yaparken elleriniz avuç içleri hala yukarı bakar şekilde onlara uzanıyor. ”Almaya hazırım” duruşudur bu.
Çalışmayı bu şekilde bitirin. Zorlandınız mı? Kolay mı oldu? Bir şey hissettiniz mi? Bedeniniz rahat mıydı? Neler oldu?
İşte bu geri bildirimlerle bir adım sonrasında neler yapabileceğini görürsünüz. Bu imgeleme çalışması herkese hitap edebilecek ortak bir çalışmadır. Başka bir uzmandan yardım almadan önce, kendi ruhunuzu daha büyük bir resmi açmaya başlamanızın ilk adımıdır. Bir pratik olarak da düşünebilirsiniz. Nasıl ebeveynlerimin çocuğu olurum? pratiği. Ebeveynlerimiz çocuğu olduktan sonra, artık bu yaşamda daha büyük yolculuklara başlayabilecek desteği de bulduk demektir.